'Dicle attı Baykal tuttu' şeklindeki tekerleme dünkü Taraf'ın manşetiydi. 'Attı'da ifadesini bulan edimin, ahlaki yoksunluğun belirtisi ve insani hasletlerin yitimi olan 'yalan söylemek' eylemini/davranışını karşıladığını biliyoruz. Biraz sonra zikredeceğimiz Taraf'taki meslaktaşlarımız da biliyor. Tıpkı 'Devrimci Karargah' ile 'Karargah Evleri' arasındaki uçurumu; 'Halk düşmanı' nitelemesinin aşina oldukları politik dünyadaki karşılığını; fişleme ile teşhir etmenin güç ve savunmadaki konumlanışını bildikleri gibi...
Taraf gazetesi, kapatılan DEP'in Genel Başkanı, eski Amed Milletvekili ve DTK Eşbaşkanı ama şimdi tutuklu bulunan Hatip Dicle'nin yalan söylediğini iddia etmiyor, kesin yargıyla ifade ediyor. O kadar kesinki onun üzerine argodan kendince afilli bir aşırmayla 'çakıyor'. Peki bütün bu sıfatlar, yalan söyleyen bir insanın yalan söylediğini ifade etmeyi engeller mi? Cevap nettir: Hayır... Bunu gazetelerine yansıtanların aktarım şekli başka kategoride tartışılır... İkinci basit soru da şudur: Eğer bu kişi yalan söylemediği halde bayağı bir itham ile karşıya bırakılmışsa ortada en hafif şekliyle bir haksızlık var...
Taraf'ın yargısı
Üstbaşlık: PKK pazarlığı açıklamasına çifte yalanlama
Manşet: Dicle attı Baykal tuttu
Anaspot: Hatip Dicle'nin "Dönen PKK'lılar için pazarlık yapıldı" sözü taraflarca yalanlanırken, CHP lideri iddiaya hızla sahip çıktı.
Spot1: KCK operasyonunda tutuklanan eski milletvekili Dicle'nin mahkemede söylediği "Habur'dan gelen PKK'lıların serbest bırakılması için Ahmet Türk ile Beşir Atalay anlaştı" sözünü... diye devam ediyor ve Beşir Atalay ile Ahmet Türk'ün bu 'sözü' yalanladığı belirtiliyor. Ahmet Türk'ün ağzından "Dicle niye bunu söylüyor, CHP ne yapmak istiyor anlamıyorum" tepkisiyle ikinci spot tamamlanıyor...
Oluşturulan tablo
Okurun kafasından oluşturulmak istenen tablo bariz... AKP ve Türk hükümeti aklanmak istendiği için gerçek durum önemini yitiriyor... Üstelik Taraf'ın Kürtlerle ilgili güçler tarifi ve kategorizasyonu için bulunmaz nimet... KCK, Hatip Dicle, CHP, 'İki tarafın şahinleri', 'Cemil Bayık zihniyeti', 'Ergenekon' bağlantısı ve 'iki halkın da düşmanıdır' tezine ulaşılır... Diğer taraftan işlerine geldiği zaman Öcalan'ın kıymetini bilme ve 'üstün Kürt' payesiyle birlikte yanına 'ılımlı/güvercin' sıralayarak geri kalan Kürt dinamiklerine gaddar bir saldırganlık ehliyetini almış olma kanısı... İşin bu kısmı, gazeteciliğin sınırlarını aşıp, politik konuşlanmaya uygun aktörleri belirleme uğraşına girer ki burda da 'gazetecilik'in yurttaş için yürütülen bir meslekten ziyade büyük bir tasarımın figüranı olması sözkonusudur. Genç bir editörken devlet terörü altında inleyen gazetemi İstanbul sokaklarında dağıtan Ahmet Altan'ın gazetesini, gazetesinin manşetlerine yansıyan dille eleştirmek istemiyorum... Güncel konumuza dönelim.
Hatip Dicle ne demiş?
Kürt siyasetçilere yönelik operasyon kapsamında gözaltına alınarak tutuklanan DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle, 3 ayrı etkinlikte yaptığı konuşmalardan dolayı hakkında açılan dava kapsamında 10 Şubat'ta Diyarbakır 4. Ağır Mahkemesi'nde hakim karşısına çıkarıldı. Dikkatinizi çekerim, konuşmalardan dolayı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hazırladığı iddianamede, Kandil ve Maxmur'dan gelen "Sözde barış grubu"nun kitlesel karşılamasına Hatip Dicle'nin katılarak yaptığı konuşma ile birlikte üç konuşması için ayrı ayrı "Örgüt propagandası yapmak", "Örgüt adına suç işlemek" iddiasıyla cezalandırılması istendi.
Taraf bunu görmez
Dicle, mahkeme heyetine bu dosyada savunma yapmayacağını şu gerekçeyle anlattı: "Diyarbakırlıyım ve Kürt'üm. Bu bölgede yaşamaktayım, 35 yıldan bu yana legal alanda siyaset yapmaktayım. Öğrenciliğimden beri legal alanda faaliyet yürüttüm. Öğrenci derneklerinde, insan hakları derneklerinde, meslek odalarında yöneticilik yaptım. Bir dönem parti genel başkanlığı ve milletvekilliği yaptım. 10.5 yıl hapis cezası çektim. Sıkıyönetim ve DGM'lerde yargılandım. Bu 35 yıllık sürecin hem tanığı, hem sanığı, hem de mağduruyum. Bu süreç sona erdiğinde, diğer ülkelerde yaşandığı gibi mağduriyetimden dolayı davacı olacağım."
Yargının siyasallaşması
35 yıllık süreç içerisinde yargının bu denli siyasallaşmadığını dile getiren Dicle, bunu da şu şekilde açıkladı: "15 Ekim 2009 tarihinde DTP Genel Başkanı Ahmet Türk beraberindeki bir heyet ile birlikte İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ı ziyaret etti. Ziyarette 4 gün sonra Maxmur ve Kandil'den grupların geleceği, bunların tutuklanmayıp serbest bırakılması durumunda dağdan inişin hızlanacağı, dağa çıkışın da duracağı bildirildi. İçişleri Bakanı da bu heyete 'konuyla ilgileniyorum. Müsteşarımı Diyarbakır'a gönderdim. Hakim ve Savcılar ayarlandı, geldikleri gibi geçecekler' dedi. Bu aşamada 4 gün sonra Silopi'den gelen 8 gerilla, 'Biz gerillayız. Önder Abdullah Öcalan'ın çağrısı ile barış için geldik' dediler ve bunlar sürecin olumlu sonuçlanması için gerektiği gibi tutuklanmayıp serbest bırakıldılar. Buna rağmen iki ay sonra 24 Aralık'ta legal alanda siyaset yapan Kürt siyasetçiler tutuklandı. Bu çelişkiye ve bu siyasallaşmaya dikkatinizi çekiyorum. Yargının siyasallaştığını belirtiyor bu aşamada savunma yapmak istemiyorum."
Dicle, cezaevinden adliyeye getirilişinde önceki uygulamalardan farklı olarak bekleme odasında kelepçe ile bekletildi.
Kim, nasıl kullanır derdi
Hatip Dicle'nin 'yagının siyasallaşması'ndan anladığı ve gerekçe sunduğu argümanlar ile CHP lideri Baykal'ın daha önceki bir açıklamasına melzeme bulma sevincini aynı torbaya koymak ve bunun üzerinden panik halinde manevralarla AKP'yi aklamaya kalkışmak ayıptır. Anladık... AKP Hükümeti, 'Yürütme, Yasama'ya baskı yapmıyor', 'Yürütme, Yargı'ya baskı yapmıyor'u, kendisini bekleyen tehditlerden dolayı ısrarla dile getiriyor. Bülent Arınç, Meclis Başkanvekili'nin odasına girdiği için özür diliyor. Bakan Atalay, Habur'da herşeyin yasal prosedür, rutin içinde kalınarak icra edildiğini savunuyor. Bunları kayıtlara geçirmek istiyor. Sizin buna alet olma hakkınız var mı, üstelik arşiviniz ortada dururken?
