İki devşirme Kürt (Hüseyin Çelik ve Kemal Kılıçdaroğlu), İskenderun'daki eylem ile İsrail'in yardım gemilerine saldırısının aynı zaman dilimine denk gelmesini 'manidar' bulmuşlar. Elbette benzer şeyleri daha önce Başbakan, Kürt gerillalarının Karadeniz hattındaki eylemleri için ifade etmişti. Türk medyasının 'önemli' kalemleri de bunun argümanlarını denkleştirme telaşına düşmüşlerdi. Kürtler, başından beri benzer suçlamalara maruz kalıyor. Kimi zaman 'Rus piyonu', kimi zaman 'emperyalizmin uşağı' olarak anıldılar. Bunlardan tatmin olmayan Türk düşün dünyası, 'Yok ya aslında Kürt hareketi bizim devletin bizzat kurduğu, yönlendirdiği ve varlığından memnun olduğu bir organizasyon' demişken birden yine rotayı kırdılar. Şimdi en popüler 'düşmanları' İsrail. Kürt hareketi de olsa olsa İsrail'in taşeronu...
Bu adamlar cahil dersem olmaz, cahil demezsem de şimdi uğraş uğraş izah et... Kimisi iktisat profesörü, kimisi siyaset profesörü... Gazetecisi, sivil ayaklarına yatanı, asker emeklisi, yazarı, çizeri, kontenjandan eşantiyonu, simsarı, vs... Kulağına üfürüleni, ağzına tükürüleni, eline sıkıştırılanı, ensesi sıvazlananı, ayaklarına mecal verileni, omurgasına takoz konulanı, vs... Hadi 86 sana ağır geliyor, al benden büyük indirim; bari son 40 yıllık tarihini merak et... Bugün medyandan insanlık alemine saldığın ırkçılığın, kesif bir ikiyüzlülükle örtülemeyeceğini artık gör. Umurlarında değil kimin öldüğü, kimin kaldığı. Şimdi binmişler bir alamete gidiyorlar; kendi kulvarlarında vuralım havasındalar. Vatanseverlik gösterinizi yapın ama..
Kürtler, AKP'nin yedek gücü, hafi partneri değil; Kürtler üzerinden AKP işletmesine hanutçuluktan vazgeçin... Kürtler, 'Rus piyonu' olmadıkları gibi, 'İsrail taşeronu' da olamazlar; Türk ırkçılığına cephane taşımaktan vazgeçin...
Ne yaptınız?
Kürt hareketi, iki yıldır askeri faaliyetini rölantiye almış sizden kabul edilebilir bir çözüm zemini istiyor. Bunun için bütün esnekliği hatta zaman zaman kendi toplumsal nüfuzunun baskısına rağmen 'tavizler' veriyor. 4 Şubat'ta şunları yazmıştım:
Barışa koridor açma ve riskler
"Karşılık bulmadığı için tek taraflı kalan ve ardından 'savaş'a hızlı bir geçiş yapan ateşkes/eylemsizlik/çatışmasızlık yani barışa koridor açma gayreti, maalesef kendisini tekrar ediyor... 1993, 1995, 1998, 1999, 2006, 2007, 2009 ve devam ediyor... Türk devleti ve ittifakları, her barış girişimine kapıları kapatıp, daha büyük bir terbiye etme hamlesi başlatarak karşılık veriyor... Bu son deklarasyon, olmasını asla istemeyeceğimiz şiddete doruk yaptıracak bir döneme fırsat verilmemesinin büyük bir gayretidir.
17 yıl önce
Bundan tam 17 yıl önce yani Kürt silahlı muhalefetinin bütün alanlara yayıldığı, 'ikili iktidar' döneminin uzun süreli halk savaşı staretejisi gereği formüle edildiği dönem... 1993 yılında dönemin PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan, Kürt sorununun siyasal ve demokratik yoldan çözümünü sağlamak; Türk ve Kürt halklarının barış içinde yaşamalarını gerçekleştirmek için tek taraflı ateşkes ilan ettiklerini kamuoyuna duyurdu. Öcalan, bugün değil tam 17 yıl önceki basın açıklamasında Türkiye’den ayrılma arayışında olmadıklarını, kör düğüme dönüşen Kürt sorununun çözümü için Türkiye’ye bir şans tanıdıklarını ve muhatap aradıklarını ifade etti. Bu girişim ve irade beyanı, devlet zorunun topyekün teröre evrildiği korkunç bir buldozer ile karşılandı.
İkinci kez
1995 yılına gelindiğinde yaşanan ağır tahribata rağmen Kürt sorunu ve PKK gündemdeydi ve diriydi. PKK, ikinci kez tek taraflı ateşkes ilan etti. 'Çakıl taşı' edebiyatı Türk devletinde revaçtaydı ve savaşı daha da tırmandırmakta bir sakınca görmedi.
1 Eylül 1998
Kürtler, üzerlerindeki büyük şiddet sınırlı da olsa durdurulur, insan hakları ve demokrasinin gelişmesi; siyasi sorunların çözümünde diyalog yönteminin esas alınması halinde, kendileri kadar barışçıl yönteme hasret bir halkın olacağını sanmadıklarını muhatabına duyurdu. PKK, 1 Eylül l998'de ateşkes ilan etti. Türk devleti, uluslararası ittifaklarının güvencesiyle saldırıları arttırdı, bölgesel savaş tehdidin parçası olma durumunu lehine devşirerek, 15 Şubat 1999 yılında Öcalan'ın Türkiye’ye getirilmesini sağladı.
Ağustos-Eylül 1999
Öcalan, 1 Ağustos 1999'da İmralı’dan PKK Başkanlık Konseyi'nin 13 Temmuz 1999 tarihli 7 maddelik değerlendirmesine verdiği yanıtta, "90'larda yoğun dile getirdiğimiz özgür birliğe dayalı ortak vatan ve demokratik cumhuriyet" tespitini hatırlattı. 2 Ağustos'ta gerillayı Türkiye sınırları dışına çıkarma çağrısı, PKK Başkanlık Konseyi tarafından 5 Ağustos'ta olumlu karşılandı; "Bu adım tam bir tıkanma noktasına gelmiş olan Türkiye'nin demokratikleştirilmesi ve Kürt sorunundaki kilitlenmeyi çözebilecek tek geçerli adımdır” şeklinde teyid edildi. PKK, 1 Eylül 1999’dan itibaren gerilla güçlerine savaşın durdurulması talimatını verdi; gerilla güçlerini Türkiye sınırları dışına çekmeye karar verdi. Türk devleti, zafer sanrılarıyla fırsat bilip ölümcül darbeler vurmaya çalıştı. PKK, tahhüdünü yüzlerce kayba ve psikolojik tahribata rağmen yerine getirdi. PKK, Merkez Komitesi imzalı bir mektupla Barış ve Demokratik Çözüm gruplarını Türkiye'ye gönderdi. Türk cenahında olumlu bir karşılık bulunmadı.
Barış Projesi
PKK, 7. Olağanüstü Kongresi'nde karar altına alınan Demokratik Barış Projesi'nden sonra çeşitli tarihlerde barış çağrıları ve diyolog arayışını sürdürdü. Sırasıyla 20 Ocak 2000'de Barış Projesi, 04 Kasım 2000'de Demokrasi ve Barış için Acil Eylem Planı, 19 Haziran 2001'de Acil Talepler, 22 Kasım 2002'de Acil Çözüm Bildirgesi ile 2000'in başında ve 2002'nin sonunda olmak üzere iki defa Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve tüm siyasal partilere Kürt sorununun çözümü konusunda mektuplar gönderildi. 2 Ağustos 2003'te KADEK Yönetim Kurulu adına Barış ve Demokratik Çözüm İçin Yol Haritası adıyla bildiri yayınlandı.
KONGRA GEL Yürütme Konseyi, Eylül 2004’te Demokratik ve Kalıcı Barışın Yol Haritası sundu; 12 Kasım 2004’te Demokratik Birlik ve Kalıcı Barış Projesi adıyla yeniledi. KONGRA GEL Genel Kurulu 19 Mayıs 2005 tarihli bildirisinde yeni çözüm önerileri sundu; taleplerini 5 madde halinde sıraladı.
15 Ocak 2006 tarihinde KONGRA GEL ve KKK Yürütme Konseyi, Türkiye’de Kürt Sorununa Demokratik Çözüm İçin Barış Projesi'ni kamuoyuyla paylaştı.
KKK Yürütme Konseyi, 20 Ağustos 2006 tarihinde Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Deklarasyonu ile çözüme hazır olduklarını bir kez daha kamuoyuna duyurdu. Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, 30 Haziran 2006 tarihinde düzenlediği basın toplantısında, 1 Ekim 2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere bir ateşkes sürecinin ilan edilmesini karar altına adıklarını ilan etti.
30 Kasım 2007 tarihli 7 maddelik deklarasyonda, 'Kürt kimliğinin tanınması ve Türkiyelilik üst kimliği çatısı altında tüm kimliklerin anayasal güvenceye kavuşturulması, Kürt dili ve kültürü önündeki engellerin kaldırılması, anadilde eğitim hakkının tanınması, PKK önderliği dahil tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması, siyasal ve toplumsal yaşama katılımlarının engellenmemesi, özel savaş amacıyla Kürdistan'da bulunan güçlerin çekilmesi, koruculuk sisteminin lağvedilmesi ve köylülerin köylerine geri dönüşü için sosyal ve ekonomik projelerin geliştirilmesi, yeni bir yerel yönetimler yasası ile yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılarak yeniden düzenlenmesi' talep edildi. Bu girişimlerin karşılığı, 'ABD tam ishibarat' ve belki de 'operasyonel destek' veriyor denilerek dikkate alınmadı. Hem Kuzey'de hem de Güney'de bütün ordu mekanizması devreye sokularak operasyonlar düzenlendi. 7 maddelik deklarasyon, Türk tarafının dikkatine mazhar olmadı.
Mart seçimlerinin önü-arkası
Yerel seçimler öncesi AKP'de odaklanan devlet gücünün yerel iktidarlardan Kürtleri uzaklaştırma stratejisi eşliğinde Türk ordusu atıl kalmayı yeğledi. KCK, çatışmasızlık uygulamasını seçime kadar uzattı. Seçimlerden, devletin beğenmediği; hesaplarını tekrar gözden geçirdiği bir sonuç çıktı. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, 29 Mart’a kadar ilan edilen çatışmasızlık ortamını 13 Nisan'dan itibaren 1 Haziran’a kadar sürdürme kararı aldı. "DTP seçimlerde Özgür Kimlik, Özgür Önderlik ve Demokratik Özerklikle Kürdistan halkının, Türkiye ve uluslararası kamuoyunun karşısına çıkmıştır. Bu projenin Kürdistan halkı tarafından onaylandığı ve demokratik siyasal temelde pratikleştirilmesini istediği net biçimde görülmüştür’’ diyen KCK, saldırı olmadığı taktirde eylemsizlikte kararlı olduğunu açıkladı. KCK Yürütme Konseyi “Kürdistan’da Barış ve Demokratik Çözüm Perspektifleri” başlığı altında, meşruluğu tartışılmayacak önerilerde bulundu.
Bütün bu çabalara karşı başta Türk yönetimi olmak üzere Kürt sorunuyla ilgili ve ilişkili çevrelerden olumlu ve çözümleyici bir karşılık alamadıklarının farkında olan KCK, Türk Genelkurmayı'nın 27 Nisan 2007 tarihli muhtırasından sonra çok yönlü geliştirilen imha ve tasfiye amaçlı saldırıları anımsattı. Çünkü hem hava saldırıları, hem karadan Güney'i işgal girişimi hem de yerel iktidarları kapma hamlesi savuşturulmuştu. Bu objektif başarılara rağmen KCK, ateşkesi uzatarak, "Biz hareket ve halk olarak barış ve demokratik çözüme de hazırız, saldırılar karşısında toplumsal irademizi, onurumuzu savunmak üzere yetkin bir savunma savaşına da hazırız. İsteğimiz ve tercihimiz birincisinden yanadır" diyerek, topu Türk sahasına sürdü.
Yeni Kürt politikası
Ancak Türk devleti, revize ettiği yeni Kürt politikasına devam etti. Kürt muhalefetini siyasi alandan çıkarma, kalan unsurları rehabilete ederek sisteme monte etme gayretlerini, bütün organlarını senkronize ederek uygulamaya soktu. Bunu da değişik isimler altında, klasik 'şeker-kamçı' mirasına sahiplenerek yaptı. Bu durum devam ediyor.
İki taraf farkında
Dinamo konumundaki Kürt hareketinin, kısmi revizyondan geçmiş sisteme eklemlenmesi zor. Bunun, iki taraf da farkında. Kürt tarafı, bunun için çıtayı belki de en asgari düzeyde tutarak, arayışlarının olabilirliğini göstermeye çalışıyor. Askeri ve siyasal gücünü ve nüfuzunu, iki olasılığa da hazırlamanın meşru zeminini berraklaştırıyor. Türk devleti ve ittifakları ise Ortadoğu'da kurmaya çalıştıkları yeni denklemde PKK'nin olmasını istemiyor. Bu istememezliğin taşlarını düşüyorlar. 'İyi Kürt' arayışı da bunun önemli bir parametresi.
Artık ötesi yok
İşte yine bu tıkanmayı aşmak için KCK, 3 Şubat'ta yeni bir deklarasyon yayınladı. Demokratik Çözüm ve Barış Deklarasyonu... Bu deklarasyon, Kürt hareketinin 93'ten beri tasarladığı ortak yaşamayı-gönüllü birlikteliği sağlayacak yolun açılmasını öngörüyor. Başlarına 'Demokratik' getirilen ve özünde Türk tarafından itiraz edilmemesi gereken 'Ulus, Vatan ve Cumhuriyet' üçlemesinin ortaklaştırılması... Bu çerçevenin içini dolduracak bağlantılı basamaklar olabilecek dört adım: Karşılıklı olarak silahların susturulması, 14 Nisan’dan bu yana tutuklanan tüm Kürt siyasetçilerin hemen serbest bırakılması, Öcalan'ın ilk adım olarak ev hapsi gibi bir statüde kalmasının sağlanması ve taraflar arasında müzakerelere başlanarak sürecin ilerletilmesinin sağlanması...
Bunun gerisi, Kürt hareketinin Türk devlet tezlerini kabul etmesi, nüfuz alanının ve yansımalarının sisteme entegre olmasına göz yumarak; önce izole olma, sonra marjinal kalma ve ardından tarihe veda etmedir... Ancak Türk devletinin ve Kürt hareketinin karekteristiğini bilenler, şunu çok rahatlıkla teslim ederler: Bu çerçeve ve adımların reddi, sonu şimdiden kestirilemeyecek, yüksek şiddet de bırandırabilecek bir kaos ortamıdır...
Medya ve son hatırlatma
Onun için bu deklarasyonu birinci sayfalarına ve anahaberlerine değer bulmayan Türk medyası da bir kez daha düşünmeli.
Son olarak Türk devlet aklına, Basil Henry Lidell Hart'ın şu tespitini hatırlatalım: "Eğer, sonraki sonucunu düşünmeden sadece zafer üzerinde yoğunlaşırsanız, varılan barışın yeni bir savaşın tohumlarını içinde barındıran kötü bir barış olacağı neredeyse kesinken, barıştan yararlanmayacak kadar yorgun düşebilirsiniz."
31 Mayıs'ı duymayan mı kaldı?
4 şubat'ta yazdıklarımız ortada. Sonrasında Öcalan'ın her görüşme notlarına yansıyan 'muhatap bulmazsam, çözüm istenmezse çekilirim'; nihayetinde de '31 Mayıs'tan sonra çekiliyorum' açıklamaları oldu. Kimse bunlardan haberdar olmadığını söyleyebilir mi? Bunlar açık kaynaklardan yayınlandığı gibi bugün 'şaşırmış gibi' yapanlara muhtemelen sözlü olarak da iletilmiştir. Bütün bu verilere rağmen 'İsrail demek' maalesef yine kamuoyunu aldatmak, hileli uzatmaları oynamaktır.
Timsah gözyaşları
Riyakarlıkla ‘islam’ adına ateş püskürenlere, hatta 'Hitler'in çocukları' diyebilecek kadar kendinden geçenlere de bir çift laf söylemek lazım. İsrail, devlet terörünü bir yöntem olarak yeni kullanmıyor. İsrail’in saldırılarına yönelik timsah gözyaşlarını dökerken, Türk devletinin her alanda uyguladığı terörü görmezden gelerek tamamen öz kimliklerine kavuşabilme becerisi gösteriyorlar. Bunlar, 2006'da da K.Kürdistan’daki çatışmaları İsrail’in Lübnan saldırısıyla bağlantı içinde gösterip ABD-İsrail ittifakına işaret etmişlerdi. Bütün yaşamları katmerli devlet şiddeti altında geçen ve bugün bu şiddete direnme yolunu seçen Kürt gençlerinin bu kısa ömre sığdırmak zorunda kaldıkları duygu, akıl, bilgi ve tecrübeleri ne diyor? sorusunu sorma cesareti gösteremiyorlar.
Sizin gömleğinizi niye giysin?
Türk devleti soğuk savaş döneminden bu yana ABD’ye göbeğinden bağlı devletlerden biri. Bu bağlılık her dönem yeniden revize edilerek sürdürülüyor. İsrail de şimdi çekişme gösterisi yaptığı önemli partneri.
On yıllardır Türk devletinin bu ittifak politikasının ana hedefi Kürt hareketidir. Bu ittifak sonucunda bir çok operasyon yapılmış ve Kürtlerin önüne diplomatik bir set çekilmiştir. Kürt hareketi, İsrail saldırılarına karşı Filistinli gerillalarla birlikte savaşıp kayıplar verirken; bugün AKP’ye yamanan cenah, ABD eliyle komünizmle mücadele adına silah başındaydı. Bu ittifak sayesindedir bugün hala Kürtlerin siyasal iradesi görmezden geliniyor. Kirli bir savaş her alanda yürütülüyor.
Ortadoğu’nun en önemli güçlerinden biri reel politika deyip farklı ittifaklara girebilirdi. Mevcut gerçeklik bu ittifakı gerektiriyor deyip İsrail ve ABD’yi dikkate alabilirdi. Ama bunlar Kürtlerin içinde de dillendirilmesine rağmen yapılmıyor. Ne dünyayı algılama biçimi ne de felsefi paradigmasının gereği belirlenen çözüm stratejisi bunu öngörmüyor.
Sizin Müslümanlıktan anladığınız nedir? Kürtler sizin belirlediğiniz gömleği giymek zorunda mıdır?
İkiyüzlülüğü bırakın
Şimdi yine yeniden üzerimize saklama gereği duymadıkları ırkçılıklarını ikiyüzlüce boca edenler, Güney Kürdistan semalarında fink atanlar, 'uluslararası hukuk', 'hak', 'adalet', 'devlet terörü', 'insani meşruiyet' kavramlarını kullanıyor. İsrail düşmanlığı pompalayıp, bir tarafına da Kürt hareketini monte edip, manipülasyon oyunları oynuyor. Size ve 'manidar' bulan Kürt devşirmelerinize şimdilik sadece HERON diyelim, siz de anlayın.