Türk devletinin yazılı akitlerine bile bağlı
kalmadığını; dönemsel kabullerini de feraha kavuştuğunda rafa kaldırdığını en
çok Kürtler bilir. İki tarafın da referans gösterdiği 1924 öncesinin bütün
sözlü ve yazılı metinlerinin üzerinde bir asra yakındır zulümle tepiniliyor.
Yeni iktidarın, meşruiyeti yasal/yazılı bir sözleşmeye bağlamaktan ısrarla kaçınmasının
hikmeti nedir? Bu teknik ayrıntı karşısında
bile "Öcalan terk etme mesajını çok net verdi. Anlamıyorlarsa Öcalan
onlara bir şey daha söyleyecektir. Çekilmede yasal düzenleme yok. Tek ve son
karar bu" denilerek kestirip atmanın ve bu gücü, Öcalan üzerinden devşirmeye
kalkışmanın, alaturka kurnazlık ve hilenin ilk etapta fırlamasıdır.
Tekrarlar trajedyası
Yakın tarih hafızamızı tekrar yoklayalım.
Dönemin Cmuhurbaşkanı Turgut Özal'ın girişimlerini
hayatıyla ödeten Türk devleti, Güreş-Çiller liderliğinde 1925-1939 aralığının
bütün mirasını güncelleyip zenginleştirerek kustu. Karadayı-Kıvrıkoğlu, benzer
hedefe farklı yöntem ve bileşenlerle gitmeyi denediler. Milli Görüş'ün lideri
Necmettin Erbakan'ın ılımlı çözüm arayışları sekteye uğradı. Ecevit'in liderliğini
yaptığı koalisyonun kaotik aralığının ardından gelen AKP, devletin 1997'deki
konseptini esas alarak zenginleştirdi. PKK, 2005'te yeniden silahlara sarılınca
2006'da Ahmet Türk ve Avrupa ile görüşmeler yeniden başladı. Öcalan'ın 2009'dan
itibaren 'devlet heyeti ile' tabir ederek sürdürdüğü görüşmeler, 2006 girişiminin
sonuçları üzerinden gelişti. 2010'un sonlarında ciddi bir şekilde tıkandı.
Bir paragrafa sığdırdığımız bu tarih aralığında
10 binlerce insan toprağa düştü, binlerce insan kaybedildi, binlerce yerleşim
yeri yok edildi, milyonlarca insan göçertildi, hapishaneler taştı…
Öcalan, Ocak 2011'de görüşmelerini anlatırken
devletin Kürt sorununa yaklaşımında köklü değişimler yaşandığını söyleyerek, değişime
gidenin ontolojik devlet olduğunun altını çiziyordu. "Benim üzerimden
sürecin yürütülmesinin daha pratik ve hızlı sonuç alıcı olduğu
kanaatindeler" yargısının kamuoyuyla da paylaşılmasını istiyordu. Görüşmelerde
pratik öneriler aşamasına gelindiğini aktaran Öcalan, devlet heyetinin pratik
önerilerini makul-olumlu bulduğunu, tartışıp döneceklerini söylüyordu. Üstelik
devlet heyeti, 156 sayfalık Yol Haritası'nda işlediği ilkesel çerçeveyi de
olumlu karşılamıştı.
15 Ağustos 2009 tarihli Yol Haritası'nın üç
basamaktan oluşan pratik adımları, tamamen şeffaf ve karşılıklı yükümlülük
öngörüyordu.
06 Temmuz 2011'deki görüşmelerde hem devlete hem
de Kürt tarafına sunduğu protokollerin varılan bir mutabakat metni olduğunu açıklıyordu.
"Protokoller önümüzdeki süreçte atılacak somut ve pratik adımlara ilişkin
devletle mütabakata vardığımız uzlaşma metinleridir" diyen Öcalan, iki
konseyin (Barış Konseyi ile Anayasa Konseyi) oluşturulmasına-kurulmasına ilişkin
anlaştıklarını deklare ediyordu. BDP ve Blok milletvekillerinin Meclis'te yemin
etmemesinin doğurduğu krizin "mutlaka yazılı bir mutabakat"la
çözülmesini salık veriyordu.
Öcalan, yaptığı görüşmeleri ne kadar önemsediğini
anlatırken heyete güvenini de ekliyordu: "Burada benim oyalanmaya çalışıldığıma,
heyetin ciddiyetsiz yaklaştığına inanmıyorum. Heyetin böyle bir yaklaşımı olmadığı
gibi ben de çocuk değilim, kandırılayım."
Bu kez farklı mı?
Bilindiği gibi bütün bu trafik, 12 Haziran
seçimlerinin ardından soğutuldu, durduruldu. "Umarım AKP de bizi yanlış
anlamaz" diye şerh düşen Öcalan'ın felaket olarak nitelendirdiği dönem, 12
Haziran seçimlerinin verdiği güven patlamasıyla başladı.
Bedeli iki taraf için de ağır olan sonuçların ardından
yeniden görüşmeler başladı.
Arkalarında uzun bir görüşme ve çatışma ikilemi bırakan
tarafların her restinin, sapmasının, hilesinin faturasının ağırlığı ortada.
Öcalan, daha Kürt tarafının önerilerini almadan bile 2. BDP heyeti ile yaptığı
görüşmenin Milliyet'te yayınlanan tutanaklarında "Devlete güvenmeyin"
şerhini tekrar ettikten sonra "Çekilmeden çekilmeye fark var. Tek taraflı bir çekilme olmayacak. Çekilme parlamento kararı ile olacak.
Başbakanın
dediği 'Çekilsinler onlara karışmayız' demesiyle olmaz. TBMM onaylayacak,
çekilme komisyonla olacak. Ne PKK’nin sandığı, ne AKP’nin sandığı gibi bir
çekilme olur. Hakikat komisyonu da kurulacak. Akil adamlar denetiminde olacak.
Çekilme o zaman olacak. Köylere geri dönüş olacak. Bunları yapmazlarsa geri
çekilme olmaz" diyor.
BDP heyetlerinin görüşme trafiğinden ve kamuoyuna
açık bilgilerden anlaşılan Öcalan'ın BDP, KCK ve Avrupa yapılanmasının cevabi
mektuplarının yanı sıra Türk devletinin de cevabını dikkate alarak bir programı
ortaklaştıracağı yönündeydi. Amed Newrozu'nda açıklanan manifesto, Türk
Hükümeti'nin engeline takılmadığına göre herkesin ne yapacağı da bellidir.
Ancak ne sıradan Kürt bireyi ne de Kürt hareketinin en tepesinin Türk
Hükümeti'nin ne yapacağına dair elinde net ve somut bir belge yok.
Kim ayak sürüyor?
2009'da başlayan görüşmeler 2006'nın devamı, yeni
görüşmeler de 2009'un devamıysa mutabakatın ana hatlarında da ciddi değişiklik
yok. Belki sıralama, öncelikler, isimlendirmeler gibi toplum psikolojisi hesaba
katılarak tashih edilen noktalar vardır. Amed Newrozu'nda sunulan metinden anlaşıldığı
kadarıyla temel parametreler ve ana omurgadan bir sapma yok. Buna rağmen Türk
tarafı, bütün kanatlarıyla kilitlenmiş durumda. MHP ve CHP, iktidarın elini
Kürt tarafına karşı güçlendirirken TSK, yasal yükümlülüğünü hatırlatıyor. 'Türk
hassasiyeti' heyulasına türlü çıkınlarla destek atılıyor. Meclis Başkanı,
"Meclis'i karıştırmayın" derken Başbakan, yetkinin kendilerinde olduğunu,
tek karar mercii olduğunu söylüyor. Başbakan'ın başdanışmanı, Meclis'in devreye
girmesiyle PKK'ye meşruiyet kazandırılmaya çalışılmak istendiğini, buna müsaade
etmeyeceklerini çalınca bütün iktidar korosu da eşlik ediyor.
Kanlı tarihin gereği
Kürtler, yasal güvenceler, yazılı sözleşmeler ve
açık işleyişler istemekte kanlı tarihlerinin gereği haklılar. Öcalan'ın BDP
heyeti ile yaptığı görüşmeleri bile "yok hükmündedir" keskinliğinde
reddeden anlayışın, dönüp dolaşıp eski bir oyunu devreye sokmasının kıymeti
harbiyesi yok. Daha düne kadar küçümsediği, hakir gördüğü, türlü sıfatlar yakıştırdığı
Öcalan'ı yüceltip geri kalan bütün Kürt aktörleri aşağılayarak varılacak
huzurlu bir menzil yok. Türk tarafı, Öcalan'ın Tanrı, bütün Kürtlerin de koşulsuz
biat eden kullar olmadığını idrak etmekten yoksun değildir. Klasik bir entegre
strateji hilesiyle yol alınmaz. Gönderdiği mektuba taslak deyip "üzerinde
cesurca tartışın, öneri ve eleştirilerinizi gönderin ona göre revize
edeyim" diyen Öcalan ile Kürtler arasındaki bağın sembolik önemi yadsınıyor.
Kürtler, Türk tarafının lanetlediği Öcalan şahsında kendi tarihini, kaderini,
çaresizliğini ve çaresini görüyor. Öcalan'ı söylediklerinden bağımsız olarak
tarihsel travmasının tersyüz edileceğinin umudu olarak mitleştiriyor. İdam
edilen isyan liderlerinin sonuncusunu kurtarmanın ebedi şerefini edinme
gayesiyle sahipleniyor. Kürtler, toprağa verdiği onbinlerce evladının aziz hatırasına
halel getirmeden bu zorlu koridoru bütünlüklü ve hasarsız geçmek istiyor. Kürt
tarafının bu psikolojiyi yönetmek gibi bir sorumluluğu var, dolayısıyla tek bir
yanlış adım atma lüksü yoktur. Kürtlerin araçları değişebilir ama menzilleri
bakidir.
Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret