Hoyrat bir terör rejiminin hükümranlığı gemi azıya almıştı. Tepeden tırnağa yürüttükleri kirli savaşa batmış iktidar bileşenlerinin, yargının göstermelik prosedürünü bekleyecek vakitleri yoktu. Tek tek öldürmenin, tutuklamanın, gözaltına almanın yetmediğini görmüşlerdi. Bir avuç insan, düşen her kalemi alıyor, kapatılan her ofisi yeniden açıyordu. Ne ensesine ateşleyecek bir paramiliter tetiği ne ölüm yolculuğu için ansızın alındığı JİTEM otomobilini ne de demir parmaklıkların ardındaki esarete karar verecek yargı labirentini önemsiyordu. Onlar, inatçı ve mütevazı hakikat avcıları oldukları kadar, rafinesiz paylaşmanın erdemine iman etmiş gazetecilerdi. Devletin şu veya bu kenarında durmuyorlardı. Kimsenin onlara valizle dosya getirdiği yoktu. Zaten bunlara gerek de yoktu. Yaşadıklarının verili referansıyla gördüklerini, gözlediklerini, tanıklıklarını, dinlediklerini, tereddütsüz aktaran modern zamanın amatör ruhlarıydı. Halk Gerçeği, Yeni Ülke ve Özgür Gündem ile başlayan yolculuğun meşakatinin ve devletin cömert faturasının farkındaydılar. Ödemekten çekinmek bir yana paylarına düşenin azlığıyla hayıflandılar.
Türkün ilk kadın liderinin militarizm ile izdivacının musallat ettiği terörizmin devletleşmesi, devletin çeteleşmesi ve çetelerin, gövdenin sağlam kolları olduklarını ispatlama gayretlerini, hayatın her alanına damıtmakla taçlandırma sabırsızlığı vardı. Tetikçiler yarışıyordu, istihdam kapasitesi artıyordu. Devlet çok tetikli bir silah, kolları altında debelenen bir ahtapot olmakla tarihi durduracağını sanıyordu...
Demirel Cumhurbaşkanı, Çiller Başbakan, Karayalçın yardımcısı, Karadayı selefinin gurur duyacağı Genelkurmay Başkanı'ydı. 30 Kasım'da Milli Güvenlik Kurulu toplanarak, ateşkes lafını bile duymak istemediğini, kış şartlarında da son darbeleri vuracağını duyurdu. Uluslararası güçlere Çekiç Güç'ün görev süresinin uzatılmasıyla selam durulurken, Kürt gazetecilerin payı da şu bohçanın içine alınmıştı: "Bölücü örgütün iç ve dış desteğinin önlenmesi yönünde alınması gerekli ilave tedbirler üzerinde durulmuştur."
Üzerinde durulmakla yetinilmemiş, Adalet Bakanı Mehmet Moğultay azarlanarak yargıyı hızlandırması ve bir dahaki toplantıya hazırlıklı gelmesinin direkt bildirimi görevi Karayalçın'a verilmişti. Başbakan Çiller'in işi ise daha kolaydı. 3 maddelik bir 'gizli' genelgeyle düğmeye basma görevini şak diye yerine getirecekti. Genelge hazırdı:
"Özgür Ülke" devletin bekası ve manevi değerlerine açıkça saldırıyordu. Yasaları çiğneyen ve örgütün yasal bir kuruluşu gibi faaliyet yürüten gazete, sağduyulu ve vatansever vatandaşları ve Türk kamuoyunu son derece rahatsız eden boyutlara ulaşmıştı. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne yönelik bu önemli tehdidin bertaraf edilmesi maksadıyla üç kulvar açılmıştı. Birinci ve ikincisi Adalet Bakanlığı'nı ilgilendiriyordu. Ancak üçüncüsü "etkin yöntem tespiti ve gereğinin yapılmasını" emrediyordu.
An karaydı
Etkin yöntem tespiti yapıldı. Gazetenin merkezi, resmi yönetim adresi ve Ankara bürosu aynı anda C-4 patlayıcılarla bertaraf edilecekti. Efektif ve bu işler için biçilmiş kaftan bir plastik patlayıcı olan C-4'ler hazırlandı. Binalar, içindekilerle 4 Aralık'ın karanlığından sabahına farklı gireceklerdi. İstanbul'da bir şehit ve onlarca yaralı ile enkaza dönüşen bir gazete binası... Ankara'da ise o sabahı yaşayan anlatsın:
"Ankara bürosu, Ankara'nın merkezi Kızılay'da mütevazı bir binanın dairesiydi. O yılın ortalarında temsilci olarak gitmiştim. 21 yaşındaydım ve ilk kez Ankara'da kalacaktım. Selefim gazeteciliği bırakmış, büro dağınık ve ben yeni merkez yönetimiyle uyumsuzdum. Merkez hem benden hem de Ankara'nın atıl halinden kurtulmak için bu formülü bulmuştu. İsabetliydi. Bilerek gittim. Bürodaki değişiklik ve yeni görevlendirmeler ile takviyelerin yanı sıra eski ve sağlam olmayan kapısını da değiştirmiştik. Bir süre sonra Kurtuluş'ta kiraladığımız bir evde oturuyordum. 4 Aralık sabahı erken kalktım ve yürüyerek Kızılay'a gittim. Menekşe Sokak'a vardığımda büromuzun olduğu binayı görmeden komşu binalardaki camları kırık pencerelerden sallanan, sarkan perdeleri görünce tahmin etmemem iyimserlik olurdu. Yaklaştıkça, sokak sakinleri ile devlet güçleri ve itfaiye ekiplerinin seslerinin ortak gürültüsünü duydum sadece. Evet, 20 metre yaklaşabildim. Büro yoktu. Ben aramadan İstanbul'dan haber geldi. Merkez de ve şehit vardı üstelik... Devlet birimleri, beni doğalgaz patlamasına ikna etmeye çalışıyorlardı. Nihayet büroya girebildim. Çelik kapıdan bir avuç hurda kalmış. Ara duvarlar kaldırılmış, dış duvarlardan biri komşu binaya sğınmış. Büroda sağlam kalan, tek tek öldürülen arkadaşlarımızın fotoğrafları ve asılı bulundukları küçük bir duvar parçası...
Bütün arkadaşlar ve dostlarımız geldi. DEP'in merkezinde bir bölümde çalışma kararı aldık. Özgür Ülke ertesi gün çıkacaktı. Bir basın metni hazırlayarak, harabe binanın önünde mealen şunları söyledim: Devlet bir gecede gazetemizi yok etmek istemiştir. Fail devlettir. Meclis Başkanı Cindoruk, Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Çiller ve Genelkurmay Başkanı Karadayı sorumludur. Biz yayınımıza devam edeceğiz..."
Bu ateş sizi de yakar
Ertesi gün Özgür Ülke, "Bu ateş sizi de yakar" manşetiyle okuyucalarına ulaştı. Türkiye'nin her daim namuslu bir avuç sosyalisti ve aydını dışında, Türk medyası sıradan bir olay gibi görüp geçiştirdi. Devlet Bakanı Aktuna'nın "Türkiye'yi zor durumda bırakmak için kendi kendilerini bombaladılar" densizliğine katılarak sayfalarına taşımaktan utanmadı. Kısa bir süre sonra Özgür Ülke, Çiller'in genelgesini yayınladı. Yine de umursamadılar.
28 Aralık'ta toplanan Milli Güvenlik Kurulu, Kürt muhalefetine karşı yürüttüğü terörden memnuniyetini resmi bildirisine yansıtmaktan bile çekinmedi. "1994 yılı uygulamaları gözden geçirilmiş ve değerlendirilmiş, bölücü terör örgütü başta olmak üzere terör örgütlerinin hâlihazır durumları, yurtiçi ve yurtdışındaki faaliyetleri ile bunları etkisiz hale getirmeye yönelik tedbir ve uygulamalar üzerinde durulmuştur" diyen MGK, güvenlik uygulamalarının aralıksız ve başarılı bir şekilde devam ettiğini ve bu konudaki kararlılığın etkinlikle sürdürüldüğünü memnuniyetle müşahade etmişti.
Bugünden 1994'ün 4 Aralık'ına baktığımda; insan iradesinin, kendi soyuna ihanet edenlerin karşısındaki başarısını görmemek mümkün değil. Zulmün aktörleri toplumdan kaçak bir hayata mahkum vaziyetteler. Madara olanlar, bir kenara itilenler, iç çatışmalara kurban gidenlerin dışındakiler, geri kalan ömürlerini açık bir cezaevine çevirdiler. Bir bölümü de yaşadıkları şatafatlı kovuklarından bir gün hesap verebilecek olmalarının kabusuyla cebelleşiyor...
Özgür Ülke'nin insanlık ailesinin temiz sayfalarına nakşettiği faturası ağır desende nuru olan herkesin, umutlu olması için iki devrenin aktörlerini karşılaştırması bile yeter...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder