Kürtlerin karşılıklı rıza üzerine kurulu barışçıl adımın sevincine muhtaç olarak Habur'da bir kez olsun gözyaşlarını mutluluk için akıtması, Türk tarafını incitmişti. Türk devlet erkanı, siyasi partileri, medyası ve entelijensiyası, Habur’daki barış coşkusu karşısında afallamış, sarsılmış, öfkelenmiş ve nihayet özüne rücu etmişti. 'Açılımın mimarı' diye anons edilen Başbakan, ıslık çalmakla yetinince, faşizmin transparan hali İzmir'de; kolektif hali de Bayramiç'te sahaya sürülmüştü.
Bayramiç'te Kürtlerin hedef alındığı gecenin ertesinde yani 27 Kasım 2009'da şunları yazmıştım: Türk devlet sistemiyle 200 yılı aşkındır sorunları olan, 86 yıldır hem sorunları katmerleşen hem de nispetinde direniş geliştiren Kürtler, hiçbir zaman karşısındaki gücü ‘Türkler’ diye somutlaştırmadı. Hesaplaşmaları devlet aygıtıyla oldu. İşte bu hesaplaşmanın güncel formatıyla tanışan Türkiye halkı, devlet filtresinden geçen bilgilerle donatıldı. Devlet bütün sistemi, yansıtmak istediği gibi organize etti ve evlatlarını alarak kurban ettiği Türklerin, salya sümük ‘bölünmez bütünlük’ edebiyatı yapmalarını sağladı. Devlet, ‘siz çok hassasınız’ dedi. Onlar da ‘evet yoksulluk içindeyiz, zihinsel dünyamızı, tarih algımızı, insani hasletlerimizi dumura uğrattın, yetinmedin evlatlarımızı alıp geri vermedin ama dediğin gibi bizden olmayanlara karşı çok hassasız’ dediler. Bu mutabakat, toplumun hatırı sayılır bir bömünü galeyana hazır, komut vereni de muteberli kılmaya devam etti/ediyor. İşte Bayramiç, bu müsamerenin pratikleştiği ilk yerlerdendi. 1991 yılı, yani artık Kürt serhıldanının istenmeden duyulduğu ve Batı yakasının da cenazelerle tanıştığı yıllar. Kayseri’de Diyarbakırspor’a yönlendirilen milliyetçi kusma test edilince, Bayramiç’te uygulandı. Kürtlere yönelmek için gerekçe bulmakta hem rahat davranıldı hem de öyle bir noktadan başlatıldı ki, ‘haketmişler’ denilebilsin. Bir keçiye tecavüz ettiği iddia edilen bir Kürt inşaat işçisine tepki biçiminde başlayan olaylar, Kürt karşıtı bir kalkışmaya dönüştü, cinayetler işlendi ve ilçedeki Kürtlerin önemli bölümü göç etmek zorunda kaldı. Daha sonra olayın, öyle olmadığı anlaşıldı. Bu durum Karadeniz, Ege, Akdeniz bölgelerinde de devam etti. Kimi zaman ‘cenazemiz geldi’, kimi zaman ‘kızımıza laf attı’, kimi zaman ‘amele geldiler işveren oldular’, kimi zaman da ‘huzurumuzu bozdular’ gerekçe oldu.
İnegöl'den Dörtyol'a
Bakın İnegöl ve Dörtyol'da da gerekçeler benzerdir. Ancak izah etme güçlüğü yaşanıyor. Dörtyol için PKK'nin 'polisleri öldürmesi'ni gerekçe olarak sunanlar, İnegöl'den PKK'siz bir seçeneği izahta zorlanıyor. İnegöl için 'rant, ticari anlaşmazlık, Bahçeli'nin konuşması'nı gerekçe sunanlar, bu kez Dörtyol'da bambaşka bir durumla karşılaşıyor. İşin içinden çıkılamaz 'referandum süreci ve AKP karşıtlığı' izahı ise başka dert.
Kimse kendisini kandırmasın; hele Kürt siyasetçiler hiç kandırmasın. 1 Haziran kararı ve sonrasındaki gelişmeler üzerine 18 Haziran'da durumu şöyle özetlemiştim: Tarihi, güçlüyken daha da büyüme, yenerken yoketme ve uzlaşmazlık üzerine kurulu talancı bir egemenlikle kurgulanan; yenilgiyi tadınca da iyi bir barış ve uzlaşma partneri olan Türk devleti, yenemediği, yok edemediği ama yenilemediği Kürtlerle son savaşını yapmak istiyor. Buna o kadar hazır ve bir o kadar da istekli ki kendi içindeki kargaşa ve minik iktidar oyunlarını rafa kaldırıp toparlandı; Yasama, Yürütme, Yargı, Asker ve Medya hemen topyekun mücadele moduna geçti... Kürt tarafının AKP'lileşerek sisteme entegre olmayı reddetmesi ve saldırı dalgasını fark ederek pozisyon değiştirmesi ardından devlet, kitlesel kıyım dışındaki tüm kozlarını sahaya sürdü...
Tuzağın birinci ayağı
Bu kozlar, KCK iddianamesinin kabulünden gerilla cenazelerine işkenceye kadar geniş bir uygulama alanını kapsıyordu.
Yine dikkat ederseniz bir de işin havuç kısmı tedavüle girdi. Savaş karşıtı bir cephe dizayn etmek; ancak bu cephe ve oluşturacağı barış refleksini Kürt gerillaların karşısına dikmek istediler. Bunun kabul görmeyeceği olasılığına karşı da sicili temiz olmayan maharetli kalemleri eliyle 'ya teslimiyet ya da ayrılık' seçeneği pompalandı. Fakat Kürt illerindeki sivil toplum örgütleri bu tuzağa düşmedi. PKK'nin karşısına dikilmesi istenen 649 sivil toplum örgütü devletin bütün günahlarını hatırlattı, ardından mevcut iktidarın sicilini ekledi, nihayetinde savaşan iki güce çağrı yaptı. Unutmayın ki sivil iradenin bu deklarasyonu Taraf'tan Yeni Şafak'a kadar AK Parti'ye yakın medyada kaale alınmadığı gibi diğerlerinin de dikkatine mazhar olamadı.
Tamamlayıcı ikinci ayak
Sıra 'ya teslimiyet ya ayrılık' seçeneğine geldi. Çünkü bu seçeneğin muhatabı Türk kentlerindeki Kürtlerdi: Burada rahat yaşamanın şartı Kürt siyasetinin karşısına dikilmendir. Entegrasyon sürecini hızlandır, asimilasyonla taçlandır. Aksi taktirde geldiğin yere geri dönersin... Şimdi yapılan diğer iki alandaki uygulamalarla eşgüdümlü terbiye etme operasyonlarıdır. Bunun için pilot bölgeler seçiliyor. Yoksa İstanbul'dan başlamak büyük risk taşırdı. Siz bakmayın birbirleriyle itişip kakıştıklarına. Devlet, kontrollü bir operasyon yürütüyor. Başarısızlığı, Kürtlerin basiret ve sebatı birleştirerek savunma başarısına bağlı...
Kürtlerin karşısındaki devlettir
Kürt siyasi tutsaklar, 14 Temmuz'dan beri Türk mahkemelerini boykot ediyor. KCK ve BDP 'Demokratik Özerklik'in meşruiyetini hatırlatıyor. Referandumla ötelenecek yeni anayasa istemi için boykot seçeneğini tartışıyor. Tarihinin kirli mirasını sahiplenen bir devletin boş duracağını mı sanıyorsunuz? En sağından en soluna kadar bu aralar yükselen sesleri duyuyor musunuz?
Kürtler, 'Ülkücüler', 'Alperenler' vesaire diyerek kendilerini avutmasın. Bu teşhis Türk metropollerindeki halkımızı Türk liberal sağının merhametine sığınmaya zorlamaktan başka birşey değildir. Karşımızda, ceberrut bir devlet vardır. Bu devlet, organizasyon yeteneğini defalarca 'tek millet' itirazcılarının gözüne sokmuştur. Bundan kurtulmanın tek yolu Türk devlet vesayetini ve bütün ideolojik gömleklerini reddetmektir. Yoksa İngiltere Başbakanı ile kahkahalar atan Başbakan Erdoğan'ın 'dostum David' rahatlığıyla niye günlerdir 'aziz milletim sakin ol' demediğini anlayamayız.
Kürt'ün işi çok zor
Bayramiç için yazdıklarımın son bölümüyle kapatayım ama siz oraya İnegöl veya Dörtyol da diyebilirsiniz: Köyleri yakıldı, ocakları söndürüldü; babaları, kardeşleri katledildi. Yaylası yasaklandı, arazisi mayınlandı; aç, perişan bırakıldı. Topraklarından sürüldü. Mecburen ‘Bayramiç’teki Kürt’ oldu. 30 yıl önce Bayramiç diye bir yerin olduğunu bile bilmiyordu. Şimdi herkes kendisini gece 24:00’te evi taşlanan, küfür edilen ‘Kürtler dışarı’ diye seslenilen Bayramiç’teki Kürt’ün yerine koysun. Karakol’da polis dayağına maruz kalırken kapıya biriken binlerce kişinin ‘bize verin’ diye beklediği Kürt’ün yerine koyun. Bayramiç’teki Kürt, bu kin ve nefretin altındaki ırkçı duygunun dışa vurumu karşısında kendisini nasıl savunsun? Bin yıllık kardeşlik güzellemesinin, yemin billah bölünmezliğin, en ufak bir sinyalle ‘gidin’e dönüşmesini nasıl yorumlasın?...
Kürt’ün işi çok zor...