Bir övgü gerekçesi olduğunda
Maxmur ve Kandil'den barış gruplarının Habur'dan girişini Taraf gazetesi, geniş bir kadroyla izledi. Öncesi ve sonrasındaki gelişmeleri de okuyucularıyla paylaştı. 'Sınıra 34 kişi geliyor', 'Cumhuriyetin barış miladı' ve 'En uzun gecede pazarlık' bu konuyla ilgili temel üç haberinin başlıkları. Sadece bir tanesiyle yetinelim: Cumhuriyetin barış milâdı... 20 Ekim tarihli sayı ve üşünmeden yazalım haberdeki imzaları; Kurtuluş Tayiz(Bu isme geleceğiz), Faruk Balıkçı, Kadir Barış, Selim Kemaloğlu, Adem Tayan, Ömer Oğuz, Recep Okuyucu, Remzi Budancir ve Ergülen Toprak...
'Her şey yasalarla çözülmüyor'
"Kürt sorununun silahsız çözümü için en kritik viraj geçildi" tespitiyle başlayan habere, Habur’daki buluşmanın barış ümitlerini yeşerttiği iyimserliği eşlik ediyor ve özet girişten sonra hala tekzip edilmeyen şu bölüm ekleniyor: "Taraf’a konuşan üst düzey bir yetkili kalıcı barış için kararlılık mesajı verdi: Her şey yasalarla çözülmüyor. Dağdan inenler böyle değerlendirilmeli."
Ankara’nın gözü Habur’daydı
Haberde bütün gelişmeler detaylı bir şekilde; temiz bir haber dili ve girişteki 'barış' kavramına sadık bir şekilde veriliyor. Yukarıdaki arabaşlık bölümünde Ankara'nın çabasına dikkat çekiliyor: "İçişleri ve Adalet bakanlıkları, Silopi ve Cizre’ye özel ekipler gönderdi. Silopi’ye giden özel yetkili savcı ve hakimler gelenlerin ifadelerini alırken, Cizre’ye giden İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Osman Güneş de kontrol dışı bir işlem yapılmaması için çalışmaları bizzat yönetti.
İçişleri Bakanlığı, Mahmur ve Kandil’den gelen grupların, Habur Kapısı’ndan girişindeki işlemlerin yürütülmesi için Bakanlık Müsteşarı Osman Güneş başkanlığında Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Gülcü ile bir merkez valisini görevlendirdi. Taraf, İçişleri Bakanlığı’nın özel bir ekip göndereceğini iki gün önceden yazmıştı. Şırnak’a giden özel ekip, çalışmaları Silopi ve Cizre’de yönetti. Güneş, gelen grupların girişinde kontrol dışı bir işlemi önlemek ve DTP’nin karşılama mitinginde olağandışı bir müdahalenin önüne geçmek için çalışmaları bizzat takip etti.
Güneş, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a gelişmeler hakkında sürekli bilgi vererek, Ankara’yı haberdar etti."
Tekzip edilmeyen diğer bilgi
Taraf, haberine devam ediyor ve yine hala tekzip edilmeyen özel bir bilgiyi okuyucularıyla paylaşıyor: "DTP milletvekilleri ve avukatlarla görüşerek gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulunan Güneş’in 'Pişmanlık konusunu dayatmama ve serbest bırakılmalarını sağlama' konularında güvence verdiği öğrenildi."
Türk ve Atalay görüşmesi
Bu görüşme barış gruplarının öncesinde gerçekleşti. İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve eski DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, Tarım Bakanı Mehdi Eker'in AOÇ'deki makamında buluştu. Bu görüşmede, Taraf'ın anlattığı 'Cumhuriyetin barış miladı'nın öncesi netleştirildi. Hassasiyetler ve katkı beklentileri paylaşıldı. Nitekim Taraf camiasının da savunduğu 'hukuk ve sayeset' ilişkisinin pozitif kullanımının güvenceleri verildi. Sonuç da ortadaydı ve çıkan pürüzlerin nasıl aşıldığını yine Taraf yazdı. Tabii ki İçişleri Bakanı, yargıya müdahale ettiğini söylemeyecek ve tabii ki Ahmet Türk, ahlaki davranmanın erdemini idrak edecek kalibrede...
'PKK iki halkın da düşmanı'
Taraf, 'Cumhuriyetin barış miladı'nın nasıl sabote edildiğini aslında Hatip Dicle'nin faaliyetleri ve tutuklanma gerekçe ve biçimine bakmak isterse teslim eder. Ancak, bunun yerine Reşadiye saldırısını monte ederek, "PKK, barış sürecini sabote etti" dedi. "Demokratik açılım ve barış sürecini hedef alan Tokat’ın Reşadiye ilçesine bağlı Sazak köyündeki saldırıyı PKK üstlendi" diye devam eden Taraf, diğer Türk medyası gibi bir başlık seçmedi. Duyarlı Kürtleri, demokratları, liberal demokratları uyardı ve 'PKK iki halkın da düşmanı' demeyi tercih etti.
'Allah Allah Allah Devrimci Karargâh
6 Şubat tarihli Taraf'ın sürmanşeti... Spot: Başbuğ “Allah Allah diye taarruz eden ordu camiye bomba koyar mı” dedi. Ancak o ordunun 19 denizci subayının evinden Devrimci Karargâh arşivi çıktı... Haberine yanına polisle girdiği bir çatışmada yaşamını yitiren Devrim Karargah militanı Orhan Yılmazkaya'nın fotoğrafı...
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen amirallere suikast iddianamesinde, 'Devrimci Karargah' ile 'Karargah Evleri' birbirine karıştırılmış; daha birçok şey karıştırıldığı gibi ama sonucta bu bir iddianame... Türkiye sol tarihini, sosyalist örgütleri bilen Taraf'taki arkadaşlar, iki yapı arasındaki farkı, biraraya gelemezliklerini bilmezler mi? Bilirler... Hem bunları bileceksin hem de sonuçta elindeki dokümanın bir iddianame olduğunu gözardı edeceksin ve başlığına kesin bir yargı çıkaracaksın...
Karargâh’tan da JİTEM’ciler çıktı
12 Şubat tarihli sürmanşet de bu ve yine Orhan Yılmazkaya'nın fotoğrafı... Haber şöyle başlıyor: Devrimci Karargâh örgütü hakkında hazırlanan iddianamede bir itirafçının “Emirleri veren JİTEM bağlantılı” sözü de var...
İzaha gerek yok artık; yine iddianame ve yine kesin yargı...
Taraf ve Kürtler
Taraf'a yönelik bu eleştirilerle; Taraf'ın tarafını bilmekle birlikte Türk ordusuna karşı Yeni Ülke ve ardından Özgür Gündem'den beri dile getirdiğimiz gerçekleri görmesi bizi hep sevindirdi, sevindiriyor... Elbete Türk medyasının bir parçası olan Taraf'tan 'ordu düşmanlığı', 'katıksız anti militarizm' beklemiyoruz... Nihayetinde orduları içindeki 'çürük elmalar'ın ayıklanmasına yardımcı oluyorlar... Mesela bu 'çürük elmalar' safında dizilen devlet organları dışında kimse eleştirilerinden nasibini almaz. AKP, Hükümet, Fethullah Gülen vs... gibi isim ve kurumlara yönelik eleştiri, bilgisayarlarının otomatik sisteminde temizleniyor. Bu bir tercihtir ama geçerken 'kötü Kürtlere' de bir tokat atmalarına itirazımız var...
Çok uzadı ama "Taraf'taki Kürtler" diye homojen bir tanımlama yapma hatasına düşmeden bize ait bir protipten şimdilik kısaca bahsedelim, üstelik yaralamadan... Kurtuluş Tayiz... En son "Güneydoğu'da Gülen fişlemesi" icadı ile gündeme geldi. 11 Eylül'den itibaren köşesi var... Bu yazılarda bir tek AKP ve Türk Hükümeti eleştirisi bulamazsınız... AKP ve Hükümet yanlış yapmaz ama eksik yapar, üstelik o eksiklik de ya derin devletin ya muhalefetin ya da 'kötü Kürtler'in baskısıyla oluşur... 'Cemil Bayık' zihniyetini yerden yere vurur; yeni devlet aklının 'Siz Öcalan'ın koşullarını iyileştiren gerisi önemli değil' hattıyla paslaşır...
Peki bizim gibi Kürt basın emekçileri neyle avunur? Şununla: PKK davasında cezaevi yatıp, sonra koğuş değiştirip, ardından tekrar Kürt kurumlarında yer bulup, 'taciz' iddiasıyla dışlanıp Taraf seçenler, en azından JİTEM'in silahlı tetikçisi olmuyorlar...