23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı... Ulus, egemenlik, çocuk ve bayram... Resmi şair Behçet Kemal'in "tanrısalığı haketmiş ırkı"nın Turan ve at koşulan topraklardan umudunu kesecek kadar akıllı olan Mustafa Kemal tarafından dünyaya hükmetmek için doğmuş Türkler tahayyülünü zinde tutma gayesiyle zerk edilen "bir ordu gibi yaratılan ulus" tutkularının disipline edilmiş bileşimi. Kemalizm, bu tutkuları gerçekleştirecek bütün imkanlara sahip değildi ama koşulların cevaz verdiği oranda korporatizmin en ala versiyonları arasında kulaç atıyordu. Dolayısıyla dört kavramı bir araya getirip, kutsal bir ayin düzenlemek mübahtı...
'İşte, bugün bir Meclis kuruldu'
Ermenilere karşı temeli atılan imparatorluk bakiyesinin son müslüman unsurlarının birlikteliğinin ürünü Türkiye Meclisi'nin(TBMM) 23 Nisan 1920 yılında açılışının yıldönümleri, Milli Hakimiyet Bayramı olarak kutlanıyordu. Çocukları Koruma Cemiyeti de 23-30 Nisan'ı Çocuk Haftası ve haftanın ilk gününü de 1929'dan itibaren çocuk bayramı olarak kutluyordu. Bu iki bayram 23 Nisan 1935 yılında '23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı' adı altında bir araya getirildi. TRT, UNESCO'nun 1979'u Çocuk Yılı olarak duyurmasının ardından, Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği'ni başlattı. Bayramı, çocuk gruplarını davet ederek kendince 'uluslararası düzeye' taşıdı. Böylece Türkiye'nin ilk ve tek resmi bayramı olarak kabul edilen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, her sene devlet erkanının yüzünden süzülen pişkinliğin riyakar gülücükle birleştiği bir dizi ritüelin ambalajla sunulduğu bir ayin olarak idrak edilir. Şimdi biz, Ulusal Egemenlik kısmını bir sonraki konu başlığı olarak tehir edelim ve Çocuk Bayramı'na bakalım.
E be gözü toprak doyan Saip
61 yaşında hayata veda eden devlet memuru müzik öğretmeni Saip Egüz, çocuklar için maalesef sadece 'minik kuş' gibi masum bir şarkı miras bırakmadı; '23 Nisan' gibi Türk eğitim sisteminden geçenlere musallat olan bir de 'şiir' bıraktı. Rahmetlinin üç kıta ve her kıtanın son iki mısrasının tekrarlandığı 'şiir'i, ruhumuza nüfuz etmedi ama ezberlenmiş bir tekerleme gibi çakılıp kaldı: "Bugün yirmi üç Nisan/Hep neşeyle doluyor insan."
Armağan sahibi yaşıyordu
Milli olan veya millileştirilen bütün unsurlara o gün neşeyle dolmaları veya 'miş' gibi yapmaları dikte ediliyordu. Aslında neşe hiç olmadı. Saip Egüz'ün "İşte, bugün bir Meclis kuruldu/Sonra hemen padişah kovuldu" dediği kadar hızlı ve sade olmadı herşey. İstanbul Hükümeti'nin Lozan'a davet edilmesini gerekçe yapan Ebedi Şef'in, Meclis'e, 'padişahın kovulması' için sunduğu kanun teklifini incelemek üzere bir komisyon kuruldu. Komisyonun aleyhte tavrı anlaşılınca, üyelerine nota verip tutuklamakla tehdit etti. E yani karar da olumlulaştı. Silahlı unsurlarca sarılmış Meclis, saltanatı ilgayı münasip gördü. Padişahın dramı bir kenara, tebaanın kovulan kısmı da, ya kalanlar?.. Armağan sahibinin yaşadığı 1938'in sonuna kadar, bırakalım çocuk hassasiyeti, çocukların da dikkate alındığı planlar, projeler ve uygulamalı sadeleştirmelerin dramı vardı. Çocuklar, toplu katliamların, insan avının, cezalandırma, terbiye ve ıslah etmenin gaddarlığından muaf tutulmadı. Bazen babaları kahreden acının göstergesi olarak ölüm sırası önce onlara verildi.
Sonrası çok mu farklıydı?
Değildi ama uzun süre öldürülmesi gereken çocuklar yoktu. 1960'a kadar Müslüman olmayanların herşeye rağmen kalanları dışındakiler terke zorlanmıştı. Türk olmayı veya Türk'e hizmet etmeyi kabul edip biat edenlere dokunulmadı. Bu kabullerin kalıcılığı için uğraşlar verildi. Bu arada, paralet toplumun nüveleri de büyümeye başladı. Uzun süren parti devletinin ardından 'çok partililik' denemesi yapıldı. Armağan sahibinin "bir ordu gibi yaratılan ulus"taki ordu, ulus adına yönetime el koymaya başladı. Bunu her on yılda bir tekrar etti. Çocukların yaşını büyütüp idama gönderdi. Kemalizmin aksayan yönlerini revize etmekle kalmadı, yeni sentezleri de bünyesine kattı. Asimilasyon katmerleştirildi;eğitim, sağlık ve beslenme yetersiz kaldı; adalet sağlanamadı. Açlık, yoksulluk, üretimsizlik ve çarpık bir ekonomik düzen üzerine bina edilen şekli parlamenter sistem, özündeki militarizm ile yetinmeyip onun toplum mühendisliğine de rıza gösterdi. Ama 23 Nisan, hep bayram olarak kutlandı. Anadilini evinde bırakmak zorunda bırakılan çocuğa, kaşık üzerinde yumurtayla yürüyüp neşeli olması istendi.
Muhafazakar demokrasi ve çocuklar
Geçmişi çok uzatmayalım ve gelelim günümüze. Yani Avrupa Birliği'ne girmek isteyen, etrafına caka satmaya başlayan muhafazakar-demokrat iktidarın Türkiyesi'ndeki duruma. Dünya sistemine entagratif bir ekonomik düzenin asgari koşullarına sahip, uluslararası yükümlülükleri benimseyen ve içerde de demokrasi havarisi kesilen siyasi kadroların Türkiyesi'ne. Tabi bu kadronun, paralel toplum içinden sistem içine devşirildiği notunu düşerek.
Uluslararası sorumluluklar
Türkiye, bugün itibariyle çocuk haklarıyla ilgili 10'un üzerinde uluslararası sözleşmeye taraftır ve kendi mevzuatını bunlara uyarlama konusunda taahhütleri var. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve BM Çocuk Hakları Bildirgesi, başlıcalarıdır. Fakat şimdi izah edeceğimiz gibi hem Türkiye'nin çekinceleri ve dayanağı hem de BM'nin bunu kabul etmesi, Türk olmayanların savunmasızlığının da rehavetidir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi
Geçmişi daha eski olmasına rağmen 1979 yılında Çocuk Haklarına dair Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edildi. Türkiye, 14 Eylül 1990'da imzaladı. Sözleşme, 9 Aralık 1994′te Türkiye Meclisi’nde kabul edilip Bakanlar Kurulu'nda 27 Ocak 1995′de imzalandı. Aynı gün Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi, böylece iç hukuk normu haline geldi. Bitmedi... Türkiye hiç çekincesiz olarak bir uluslararası sözleşmeye taraf olmuş/olur mu?.. Haklısınız, olmaz. Türkiye bu sözleşmenin de 17, 29 ve 30. maddelerine çekince koydu ve devam ediyor. Aslında, detaylarına giremeyeceğiz ama Türkiye, 54 maddelik Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin onlarca maddesini ihlal ediyor, dikkate almıyor: 2, 3, 6, 12, 35, 37, 38, 40, 41 ve 43. maddeler gibi...
Çekinceli maddeler
Sözleşmenin 17, 29 ve 30. maddelerinden, T.C. Anayasası ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması hükümlerine dayanarak kendisini muaf tutuyor. Halbuki, mevcut T.C Anayasası, askeri darbeninin ürünü ve meşruluğu tartışmalı bir anayasadır. Lozan Antlaşması üzerinde ise büyük bir manipülasyon var. BM'nin de 51. maddenin "Bu Sözleşme’nin amacı ve konusu ile bağdaşmayan hiçbir çekinceye izin verilmeyecektir" şeklindeki 2. hükmünü bizzat ihlal ettiği görülüyor. Türkiye'nin çekince koyduğu üç madde, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi'nin çocuğun onuru, gelişimi ve çocuk ile diyalog hassasiyetlerini de gözardı ediyor.
