Türk devlet sisteminde üçgenin tepe noktasında oturacak Cumhurbaşkanı seçimine ölümcül önem verilir, çünkü büyük maharet gerektirir. Sistem, ucuna oturmayı beceremeyenlere 'batar' veya hafif kenara kaydırıp meşhur takozlarla yapışık bırakır. Mevcut Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Erbakan Hoca'nın genç prensleri arasında yer aldığı günden beri, Erdoğan liderliğindeki sürecin önünü açan yüksek mimardır. Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık deneyimlerinin ardından oturduğu koltuğun hakkını verecek kadar devletini tanıyor. Sahip olabildiği güç rezervini, iç-dış dengenin kıvamında yürümesine özenle aktaran Gül, Cemil Çiçek kadar açık sözlü; Başbakan Erdoğan kadar da asabi değil. Aynı şeyleri, asabi ve patavatsızlıkla insanları hoplatmak yerine sakin ve derinden; hemen etkisini gösteremeyecek aromayla zerkeder. İnsanlar da pek sever... Hepsi bu kadar.
Karşılaştırmalı bir Abdullah Gül'ler tarihi veya kişilik analizi yaparak sevenlerini üzmeye niyetim yok. Fakat son sözlerindeki derin hikmetin son gelişmelere ulvi katkısını gözardı edemeyiz...
Bilindiği gibi Türk devletinin reva görme büyüklüğünü gösterip 'kurucu unsur' kardeşlerini ağırladığı mahkeme salonları ve cezaevlerinde Kürtçe de hep bir meseledir. Çünkü buradaki hayatiyet, mekanlardan ölmeyerek çıkacak kişinin terbiye edilme derecesi veya reddinin ölçütünden kaynaklanıyor. İki taraf için de dil anahtardır. Kürt, dilinden başlayarak beyninin ram olmasına itiraz eder, devlet de aynı güzergahtan hükümran olmayı amaçlar. Lozan Antlaşması'nı taa Musa Anter bile hatırlattı ama yararı yok. Şimdi son KCK kod adlı davada da aynı mücadele var. Operasyonunun kendisi nasıl bir devlet kararı ve uygulamasıysa mahkeme süreci de öyle. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Kürtçe savunmayı reddetmesi ve ısrara karşı askeri güçlere başvurmasının 'bağımsız' yargı işi olmadığını Cumhurbaşkanı Gül de teslim ediyor. Gül'ün, Türk medyasıyla paylaştığı "Mahkeme safahatı bir mücadele aşamasına dönüştürülüyorsa, ona da kimse müsaade etmez" sözlerini, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi önceden duyacak kadar şanslıydı!...
Bilindiği gibi her ne kadar DTK Eşbaşkanlarının kurumsal kimliklerine ve siyasal ağırlıklarına değmeyecek bir vaveyla ile Türkiye Meclisi Başkanlığı'na yapılan vekillik hakkının iadesi başvurusu reddedildi. Meclis Başkanlığı'nın ret ve kabul kararlarının hukuksal gerekçe ve yasal meşruiyeti arasında büyük fark yoktu. Yani Meclis'in Türk kamuoyunun da kabullendiği onayı vermesinin önünde tek bir engel vardı. O da Kürtçe savunmaya müdahale eden devlet aklıydı. Başbakan Erdoğan'ın, ''TBMM Başkanlığı gerekeni yaptı. İşin gerçeği budur. Bu iş bitmiştir" sözlerini, Türkiye Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin önceden duyacak kadar şanslıydı!...
Artık şu çok nettir: Hem 'yasama' hem de 'yargı'nın, Kürtçe savunma yapılmasını ve milletvekilliklerinin iadesini reddi, merkezi politikanın yansımalarıdır...
Kürtleri geçmişle korkutan ve bugünü, sadece bugün ve geçmişin Türkiyesiyle kıyaslayarak şükretmelerini salık veren Cumhurbaşkanı Gül, bakın ne kadar iyiliksever. "Dağdaki insan sağlıklı düşünemez. Onların bu yoldan vazgeçmesinde de yol göstericiliği biz yapacağız" diyen Gül, bütün gayretlerinin de sağlıklı düşünemeyen bu kitleyi merhametlerine muhtaç bırakmak olduğunu icraatlarını sıralayarak anlatıyor. Avrupa gerçeği görmüşmüş, diplomatik kıskac işlemişmiş, kamuoyu kazanılmışmış... Kürtlerin her koşulda kendi dışlarında bir kurtarıcıya ihtiyacı olduğu inancına binaen ve aslında kolonyalist mantıktan süzülen bu sözleri, muhatapları maalesef defalarca dinleyecek kadar şansızdı!...
Hem Cumhurbaşkanı, o kadar adil ve eşitlikçi ki YÖK sıralamasında alt sıralarda olan bir Alevi akademisyeni bile rektör yapmış. Milyonlarca Alevi'nin yaşadığı bir ülkede bir tanesinin rektör atanmasının, söylenecek kadar değerli bulunması... Bir de Cumhurbaşkanı Gül, "Siyasete bulaşıp bulaşmadıklarına bakıyorum. Herhangi bir partiden aday olanları çok değerli bile olsalar atamıyorum" diyor. Gül unutmuş olabilir ama Prof. Ayşegül Jale Saraç, 2007 seçimlerinde AKP'den Diyarbakır 8'inci sıra milletvekili adayı oldu, kazanmadı. Rektör atandı. Gül'un bu unutkanlığını, 12 Eylül'ün koşullarını yaşayan Dicle Üniversitesi öğrencileri hatırlayacak kadar şanssızdı!..
Öcalan'ı uzmanlara havale ettiklerini belirterek, Türk milletinin müsterih olması mesajını da veren Gül'ün, Kürtlere bir müjdesi daha vardı: "Kürtleri ayrı bir millet olarak kabul etmek yerine biz hepsini akraba olarak görüyoruz."
Anlaşılıyor ki 'yeni' devletin aklı, inkar siyasetine 'akrabalık hukuku' kılıfı gibi kozmetik müdahalelerden ibaret. Sadece cilt bakımı, üstelik kozmetik malzemeler de ucuzundan...
O sizin büyüklüğünüz ama 'akrabalarınızı' bu müjdeye defalarca maruz bırakacak kadar şanlısınız!...
O sizin büyüklüğünüz ama 'akrabalarınızı' bu müjdeye defalarca maruz bırakacak kadar şanlısınız!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder