Mutki, yüzlercesinden biridir...
Mazlum Kürtlerin itirazına karşı devletlerin korkaklıklarının üstüne zalimane attıkları kanlı bir örtüdür. Kaçınılmaz olanı ertelemenin telaşıyla nasıl fışkıracağını hesaplamadıkları beden tarlasıdır. Akmayan Zilan, kırmızı akan Munzur, insan bedeniyle büyüyen Ağrı, napalm yağan Halepçe, tek gösterimlik Amude'dir. Kasaplar Deresi ve Asit kuyuları ile kardeştir Mutki... Mezarsız Şeyh Said, Seyid Rıza, Cibranlı Halit ve hatta Bediüzzaman Said'dir. Bazen zindan, bazen dağ, bazen ovadır ama hep barbarlık geçidine selam durmamanın insanı yücelten payesidir...
Mutki'nin nüfusu henüz 3 bin olamadı ama bir kavşak noktası ve Kürt itirazındaki yeri açısından tarihi önemi hep oldu. Türk devletinin, 1925'ten itibaren sistemli yürüttüğü politikadan burası da nasibini aldı; katliamlar yaptı, demografik yapıyla oynadı. Bir dönemin önemli merkezlerinden olan Mutki'nin, 84'ten sonra yine nüfusuna nüfuz edildi, koruculuk habisi, çetecilik azdırıldı. Şimdi de devlet yanlısı saldırgan bir zümre işbirlikçiliğini güncelledi ve karşılığını alıyor...
Dikkat ettiyseniz Mutki'de kemiklerin çıkışı istem dışıydı, sistem duymadı. Ne siyasal iktidar, ne askeri bürokrasi ne de partiler ilgi gösterdi. Akedemiası, düşün dünyası, medyası ve sendikası başka havadislerle meşgul...
Mutki'deki mezalimin minik bir kısmının görünmesine karşı sessizliğe şaşırmayın; çünkü yargısız infaz, ceset teşhiri, parçalanması ve toplu gömülmesi, devlet politikasıydı. Türk devletinin bir gaddar subayının veya savaş psikolojisinin esir aldığı bir kaç askerinin ürünü değildi. Türk devleti, mahir bir geleneğin sürdürücüsü olarak bilerek, isteyerek ve gururla bu metodlardan sakınmamıştır. Bunun için tek bir er/erbaşın yargılandığını duydunuz mu? Zımmetli kasaturasını kaybedeni bile yargılayan, nöbette gevşekliği ölümle cezalandıran bir askeri disiplinden bahsediyoruz. Duymadınız... Meşhur bir kaç ismin Ergenekon davası ve türevlerinde görünmesinin gerekçesi de, ellerinin Kürt kanına bulaşması değil...
İnsanı öldürmekle yetinmemek, öldürme biçimi ve sonrasını kapsayan ritüel, devlet gücünün zihinlere kazınma biçimiydi. İtiraz edenlere ibret olsun; etmeyenlere de canlı ölüler olarak örnek almaları öngörülüyordu. Toplum kendi içine gömülüp, kaderine razı olacak, sinip boyun eğecekti. Köpeğin ağzındaki insan koluna bile kayıtsız kalabilmenin tarifi sadece can korkusu değil, korkular bütünün ezdiği insanın, kendi hasletlerinden firarıydı...
Şimdi bu cehennem vadisi Mutki, benzerleri gibi bütün utancının üstüne oturuyor. Travmaya bakınız; AKP'li Belediye kente slogan olarak "Doğunun gülen yüzü"nü seçiyor. Yerüstü o zaman da şimdi olduğu gibi sessizdi. Yoksa bir halkın gencecik bedenlerde somutlaşan umutlarını, hayallerini, özgürlük istemini yeraltına sürmeye cesaret edebilirler miydi? O gün de, şimdiki gibi, memlekette Rumeli-Anadolu havası ama farklı enstrümanlarla çalınıyordu...
Toplu mezarla simgeleşen Mutki, bir aynadır. Devlete, iktidara, sistem içi ve dışı muhalefete; Kürtlere, Kürt siyasetine, Kürtlük diyarına; aslında duyabilen insan soyuna. Asıl sorun bu ayna ile yüzleşebilmektir. Mutki'ye itiraz, yenilere kapıyı kapatmak; adalet, hukuk, demokrasiyi yerleştirmek ve hak gaspından vazgeçmektir...
Toplu mezarlar artık ıslık çalınarak geçilmiyor. Artık hakikat ve çözümden kaçmak, toplum mezarlığına razı olmaktır...
Bugün Mutki aynasına bakamayanlar, bakmayı reddedenler, yarın insanlığa karşı suçlarından dolayı bir uluslararası mahkemede, mazlumlarla/mağdurlarla yüzleşmeyi göze alsın...
Bugün Mutki aynasına bakamayanlar, bakmayı reddedenler, yarın insanlığa karşı suçlarından dolayı bir uluslararası mahkemede, mazlumlarla/mağdurlarla yüzleşmeyi göze alsın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder