87. kuruluş yıldönümünü kutlayan Türkiye Cumhuriyeti, katı tekçil zihniyetine sarmaladığı koruma refleksleriyle 'Türk' etnisitesinin 'Sünni' itikadının kutsanıp, şekillenmesine mesai harcarken, bu dairenin içine çekemediklerini ret, inkar ve zor ile karşı karşıya bıraktı. Kurulduğu günden bu yana sürekli sıkıyönetim, olağanüstü hal, yasak bölge, yasak hal, hassas durum, özgün şartlar sarmalında bir asrı heba etmenin kıvancını yaşıyor. Şimdi de dünyanın güncel dayatması ve toplumsal tazyikin motive ettiği ciddi değişim sancısına düşük yaptırmanın hilelerini arıyor. Cumhuriyet, insanlığa ve demokrasiye karşı direniyor...
Dünden beri neredeyse bütün kadehlerin “Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü” üzerine kalktığı bir kutlamaya tanık oluyoruz. Devlet erkanının önemli bir bölümü Kürdistan’dan damıtarak kadehlerine doldurdukları kan ve düşmanlığı doya doya yudumluyor. Kuruluş sürecinden itibaren entrikalarla geçen bir geçmişe sahip olan Türkiye Cumhuriyeti, 87 yıllık dönem içerisinde devletin bekasını “Komünizm-Kürtçülük-İslamcılık belası”ndan korumak için İstiklal Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Özel Yetkili Mahkemeler; toplu katliamlar, terbiye etme ve kıyım seferleri, kirli savaşlar, darağaçları, sokak infazları, gözaltında kayıplar, hapsetmeler gibi yöntemlere başvurdu. Sistem, Kürtlerin itirazı söz konusu olunca bu tür uygulamalarında zirve yaptı. 90'lardan itibaren kontrgerilla azgınlığı, faili belli cinayetler, köy ve orman yakmalar, köy boşaltmalar, toplama kampları, toplu ve teşhirci işkence seansları ve insansızlaştırma uygulamaları hızla yürürlüğe konuldu. Ülkenin yasama, yürütme, yargı organları ve medyası kirli savaşa lojistik destek sunmakla yükümlü duruma geldi. Hakikati konuşan, resmi enformasyon merkezlerinin dışında bilgi üreten bütün birimler cezaevine konuldu, ülke yarı açık bir cezaevine dönüştürüldü. Ama bütün bunlara rağmen Kemalist cumhuriyet, Kürt hareketinin ağır darbeleriyle çatırdadı, ikinci büyük tehlike gördükleri ‘İslami’ tandanslı kadrolara yönetimi bırakmak zorunda kaldı. Şimdi artık karargaha sıkıştırılan bir Genelkurmay Başkanı ile askeri vesayetin açık halinin bitirilmesi ilanına karşı direnen sivil Kemalistler var...
Mevcut cumhuriyetin artık hüküm sürecek takati kalmadı, ancak güncelleme yeteneği olan Kemalizm, AKP Hükümeti'nde hayat bulduğu için yeni yüzüyle bir süre daha devam edecek...
87 yıllık zulüm düzeninden kısa bir hatırlatma yapalım.
36 yılı sıkıyönetimle geçti
Türkiye insanı tam 25 yıl 9 ay 18 günü sıkıyönetimle, 19 yılını ise Olağanüstü Hal ile geçirdi. Bu rakamlar birleştirildiğinde cumhuriyetin yarısına denk geliyor. Yani resmi rakamlar ışığında cumhuriyetin yaklaşık 45 yılı olağandışı koşullar altında yaşanmış oluyor. 2002’de 24 yaşında olan bir insan ise hiç olağan gün yüzü görmemişti. Türkiye’de 12 değişik olay yüzünden sıkıyönetim uygulamasına geçilmiş. Bu olaylar; erken başlayan Şêx Said öncülüğündeki Kürt ayaklanması, Kubilay Olayı, 2. Dünya Savaşı, 6-7 Eylül Olayları, öğrenci gösterileri ve 27 Mayıs, Aydemir olayı, 15-16 Haziran işçi olayları, 12 Mart, Kıbrıs İşgal harekatı, Irak İç Savaşı, yaygın şiddet hareketleri ve 12 Eylül Darbesi. 12 Eylül Darbesi ile ilan edilen ve 1987 yılına kadar süren sıkıyönetimin bazı illerde kaldırılması ve PKK’nin 1984 yılında silahlı eylemlere başlaması ile Olağanüstü Hal uygulaması Kürt illerinde uygulanmaya başlandı.
İlk sıkıyönetim uygulaması Kürt ayaklanması üzerine 23-24 Şubat 1925 yılında 13 ilde (Kürdistan’da) uygulamaya konuldu. Sıkıyönetimin en son kalktığı tarih ise 19 Temmuz 1987. Sıkıyönetimin en fazla uygulandığı süre ise 7 yıl bir ay ile 2. Dünya Savaşı sırasında yürürlüğe konuldu, bunu 12 Eylül’de uygulanan 6 yıl 10 ay 7 gün takip etti. En az sıkıyönetim Irak İç Savaşı üzerine sadece 1 gün uygulanmış. Olağanüstü Hal Uygulaması ise, 19 Mart 1984’te yürürlüğe girmiş ve Kasım 2002’ye kadar devam etmişti. Olağanüstü Hal’in en fazla uygulandığı yer Kürdistan. Olağanüstü Hal, Kürdistan’ın bazı bölgelerinde halen gayri resmi olarak devam ediyor.
Sıkıyönetim ve Olağanüstü Hallere neden gerek duyulduğunu 1931 yılının Başbakanı İsmet İnönü şöyle izah ediyordu: “Bir olay olduğunda önce mülki idare ikne edecek, ihtar edecek, tembih edecek sivil güvenlik güçlerini ve Jandarmayı kullanacak, olayları bastıramazsa o zaman askeri birliklere başvuracak. Asker müdahale edince de kendi yöntemlerini acı da olsa kullanarak olayları önleyecek.”
Şêx Said Ayaklanması (1926-1927): Resmi rakamlara göre 5 bin 10 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 2 bin 231’i mahkum edilirken, 420 kişi idam edildi. Birçok insan da mecburi iskana tabi tutuldu.
Kubilay Olayı (1931): Resmi rakamlara göre 300’ün üzerinde insan tutuklandı. Akıbetleri öğrenilemedi.
2. Dünya Savaşı (1940-1947): Sıkıyönetim ilan kararı 25 Kasım 1940 tarihinde TM’nin gündemine geldi ve aynı gün ilan edildi. Türkiye bu savaşa girmedi ama önce 3 ay olan Örfi İdare (Sıkıyönetim) süresi daha sonra 6 aya çıkarılarak tam 16 kez uzatıldı.
Trende ilan edilen sıkıyönetim 6-7 Eylül olayları (1955-1956): Binlerce insanın gözaltına alınması ile sonuçlanan sıkıyönetim Başbakan Adnan Menderes tarafından İstanbul-Ankara treninde karar verilmiş ancak Bakanlar Kurulu karar için 5 gün sonra toplanabilmişti.
Öğrenci gösterileri ve 27 Mayıs üzerine (1960-1961): “Bugün İstanbul’da tahrikler ve önceden yapılmış tertipler neticesinde vuku bulunmuş olan müessif hadiselerin yatıştırılması sırasında, devlet kuvvetlerine karşı vaki mukavemet hareketinin amme huzur ve asayışını ihlal edecek istidat göstermesi” gerekçesiyle Başbakan Adnan Menderes 28 Nisan 1960 günü sıkıyönetim ilan etmişti. Bu dönemde yine her zamanki gibi kurulan Tahkikat Komisyonu ilk iş olarak siyasal partileri kapatmış, siyasi faaliyetler yürüten örgütlerin kurulmasını yasaklamıştı.
Bu sıkıyönetimin ilanından sonra yapılan 27 Mayıs Darbesi ile o zamanın DP yöneticileri idam edilerek ülke yine “Kardeş Kavgası”ndan kurtarılmıştı. Darbeyi gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi (BMK), 235 general ve 5 bin subayı re’sen emekliye ayırmış, ‘Ağaların Doğu Anadolu’daki etkisini kırmak’ gerekçesi ile Kürt önde gelenlerinden 55’i batıya sürgün edilmiş, 147 öğretim görevlisi de üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırılmıştı.
15-16 Haziran İşçi olayları (1970): 15-16 Haziran 1970’deki işçi direnişlerini o zamanın Başbakanı Süleyman Demirel bir ayaklanma olarak değerlendirmiş ve İstanbul, Kocaeli ve Gebze’de bir ay süre ile sıkıyönetim ilan etmişti. “Bu olaylar ve tertibin bir tahrikin mahsülüdür. Tertip ve tahriçki DİSK’tir” diyen zamanın İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu, DİSK’i hakların ve hürriyetlerin düşmanı ilan etmişti. Olaylar sırasında resmi açıklamalara göre 3 kişi ölmüş 42’si ağır 92 kişi yaralanmıştı. Birçok sendika yöneticisi gözaltına alındı.
12 Mart (1971-1973): Muhtıranın ilerici, reformcu ve kansız bir darbe olarak niteleyenlerin arasında Türkiye solunun çeşitli kesimleri de vardı. Ancak gelişmeler beklenen sonucu vermedi. İdamlar arka arkaya gelmeye başladı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilirken, Mahir Çayan ve arkadaşlaı ise Kızıldere’de öldürüldü. Birçok insan tutuklandı, işkencelerden geçirildi.
1973-1980 dönemi Kıbrıs işgal harekatı, Irak İç Savaşı nedeniyle ilan edilen sıkıyönetimin dışında Ecevit, Sadi Irmak ve Demirel dönemi sıkıyönetimleri ile geçti.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi: “Asmayıp da besleyelim mi?” anlayışı ile ülke yönetimine el koyan generaller, Kemalizmin yeni döneme uygun formatını tahkim etti. Darbe sonucu tutuklanan ve gözaltına alınan bir çok insan işkenceler sonucu öldürülürken, birçok insanın akıbeti konusunda da bugün dahi sağlıklı bilgilere ulaşılamadı. Darbe sonucu bütün siyasi partiler, demokratik kitle kuruluşları, dernekler kapatıldı. Parti liderleri bir süre gözaltında tutuldu. Kürt coğrafyasına zulüm yağdı.
Olağanüstü Hal Kürt illerinde
PKK’nin 1984’te başlattığı silahlı mücadeleden sonra Türkiye Cumhuriyeti Kürdistan’da Olağanüstü Hal uygulamasına geçti. 2002’ye kadar onlarca kez uzatılan Olağanüstü Hal’in getirdikleri gizlenen savaşın öyküsü oldu. İnsan hakları raporlarına geçen rakamlar OHB’nin somut halini verebilir:
Gözaltında ölüm ve yargısız infaz sonucu binlerce kişi katledildi. 17 binin üzerinde insan ‘faili meçhul’ katledildi/kaybedildi. 4 bin köy yakılıp, yıkılırken, milyonlarca insan zorla göçettirildi. Devletin resmi rakamları 40 binin üzerinde insanın savaşın her iki cephesinde yaşamlarını yitirdiklerini söylüyor. Halen binlerce insan cezaevlerinde.
Onbinlerce insan gözaltına alındı, yüzlerce gazeteci, yazar, yayıncı, sendikacı tutuklandı. Gazeteler, dergiler toplatıldı, yayınevi, gazete ve dergi binaları ile partiler basıldı, bombalandı. Siyasi partiler kapatılırken, milletvekili öldürüldü. DEP’in kapatılması ile milletvekillerinin milletvekillikleri düşürülerek, cezaevine konuldu.
Açıkyeşil Kemalizm
Gelelim Avrupa Birliği'ne girmek isteyen, etrafına caka satmaya başlayan muhafazakar-demokrat iktidarın Türkiyesi'ndeki duruma. Dünya sistemine entagratif bir ekonomik düzenin asgari koşullarına sahip, uluslararası yükümlülükleri benimseyen ve içerde de demokrasi havarisi kesilen siyasi kadroların Türkiyesi'ne. Tabi bu kadronun, paralel toplum içinden sistem içine devşirildiği notunu düşerek. 'İrticai faaliyetlerin odağı’ iddiasıyla mahkum edilip dokunulmayarak sistemin iç partneri haline getirilen AKP döneminde de Cumhuriyetin Kürtlerin önüne koyduğu bütün bariyerlere sadık kalındı. 1997'de değiştirilen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin içi doldurulmaya çalışılırken, bu durum demokrasi hamlesi olarak pazarlanmaya devam ediliyor. Kürt partileri kapatıldı, demokratik Kürt muhalefetinin bütün bileşenleri terbiye seanslarına alındı. Cezaevleri dolu, savaş bitmemiş, ihlal istatistiklerinde oklar hep yukarı doğru...
İşte 87 yılın tartışılmaz sahibi Türk ordusu, şimdi kameraların önünü terk edip arkasındaki varlığını sürdürüyor. Kollektif bir travmanın kaynağı olarak kendini yeniden üretme kabiliyetine sahip Kemalist sistem, Kürt bölgesinde siyasi, askeri, kültürel ve ideolojik baskıyla yürüyor. Sistem böylece militarist ve otoriter niteliğini muhafaza ediyor.
Cumhuriyet şimdi bünyesinde ehlileştirdiği Türk sağının açıkyeşil rengiyle mutluluk pozları verirken, Kürtlerin vebalinden kurtulmanın numaralarını arıyor...
Milliyetçilik, ırkçılık ve mantığı zorlayan sınırsız garabetlerle yüklü törencilik geleneği de sistemin, ikiyüzlülüğü artık perdelenemeyen kuruntularının gösterisi...
Resepsiyonun evsahibesi ha başı açık Mevhibe Hanım ha başı kapalı Hayrünnisa Hanım olmuş; önemli olan Cumhuriyet'in halen Cumhururet Bayramı olarak kutsanmasıdır.
Bu rejim ile reddettiklerinin sorunu bitmedi...