* 17. maddenin taraf devletlere vaaz ettiği, "Kitle iletişim araçlarını çocuk bakımından toplumsal ve kültürel yararı olan ve 29'uncu maddenin ruhuna uygun bilgi ve belgeyi yaymak için teşvik ederler" ve özellikle "Kitle iletişim araçlarını azınlık grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik ederler" hükümleri, Türkiyenin kırmızı çizgilerine dokunuyor.
* 29. maddenin "Taraf Devletler çocuk eğitiminin aşağıdaki amaçlara yönelik olmasını kabul ederler" dedikten sonra sıraladığı hükümler arasında "Çocuğun ana-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygının geliştirilmesi" yer alıyor.
* 30. maddenin "Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların varolduğu devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz" öngörüsü ise Türkiye'nin resmi ideolojisinin omurgasını zedeliyor.
Anayasa ve Lozan
12 Eylül'de askeri darbe yapan Türk ordusu, yönetime el koydu ve terbiye ettiğini düşündüğü Türkiye toplumuna bir de itaat edeceği kutsal metin bıraktı. Bu bir toplumsal sözleşme değil, topluma dayatılan ve yüzde 92'sinin onayı söke söke alınan bir direktifler manzumesiydi. İşte halen yürürlükte olan bu Anayasa'nın hem dibacesi hem de değiştirilmesi dahi teklif edelemez 3. maddesi Türkçeyi kutsayıp, diğer dillere bariyer koyuyor. Anayasa'nın bu maddesi, ruhuna uygun bir çok madde ile pekişiyor; bunlar hem TCK ve TMK gibi kanunlarda hem de ticaretten yerel hizmetlere kadar bir çok alanda, kendisini kanun, yönetmelik, genelge olarak gösteriyor. Dolayısıyla, böyle bir anayasadan Kürtçe eğitime cevaz vermesi beklemek hatadır, çekince de kendi içinde tutarlıdır.
Lozan'a rağmen Lozan'a
Lozan Antlaşması'nda durum aynı değil. Evet, Kürtler Lozan'ın mağdurudur; ülkelerinin insan unsurunu dikkate almadan bölünmesi ve tekçi otoriter sistemlere mahkum edilmelerinin kaynağıdır. Ancak Lozan Antlaşması, Kürtlerin dolayısıyla Kürt çocuklarının dillerini öğrenmelerini, kullanmalarını yasaklamayı öngörmedi. Türkiye, yıllardır Lozan Antlaşması'nın azınlık olarak kabul ettiği Ermeni, Rum ve Yahudi toplumları dışındakilere kendi dillerinde eğitimi yasaklıyor. Sadece Kürtlere değil, müslüman olmayan Asuri-Keldanilere de... Prof. Baskın Oran ve Prof. Fikret Başkaya, Lozan Antlaşması'nın hükümlerinden Türkiye'nin işine gelmeyenlerin uygulanmadığını belirtiyor. Bu konuda kitap bile yazıldı. Özellikle konuyla ilgisi bakımından 39. madde önemli.
Lozan Antlaşması'nın 39. maddesinin ilgili hükmü şöyle: "Herhangi Türkiye tebaasının gerek münasebatı hususiye veya ticariyede, gerek din, matbuat veya her nevi neşriyat hususunda ve gerek içtimaatı umumiyede herhangi bir lisanı serbestçe istimal etmesine karşı hiçbir kayit vaz'edilmeyecektir.
Lisanı resmi mevcut olmakla beraber, Türkçeden gayri lisan ile mütekellim bulunan Türk tebaasına mehakim huzurunda kendi lisanlarını şifahî surette istimal etebilmeleri zımnında teshilatı münasibe ibraz olunacaktır."
Yanisi şu: "Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Resmi dil mevcut olmakla birlikte, Türkçeden başka bir dil konuşan Türk vatandaşlarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için uygun kolaylıklar gösterilecektir..."
Türkiye Cumhuriyeti, 340 sayılı yasayla, Lozan'ı iç hukukunda yürürlüğe koymuş durumda. Anayasa'nın 90. maddesi, "uluslararası antlaşmalarla kanunların uyuşmazlıkları halinde, uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağını" söylüyor. Ama Türkiye iyi bir manipülatif manevrayla Türk olmayanların haklarını gaspetmeyi sürdürüyor. Kürtlerin diline, dolayısıyla çocuklarının sağlıklı geleceğine bu antlaşmaya dayanarak ve maaselef bu antlaşmaya rağmen konulan ipotek duruyor.
AKP çekincede ısrarlı
Aile ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır'ın, Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin üç maddesindeki çekincenin kaldırılıp kaldırılmayacağına yönelik soru önergesine verdiği yanıtta, Türkçe dışında neden anadilde eğitimin olamayacağını dünyadaki diller ve resmi diller bağlamında savundu. Kavaf, çekincenin kaldırılmasına yönelik herhangi bir çalışma bulunmadığını söyledi. Üstelik Bakan Kavaf'a göre 20 milyon nüfuslu Kürtlerin çocukları kendi kültüründen yararlanma ve kendi dilini kullanma bakımından sorun yaşamıyor.
Amed Milletvekili Akın Birdal da Anayasa'nın 41. maddesinin değiştirilmesi görüşülürken önerge vererek, maddeye "Çocuk hakları sözleşmeleri çekincesiz olarak uygulanır" cümlesinin eklenmesini istedi. Önerge Genel Kurul oylamasında AKP'nin çoğunluğuyla reddedildi.
Sadece anadil mi?
Elbette çocukların sorunu sadece anadilde eğitim değil. Ama anadil çocuk haklarının elifidir. Devlet güçleri, 1989'dan bu yana 373 çocuk öldürdü. En son Mart 2010'da Van'n İran sınırına 10 kilometre uzaklıktaki Çaldıran İlçesi'ne bağlı Hangedik Köyü'nde, Çatak Anadolu Lisesi birinci sınıf öğrencisi 14 yaşındaki Mehmet Nuri Tançoban askerlerce vurularak öldürüldü. Erdoğan'ın 'kadın da olsa çocuk olsa güvenlik güçlerimiz gerekeni yapacaktır...' emrini verdiği Mart 2006'dan itibaren çocuk ölümlerindeki yükseliş dikkat çekiyor. Sadece 2006'da 17 çocuk öldürüldü. 2006'da öldürülen Abdullah Çetinkaya sadece 8 aylıktı. 2009'da Cizre'de öldürülen Mehmet Uytun 18 aylık...
Binlerce çocuk cezaevinde
AKP Hükümeti, sadece ölüm emri vermekle yetinmedi, acımasız bir terbiye politikası da uyguluyor. Terörle Mücadale Kanunu'nda yaptığı değişiklikle çocukların 'terörist' olarak ve ağır ceza mahkemelerinde yargılanmalarının önünü açtı. Adalet Bakanlığı verilerine göre, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 119 bin 82'ye yükselirken, tutuklu çocuk sayısı ise 2 bin 629 oldu. İstatistiklere göre cezaevlerinde 18-20 yaş arasında ise toplam 8 bin 554 kişi bulunuyor. Cezaevinde bulunan çocukların neredeyse yüzde 90'ı tutuklu; bir yıldır mahkemeye çıkarılmayanları bile var. TMK mağduru çocuklar, şiddetli bir müdahale sonucu gözaltına alındıktan sonra da tam bir şiddet sarmalının içine alınıyor. Gözaltında, cezaevinde fiziki şiddetten psikolojik tahribata kadar resmi ideolojinin mengenesinden sıkıştırılıyor. Türkiye'de cezaevindeki çocukların sayısı açısından Avrupa'nın üçüncüsü şerefine nail olmuş; ancak 'siyasi saiklerle' cezaevine kapatılan çocuklar konusunda ipi göğüslemiş durumda. Çocukların cezaevindeki toplam nüfusa oranı en yüksek olan beş ülke arasında Türkiye, ikinci sırada bulunuyor.
Çalışan çocuklar
Türkiye, 1998'de minimum çalışma yaşını 15 olarak belirledi ve 2001'de en kötü şartlardaki çocuk işçiliğini yasaklayan 138 ve 182 sayılı ILO sözleşmelerini kabul etti; fakat hâlâ 6-14 yaş arasında yüzbinlerce çocuk işçi var. Üstelik bunlar en sağlıksız koşullarda ve cüzi ücretlerle çalıştırılıyor. Bu rakamlar içinde evlerde çalıştırılan kız çocukları da yok.
'Bugünün küçükleri
yarının büyükleri'
Çocuklara bayram armağan edenin bizleri hayret içinde bırakan ve zekamızı zorlayan büyük özdeyişi "Bugünün küçükleri, yarının büyükleridir"in gereğinin nasıl yapıldığını, Çocuk Vakfı'nın değerlendirmesini baz alarak gösterelim:.
* Toplam hane halkının çoğunluğu sağlıklı olmayan fiziki ortamlarda yaşıyor
* Yoksulluğu şefkat siyasetiyle (yardım dağıtma) erteleme alışkanlığı
* Yoksulluğu şefkat siyasetiyle (yardım dağıtma) erteleme alışkanlığı
* Ailedeki ekonomik, sosyal ve kültürel kriz, aile içi çatışma ve şiddeti artırdı
* İşsizlik karşısında sosyal güvenliğin sağlanamaması sonucu, aile ve çocuk sorunları derinleşti
* Türkiye’nin aile ve çocuk merkezli insani gelişme ve refah göstergeleri dünya ortalamasının altında,
* Türkiye aile ve çocuk politikaları ile Avrupa Birliği'ne hazır değil
* Türkiye’nin aile ve çocuk merkezli insani gelişme ve refah göstergeleri dünya ortalamasının altında,
* Türkiye aile ve çocuk politikaları ile Avrupa Birliği'ne hazır değil
* Bebek ve 5 yaş altı çocuk ölümleriyle anne ölüm oranı hâlâ yüksek
* Anne ve çocuk sağlığı geliştirme programı yaygınlaştırılamadı
* Anne ve çocuk sağlığı hizmetlerinde bölgeler arası eğitim ve sağlık göstergelerindeki farklılık giderilemedi
* Çocukların beslenme bozukluğunun neden olduğu hastalıklar yaygın
* Çocuklarda ağız ve diş sağlığı oranı yüksek
* Beş yaş altı beslenme bozuklukları azaltılamadı
* Okul sağlığı hizmetleri dünya ortalamasının altında
* Adölesan sağlığı hizmetleri çok sınırlı düzeyde
* Koruyucu sağlık ve çevre sağlığı açısından Türkiye riskli ülkeler arasında
* Toplam hane halkının yüzde 20’si temiz su içemiyor
* Mayın, gösteri ve bombalama olaylarında çok sayıda çocuk hayatını kaybetti
* Okul öncesi eğitim oranı en düşük grup köy çocukları
* Okul öncesinde batı bölgelerinde oran daha yüksek
* Erken çocukluk gelişimi programı yaygınlaşamadı
* Kızların okullaşma oranı her alanda erkek öğrencilerin altında
* Türkiye’de sınıf ortalaması 36 (Dünya ortalaması 26)
* Türkiye’nin dünya ortalamasına göre 143 bin sınıf açığı var
* Örgün eğitim okuma alışkanlığı kazandıramıyor ve kitabı sevdiremiyor
* Okul başarısı ve hayat başarısı arasında denge kurulamadı
* Eğitimin gerçekleştiği fiziki mekânlar niteliksiz mimari yapılardan oluşuyor
* Türkiye, nitelikli genel eğitimde başarılı olamadı
* Ortaöğretimde bürüt okullaşma oranı yetersiz
* Eğitim süresi uzadıkça kızların okullaşma oranı düşüyor
* Türk eğitim sistemi felsefe öğretiminden uzaklaştı
* İlk ve ortaöğretimde sanat ve kültür eğitimi çok alt düzeyde
* Okullarda şiddet yaygınlaşma eğilimi gösterdi
* Türkiye, eğitimde yaş ve cinsiyet ayrımcılığını aşamadı ve durum eğitimin bütün aşamalarında kızların aleyhinde
* Türkiye, eğitim profili ve göstergeleri bakımından Avrupa Birliği standartlarına hazır duruma getirilemedi
* Anne ve çocuk sağlığı geliştirme programı yaygınlaştırılamadı
* Anne ve çocuk sağlığı hizmetlerinde bölgeler arası eğitim ve sağlık göstergelerindeki farklılık giderilemedi
* Çocukların beslenme bozukluğunun neden olduğu hastalıklar yaygın
* Çocuklarda ağız ve diş sağlığı oranı yüksek
* Beş yaş altı beslenme bozuklukları azaltılamadı
* Okul sağlığı hizmetleri dünya ortalamasının altında
* Adölesan sağlığı hizmetleri çok sınırlı düzeyde
* Koruyucu sağlık ve çevre sağlığı açısından Türkiye riskli ülkeler arasında
* Toplam hane halkının yüzde 20’si temiz su içemiyor
* Mayın, gösteri ve bombalama olaylarında çok sayıda çocuk hayatını kaybetti
* Okul öncesi eğitim oranı en düşük grup köy çocukları
* Okul öncesinde batı bölgelerinde oran daha yüksek
* Erken çocukluk gelişimi programı yaygınlaşamadı
* Kızların okullaşma oranı her alanda erkek öğrencilerin altında
* Türkiye’de sınıf ortalaması 36 (Dünya ortalaması 26)
* Türkiye’nin dünya ortalamasına göre 143 bin sınıf açığı var
* Örgün eğitim okuma alışkanlığı kazandıramıyor ve kitabı sevdiremiyor
* Okul başarısı ve hayat başarısı arasında denge kurulamadı
* Eğitimin gerçekleştiği fiziki mekânlar niteliksiz mimari yapılardan oluşuyor
* Türkiye, nitelikli genel eğitimde başarılı olamadı
* Ortaöğretimde bürüt okullaşma oranı yetersiz
* Eğitim süresi uzadıkça kızların okullaşma oranı düşüyor
* Türk eğitim sistemi felsefe öğretiminden uzaklaştı
* İlk ve ortaöğretimde sanat ve kültür eğitimi çok alt düzeyde
* Okullarda şiddet yaygınlaşma eğilimi gösterdi
* Türkiye, eğitimde yaş ve cinsiyet ayrımcılığını aşamadı ve durum eğitimin bütün aşamalarında kızların aleyhinde
* Türkiye, eğitim profili ve göstergeleri bakımından Avrupa Birliği standartlarına hazır duruma getirilemedi
* Türkiye, birbuçuk milyonu bulan korunmaya muhtaç ve kimsesiz çocuğa sosyal güvenlik sistemini kuramadı
* SHÇEK şemsiyesi altındaki çocuk yuvası ve yetiştirme yurtları yönetilemedi
* Yuva ve yetiştirme yurtlarını yerel yönetimlere devretmeyi öngören düzenleme yapılamadı
* Türkiye’de dört çocuktan biri yoksul
* Yoksulluk sınırındaki aileler sosyal güvence altına alınamadı
* Göç çocuklarının en çok yaşadığı iller Kürt bölgesi
* Özürlülerin sağlık, eğitim ve sosyal göstergeleri kötü
* Türkiye’de beş çocuktan biri çalışıyor
* Güvence altında çalışan çocukların izin, iş güvenliği, iş kazası, dayak ve azarlama sorunları aşılamadı
* Sokakta çalışan çocukların sayısında artış oldu
* Sokaktaki çocukların sayısı bilinmiyor
* Sokaktaki çocuklar için koruyucu, önleyici, tedavi ve rehabilite edici projeler yaygınlaştırılamadı
* Çocuk suçları konusu, çocuk adalet sistemi yerine, ceza yasaları içerisinde düzenlenmesi eğilimi sürdürüldü
* Suç işlediği ispat edilen çocukların tek seçeneği hâlâ ceza.
* 15 yaşın üzerindeki çocuklar hakkında ceza dışında bir seçenek yok
* 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, çocuk adalet sistemi yerine ceza kontrol sistemine dayalı bir yaklaşımla hazırlandı
* Çocukların, Çocuk Mahkemeleri dışında Ağır Ceza Mahkemeleri’nde yargılanması değiştirilemedi
* Çocuk Mahkemelerinin yaygınlaştırılması sağlanamadı
* Yargılamadaki çocuklara hizmet veren kurumların fizikî ve sosyal şartları iyileştirilemedi
* Türk çocuk hukuku ve çocuk yargılama hukuku standartları geliştirilemedi
* SHÇEK şemsiyesi altındaki çocuk yuvası ve yetiştirme yurtları yönetilemedi
* Yuva ve yetiştirme yurtlarını yerel yönetimlere devretmeyi öngören düzenleme yapılamadı
* Türkiye’de dört çocuktan biri yoksul
* Yoksulluk sınırındaki aileler sosyal güvence altına alınamadı
* Göç çocuklarının en çok yaşadığı iller Kürt bölgesi
* Özürlülerin sağlık, eğitim ve sosyal göstergeleri kötü
* Türkiye’de beş çocuktan biri çalışıyor
* Güvence altında çalışan çocukların izin, iş güvenliği, iş kazası, dayak ve azarlama sorunları aşılamadı
* Sokakta çalışan çocukların sayısında artış oldu
* Sokaktaki çocukların sayısı bilinmiyor
* Sokaktaki çocuklar için koruyucu, önleyici, tedavi ve rehabilite edici projeler yaygınlaştırılamadı
* Çocuk suçları konusu, çocuk adalet sistemi yerine, ceza yasaları içerisinde düzenlenmesi eğilimi sürdürüldü
* Suç işlediği ispat edilen çocukların tek seçeneği hâlâ ceza.
* 15 yaşın üzerindeki çocuklar hakkında ceza dışında bir seçenek yok
* 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, çocuk adalet sistemi yerine ceza kontrol sistemine dayalı bir yaklaşımla hazırlandı
* Çocukların, Çocuk Mahkemeleri dışında Ağır Ceza Mahkemeleri’nde yargılanması değiştirilemedi
* Çocuk Mahkemelerinin yaygınlaştırılması sağlanamadı
* Yargılamadaki çocuklara hizmet veren kurumların fizikî ve sosyal şartları iyileştirilemedi
* Türk çocuk hukuku ve çocuk yargılama hukuku standartları geliştirilemedi
* Türkiye’de çocuk ihmali ve istismarı yaygınlaşma eğilimi gösterdi
* En yaygın çocuk istismar türü ekonomik istismar
* Çocuklara karşı işlenen fizikî istismar türlerinin oranlarında artış gözlendi
* Cinsel istismar vakalarında artış oldu
* Çocuk pornografisi konusunda Türkiye riskli ülke
* Son üç yılda akranlar arası şiddet ve çocukların kesici alet ve ateşli silah kullanması arttı
* En yaygın çocuk istismar türü ekonomik istismar
* Çocuklara karşı işlenen fizikî istismar türlerinin oranlarında artış gözlendi
* Cinsel istismar vakalarında artış oldu
* Çocuk pornografisi konusunda Türkiye riskli ülke
* Son üç yılda akranlar arası şiddet ve çocukların kesici alet ve ateşli silah kullanması arttı
* Anayasa’nın çocuk hakları merkezli yeniden düzenlenmesi sağlanamadı.
Çocuklar kutlasın büyükler utansın
Kemalizm, kolektif bir travmanın kaynağı olarak kendini yeniden üretme kabiliyetine sahiptir. Bu sistem Kürt bölgesinde siyasi, askeri, kültürel ve ideolojik baskıyla yürüyor. Sistem böylece militarist ve otoriter niteliğini muhafaza ediyor. Muhafazanın 'güçlü ordu' gereksinimi de yukarıda sıraladığımız şekliyle Kürt çocuklarını perişan etmekle yetinmiyor bütün çocuk nüfusunu etkiliyor. Çocuk haklarına sıra mı geliyor?... Milliyetçilik, ırkçılık ve mantığı zorlayan sınırsız garabetlerle yüklü törencilik geleneği de sistemin, ikiyüzlülüğü artık perdelenemeyen kuruntularının gösterisi... Çocuklar masum ve büyüklerin hezeyanından muaf tutulmalıdır. Tamam Türkiye'nin çocukları, her bayramı doya doya kutlasın ama büyükler artık riyalarını cıvık bir tebessüm ile bize sunmasın...