Türk devletinin kocaman bir ırkçılık üzerine oturttuğu eğreti bir cumhuriyet sopasının uçlarında ‘Kemalizm’ ve ‘Türki İslamcılık’ın tahterevallisini biliyoruz... İki yakada oturuyor gibi görünenlerin aslında tek bir sopa üstünde oturduklarını bu ceberrut sisteme kafa tutan Kürtlerden daha iyi kim bilir?.. Daha düne kadar 'Türk-İslam' derken gözleri yaşaranların bugün 'değişimin dinamosu benim' numerolarını yutmazlar. Bunların zoruna giden temel olgu, Kürtlerin sadece kendileri olma çabaları ve bunu somutlaştıran organizasyonlara sahip olmalarıdır.
Uzun süre Kürtlere müslümanlığı öğretme densizliğine düştüler şimdi de demokrasi hocalığına soyundular. Şeyh Said'den utanmıyorsanız bari istismar ettiğiniz Beddiüzaman Said Nursi'den utanın. Muhteremler artık kabullenin; Kürtler sizin ya da başkasının askeri/sopası olmayacak. Kürtler kendilerini yönetme iradesini beyan eden aktör; Ortadoğu'nun en dinamik gücüdür. Bütün olarak böyledir. Elbirliğiyle korkunç bir zulmün pençesinde hırpaladığınız Kürtleri, İran-Irak-Suriye-Türkiye'nin artık gözardı etmesi mümkün değildir...
Kürtler, kemalizme reddiye ve zora zor metoduyla orduya çarpıp takattan düşürdüler... Tamam siz de bu sırada hücerelerine nüfuz ettiniz. Kolay gelsin ama siz, gözbebiğiniz kurumları restore ederken Kürtler niye 'siz' olsun?
Elinizi tutan yok
Kürtlerin muhatabı Türkiye Cumhuriyeti(Türk) Devleti'dir. Mücadelenin tarafı bu devlettir. Bugün devlete hükmeden AK Parti'dir. Dolayısıyla cezaevindeki bütün PKK'liler gibi Abdullah Öcalan da devletin ve pek tabii ki AK Parti Hükümeti'nin denetimindedir(Bu düşünsel denetim olarak da algılanmasın). Mesela İmralı Cezaevi, Başbakanlık Kriz Yönetimi Merkezi'ne bağlıdır. Neden AK Parti Hükümeti'ne varolduğu iddia edilen 'PKK-derin devlet ilişkisi' sorulmuyor? PKK-Ergenekon ilişkisi demek, PKK'ye göre aslında PKK-Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilişkisi demekse neden devlete hükmeden siyasi güç, bu ilişkiyi kesmiyor? Neden bu ilişkiyi tüm unsurlarıyla deşifre etmiyor?
Onbinlerce evladını yitirmiş, halen en insani hakkı olan dilini bile konuşamayan, çocuğuna kendi dilinde isim verip, kendi dilinde eğitim yaptıramayan bir topluma/halka ve onun oluşturduğu yapılara karşı biraz daha insani yaklaşmak gerekmez mi?
Nasuhi Güngör Bey gerek görmemiş/görmüyor... Star'laşmadan önceki halini de biliyoruz ama önemli değil. Muhterem kardeşimiz okuduğunu anlamayacak kemale sahip olmadığı gibi muhtemelen çarpıtmayacak bir erdemi kendisine çok görmemeliydi. En azından bu satırların yazarı, Nasuhi Güngör BBP'deyken bile öyle düşünüyordu.
Cemil Bayık ne demiş?
Güngör, dünkü yazısını Cemil Bayık'ın ANF'de yayınlanan değerlendirmelerine ayırmış. Güngör için PKK 'terör örgütü'; Cemil Bayık da 'sahadaki iki nolu isim'... Terminolojisi de bu ama geçelim. Bayık'ın söyledikleri kendisine çok dokunmuş olacak ki çarpıtarak temel tezine kırıntılar devşirmeye uğraşmış. Güngör, 'PKK'nin bir devlet projesi' olduğuna iman ettiği için Bayık'ın 'kozmik oda' aramasından rahatsız olduğunu ileri sürüyor. Bayık'ın söylediklerini tamamen bu teze uyarlamak için alabora ederek, yalan deryasında sürf yapmayı tercih ediyor.
Özel Harp Dairesi ve PKK
PKK kurucularından Cemil Bayık, ANF'nin sorusunu yanıtlarken öncelikle Özel Harp Dairesi denilen kirli savaş merkezini anlatıyor. Aslında Türk devletinin İttihat ve Terakki geleneği nedeniyle bir özel savaş aygıtı olarak örgütlendiğini hatırlatarak, bu devletin zaten 1925 yılından sonra Kürt halkına karşı tamamen çok boyutlu bir savaş yürütüğünün farkında. 1952’de organize edilen Seferberlik Tetkik Kurulu'nun Türkiye sosyalistleri ve Kürtlere karşı her an harekete geçen bir karargah olduğunu hatırlatan Bayık, sosyalistlerin etkisizleştirilmesi ve Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte esas olarak Kürt hareketine karşı savaşan bir bir güce dönüştüğünü örnekleriyle ve tarihsel bağlamı içinde izah ediyor. Bu merkezi hem teşhir ettiklerini hem de bunlara karşı ayakta kalarak, bu güçleri tartışmalı ve restore edilmeye muhtaç hale getirdiklerini söylüyor. Bu özel savaş merkezinin tamamen teşhir edilmesini, sırların açıklanmasını ve bu yapıların lağvedilmesini istediklerini söylüyor. Cemil Bayık, bu konuda AK Parti'ye güvenemediklerini gerekçeleriyle ortaya koyuyor. "Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketini kuşatmak ve tasfiye etmek açısından terbiye edilmiş, işbirlikçisi haline getirilmiş, devleti savunacak siyasal İslamcı kesimleri sistem içine çekmek istiyor. Devlet için önemli olan Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bastırılmasıdır. Bunun için solcusunu da, siyasal İslamcısını da sistem içine çekmeyi stratejik açıdan önemli görüyor. Onlara göre komünist ve solcu da olsa Türkiyelidir; siyasal İslamcı da olsa Türkiyelidir. Bu nedenle sistem içine çekilip sistemin parçası haline getirilebilir. Ancak Kürt halkının temel siyasi ve ulusal haklarının verilmesini bölücülük olarak görüyorlar. Rengi ne olursa olsun böyle bir hareket, öngördükleri tek millet stratejisine düşman bir güç olarak görülmekte ve tasfiye edilmesi hedeflenmektedir" diyor Bayık.
Siyasal İslamcıların da bir dönem devlet için sorun olarak göründüğünü kabul ediyor Bayık, ancak Nasuhi Güngör'ün de inkar edemeyeceği bir gerçeğe işaret ediyor: "1997 yılına gelindiğinde bunların sınırlanması ve Kürtleri kuşatmada kullanılabilmesi için iğdiş edilmesi ve sistem içine sokulması gerekiyordu. 28 Şubat darbesi ve arkasından AKP'nin dersimi aldım demesi, devlet için önemli bir gelişmeydi. Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etmek açısından böyle işbirlikçi, devletçi, egemen sınıfların çıkarını savunacak Muaviye İslam’ın yaratılması gerçekleştirilmiştir."
Bunun uluslararası boyutu ve Ortadoğu'daki rol paylaşımını da ihmal etmeyen Bayık, "Şu anda devletle bu karşı İslam/Muaviye İslamı arasında çatışma yoktur" tespitinde ısrarlı. Bayık, bu noktadan sonra 'siyasal islam' kavramını da kullanmıyor 'Muaviye İslamı'nı tercih ediyor. Çünkü, AK Parti'nin sistem içine girmesine onay verildiğini söylüyor. Dolmabahçe mutabakatı, 'kale' metaforu üzerinde yürüyen seçim süreci, kapatılmamanın bedeli vs. somut örneklerle izah ediyor. Can alıcı noktaya şurda vuruyor: "Muaviye İslam’ın devlet içine çekilmesi ve devlete sahiplenir hale getirilmesi. Bu nedenle Özel Harp Dairesi'nin odalarına girilmesi devletin kirli işlerini ortaya çıkarmayacaktır. Belki devletin yüzünü temizleyen ve devleti toplumsal ve siyasi olarak güçlendiren bazı olaylar deşifre edilebilir."
Bayık, faşizmin hedef şaşırtma taktiklerine ve stratejik paradigmasının güncel gerçekliğini anlatarak, Türk Hükümeti/AKP Hükümeti'nin bireysel haklar denen kırıntılarla yeni Kürt politikası inşa etmek ve bunu Kürtlere kabul ettirmek için ideolojik, siyasi ve askeri saldırılarını sürdüreceğine inanıyor ve Kürtleri uyarıyor. Kürtlerin bir aktör olduğunu ve kendi davalarının bilincinde, kimsenin askeri olmayacaklarını üzerine basa basa söylüyor.
Bunlar zoruna gidiyor
İşte Nasuhi Güngör, bu değerlendirmelerden rahatsız olmuş. Normaldir. 'İslam'ın kuşatıcı şemsiyesi altında yer aldığını düşünürken savrulan noktanın yüzüne söylenmesini hazmedememiş. Bunun için daha çok Müslüman Kürtlere seslenerek, kendince karalamaya yeni argümanlar bulduğunu düşünmüş. Güngör, "Hep vurguladığımız gibi ‘devlet aklı’nın değişmesi, pekçok tasfiyeyi beraberinde getirecek" diyor. Aslında düğüm noktası burası. Güngör, 'devlet aklı'nın değişmesini yeterli görüyor. Kürtlerin önemli bir bölümü ise devletin değişmesini istiyor. Bu istek ona da dokunuyor.
Güngör'ün öngörüsüzlükleri
Bakınız Nasuhi kardeşimiz Starlar dünyasındaki ikameti boyunca neler söylemiş. 5 Eylül 2007'de Baydemir'i geçmiş tarihe gömmüş: "İflas eden anlayışlarla birlikte tarihe gönderilecekler listesinde yerleri çoktan hazır."
23 Kasım 2007'de temel tezini işlemiş: "PKK ve onun parantezine alınan yapılanmalar, sözgelimi DEP-HADEP-DTP gibi siyasi partiler, aslında Türkiye’de bazı güçlerin rahatlıkla kullandıkları araçlar olarak ellerinin altında bulunuyordu."
28 Kasım 2007'de daha kocaman laflar etmiş: "PKK, Kürt meselesinin konuşulmaması için icad edilmiş bir örtü...Türkiye’de yaşayan Kürtler, önlerindeki en büyük engelin PKK olduğunu görmedikçe dertlerine deva bulamazlar."
Bu yazına tekrar baktın mı?
Nasuhi kardeş, seçimlerden önce harıl harıl nabız tutma turları atıyor, daha seçime iki aydan fazla bir zaman varken 26 Ocak 2009'da geniş vizyonunu konuşturuyor: "Mevcut tabloda, pekçoklarının aksine gerek Diyarbakır’da, gerekse de Batman’da iktidar partisinin seçimi kazanacağını düşünüyorum."
Sonuç malum...
Ahmet Türk Kürtçe konuşunca
Son örnek de Nasuhi'nin 26 Şubat 2009 tarihli yazısı... Burda da temel tezini kıvrak bir zekayla(!) cilalıyor ve Kürtlere akıl verme alicenaplığını gösteriyor. Konu Ahmet Türk'ün Meclis'te Kürtçe konuşması olduğunu için daha temkinli ama sonunu şak diye bağlıyor: "Tamam, efendi adamdır, alicenap duruşludur. Diğer DTP’lilere nazaran daha konuşulabilir bir siyasetçidir. Hepsi tamam da, Ahmet Türk ne yapmış oldu şimdi? Nerede makul çizgi, hani asaletin verdiği ağırlık? Bunların hepsini DTP adı verilen derin şebekeye kurban etmeye değer mi? Peki ya DTP’nin bu işten kazancı ne oldu? Aslında özeti şu: Derin Türkiye Partisi olduklarını bir kez daha göstermiş oldular."
Bize ne oldu sorusu
Bak gördün mü Nasuhi Bey, 'Derin Türkiye Partisi' kapatıldı. Alkışladığın 'KCK Operasyonu' Guantanamo ve Dersim görüntüleri eşliğinde devam ediyor. Sen hala bunu anlayamacak kemale iyelik ettiğini söyleme. Sana müslüman kardeşin olarak sitem ediyorum. Tekrar 'İslam' şemsiyesini düşünürek 'Arif Nihat Asya'nın şiiriyle ağlayanlar, Kürtleri zaten müstakil bir güç olarak kabul etmezdi ama müslümanlığı idrak eden Türkiyeliye ne oldu? sorusunu kendine sor Nasuhi... Seninkilerin 'gözbebiğimiz' dediği kurumlar, kurumsal yapı 40 milyon üzerinde karabasan gibidir... Kabul et...
TUNCEL FİKRET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder