25 Şubat 2011 Cuma

Strateji büyük, siz küçüksünüz!..

Bütün kötü deneyim ve sonuçsuz gayretlere rağmen 31 Ekim’de sona eren eylemsizliği, 2011 genel seçimlerine kadar uzatan KCK, bu geniş zaman aralığının asgari adımlarla beslenmesi gerektiğini eklemişti: Operasyonların durdurulması, Kürt siyasetçilerin ve çocukların serbest bırakılması, Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu kurulması, yeni anayasa hazırlığı ve barajın düşürülmesi gibi... Devlet/Hükümet, kamuoyunun da itirazı olmadığı halde bu zaman aralığını beslemekten ziyade zehirlemeyi tercih etti. 
Türk devletinin büyük stratejisinin gereği olarak dağları bloke etmenin rahatlığıyla tavizsiz şiddetin toplumsal alana taşınması, kitlesel itirazın daraltılması, siyasal faaliyetin tolere edilebilir düzeyde tutulması ve sistemin sinir uçlarının hassas kalkanlarla korunmasının meşruluğu savunuldu/savunuluyor. İmparatorluk mirasının aktüel versiyonunun cevaz verdiği şekilde Kürt tarafı ile üstten kurulan iletişimin alta doğru kontrollü akışını sağlayıp perde önünde ret; soft ikna aygıtlarıya her alana nüfuz etmeye çalışıp paravan birimler kullanarak katliamla tehdit edebiliyor. Böylece bir yandan özel savaşın bütün teknikleri boca edilirken; kayıtdışı görüşme, seçim sonrası için yuvarlak vaat; herkes seçimde boyunun ölçüsünü alsın baskısıyla kasnak dönüyor...

Büyük strateji

Dünyadaki örneklerinde görüldüğü gibi Türk devletinin 90'ların sonundan itibaren temelini attığı ve zaman zaman revize edip güncellediği büyük stratejisinin önemli belirleyeni askeri zor olmasına rağmen hepsi bu değildir. Bunun böyle olmadığını zaten yıllardır hem Genelkurmay Başkanları hem de Başbakan'dan dinliyoruz: Mali, diplomatik, ekonomik, kültürel, psikolojik desteklerle sosyal ve siyasal yanılsamalar kombinasyonunun eşlik ettiği devlet şiddeti. Etik baskı gücü için Kürtlerin her tabakasından devşirmeyi sağlayarak "umudu tüketme" ve "gönüllülük ruhu"nu zedeleyip, somut güç biçimleri kadar mühim olan bu alanı çökertmek. Arther Ferill'in deyimiyle büyük stratejisi; "devleti savunmanın siyasi, diplomatik, ekonomik ve hatta dini araçlarını kapsıyor..."

KCK, devlet ve kimi Kürtler

Kürt tarafının kolektif aklı, halkının/halkların uzun erimli çıkarları için tarihsel deneyimleri gözardı etmeden bilgelik ve sağduyuya dayanan bir strateji izliyor. Clausewitzçi anlamda zor bir sanatı, Lord Kitchener'in "Hoşumuza gittiği gibi değil, yapmamız gerektiği gibi savaşmalıyız" gerçekliğiyle dengelemeye çalışıyor. 
Türk devleti, büyümek, bölgesel güç olmak ama yakıcı sorunlarını da varlığının temel direklerine halel getirmeden ayağının altına itmek istiyor. Kürt tarafına karşı bütün alanlarda tedavülde tuttuğu yıpratma ve yıkma staretejisinde elbette temel dayanaklarından birini ordu oluşturmaya devam ediyor. İşte kimi Kürtlerin anlamak istemediği aslında Almanların iki eksen teorisine benzer bir pratiğin iki ucu açık bir şekilde cereyan ediyor olmasıdır. Almanlar, 'askeri başarı matriksini kurduğu sürece askerlerin kendi alanlarında kalacağını' ileri sürdüler. Türk iktidarı, hem bunu hem de tersini yapma kabiliyetini geliştirdi. Modernizasyon ve profesyonel dopingle mobil savaş gücü geliştirilirken, yeni savaş konseptine uymayan unsurlarını da ekarte etti. Başarısız savaş tecrübesini ve askerin politik hadsizliğini bir kenara atıp, suni bir arınma gösterisiyle de 'güçlü milletin güçlü ordusu'nu Kürtlerin tepesinde tutmayı sürdürüyor. 
Biraz sonra somutlaştıracağım kimi Kürtlerin anlamak istemediği başka bir noktanın kısmi sorumluluğu da KCK ve bağlı yapılara ait. Tarihsel ittifak yorumu ve yeni ortaklık arayışı ters tepebiliyor. Türk tarafını ikna için kullanılan tarihsel ittifak etaplarının hepsinde 'iyi' ve 'kötü' Kürtlerin olduğu pek önemsenmedi. Türk iktidarı, meşrulaştırma aralığından sızarak baskın Kürt hareketini by-pass edip, bu rotada yeni bir işbirlikçiliği geliştiriyor. Şok geçişlerin, model sunumların veya bağlanan uzun ekonomik serum kablolarındansa kablosuz bağlantının olmasına şaşırmayacağız. Winston S. Churchill, "Bir müttefiki savaş alanına getiren manevra, büyük bir muharebeyi kazanan manevra kadar yararlıdır" derken; Engels, boşuna "İki taraf arasında mütereddit kişileri kendi tarafınıza toplayınız" diye uyarmıyor. Kürt hareketi, stratejinin; 'bağlantısız ve oportünist kararların kaotik bir çamuru' ve 'doğrusal bir süreç' olmadığının farkında, dolayısıyla kusurlarına rağmen uzun soluklu bir savaş örgütünün halk hareketine dönüşmüşlüğünün gereklerini yetersiz ve eksik de olsa yerine getiriyor. Ama meşruiyet aralığından kaçak tüyen yeni işbirlikçilik de yeni devlet aklının yeteneklerine uygun. 
Somutlaştıracağım, dediğim isimlerden bir bölümü Türk Başbakan'ın kırmızı çizgilerini defalarca deklare ettiği çemberin içinden çemkiriyor, bir bölümü zıplamaya hazır, bir bölümü tereddütlü... 

Çemberdeki prototip

Onun tartışacağımız, eleştireceğimiz fikri yok. Entelektüel birikimini de nefsine yenik düşüp ensest ilişkiyle kirleten bir muhteris... Sıfatlardan sıfat beğenemiyorum. Çapı, etkisine bakmadan neredeyse bütün İslam tandanslı yapıların içinde dört döndükten sonra Kürt mahallesine de girip çıkmış biri. Uzun süredir yarıştığı Ümit Fırat'ı pes ettirip önüne geçme şerefine nail. Artık sadece Kürt işbirlikçiliği değil, iktidar övücülüğü alanında Türklerin de takdirine mazhar. Ahmet Altan'ın bile cahş diyebildiği; Türk iktidar puştluğunun gayri meşru fırlaması olarak torunlarına miras kalacak muteber bir nam. Yüzü, aklı, vicdanı teflon. Türk güvenlik dehasının suikast yapılabilecek bir değer atfederek, komikleştirdiği figüran. "MİT Müsteşarı'na mektup" ve "Başbakan'ın haklı soruları" gibi iki şaheseri kaleme alabilmiş biri. 
Türk Başbakan'ın himaye listesinde yanına iliştirdiği diğer isim için daha önce yazdım, haksız değilmişim. Nihal Atsız'ın oğlu Yağmur Atsız'ın "Çorak Kürd İntelligentsiyası’nın nâdir vâhalarından" diye yüceltip, "yöneltilen kalleşçe tehdîdi" şeklindeki halkla ilişkiler çalışmasına katkı sunup "bütün kalbim ve beynimle lânetliyorum!" diye de sayesinde Kürtlere küfür ettiği Taraftar kapsülü.

Çembere zıplamaya hazır

O herşey ama tek şey. Örgüt lideri, dilbilimci, yazar, şair vesaire diye uzayıp gider. 74'ünden sonra 15 Şubat'ta TRT-6'te  "seçimden önce dönecektim, spekülasyon olur diye seçimden sonra"ya eşlik gülmsemesini gördüm. Türkiye değişmiş, demokrasi gelmiş, AKP iyiymiş, güzelmiş hoşmuş. İçişleri Bakanı bizzat aramış... Halbuki "Yenik değiliz / boşa gitmedi çektiğimiz acılar" diye başlamış, "savaş alanlarında çarpışanlar var" diye hatırlatmıştın, biz umutlanmıştık. "Torbamız tohum dolu / koşar adım giriyoruz kavgaya" diye müjdelemiştin. Kavgaya girmedin ama 'torban'la koşar adım iktidar tünelinden devleştirdiğin kirli dil niye?.. 
"Kırgın umutta / Keder tortusunda / Acıda, zehirde, pusuda / Yılma / Doğan günü bekle" demiştin, Kürt çocukları yılmadı, üstelik beklemekle de yetinmedi. Gülümsedi, ağlarken bile gülümsemeyi düşledi; çalıştı, belki şehrimizin iklimi bizlerle değişir diye Akdeniz'e dayandı... Kavga ve sevda bitmedi; umut ve hasret tükenmedi; dağlarının doruklarında, egemenin zindanlarında isyancılar çoğalmaya devam ediyor... 
"Bir öfke gibi hatırlarım / Keskin dişlerini efendilerin / Gülüşleri, kamçıları, darağaçlarını...Kavgamdan bir gül çıkar / Bilirim" diyordun ya, biliyoruz hiçbir zaman şiir tadında olmadın. Tarihin, tanık olduğun bütün zorlu dönemlerinde kaytardın; 14'lü yaşlardaki bir çocuğun heyecanını, 20'li yaşlardaki bir gencin isyankarlığını, 30'lu yaşlardaki örgütçünün zamansızlığını, yaşlı bir Kürt'ün feraset ve sabır ile donanmış yapıcılığını hiç yaşamadın.
Bir kaybedensin ve dönmenden yanayım. İtirazım, dönüş için öne sürdüğün argümanlara ve mevcut Türkiye'nin güzellemesinedir... Şu soruyu kendine sormaya takatin var mı: 30'lu yaşlardaki Batman Belediye Başkanı'nı 170 yıl hapisle tutuklu yargılayan devlet, niye davet ediyor?..

Kararsız potansiyel

Son örneğe gelmeden, ismini yüzümüze vuran Türk Başbakan'ın ikinci el sözcüsüne kısaca değineyim. İlk kez Mayıs 2002'de Kırmızı Işık adlı programı sunduğu zaman izlemiştim. Konuğu Sedat Peker'di. O soruyor gibi yapıyor, Sedat Peker soruyu eliyle koymuş gibi cevabını veriyordu. Peker, Turancılıktan Enver Paşa'ya, korkuyu yenmesinden tarihi kişiliklere merakına, ne kadar temiz bir yurttaş olduğundan çekirgelerin en iyi savaş besini oluşuna kadar anlatıyordu. Sedat Peker, sonunda onu takdir ederken, o da hayranlığını ifade ediyordu... Gelişti, büyüdü, serpildi; Başbakan Erdoğan'ın Sözcüsü ve 'harflerinin yazıcısı' oldu. Şimdi ikinci el bir sözcü ama son kullanma tarihi açık. Hem bir televizyon kanalının başında hem de Radikal gazetesinde köşe kapmış. Bu köşeden Kürtlerin payına düşen de iktidar menziline göre nasiplenmek. Ona göre "Demokratik açılıma destek veren Kürt aydın ve sanatçılarının baş belası oldu PKK" ve tehditle baskı altına alıyor, seslerini kısıyor. Ancak, artık Hakkari'ye gitmeye yüzü olmayan birinin "Şahin'dir eti yenilmez" dediği Kürt sanatçısını "PKK’nın tehdit ve baskılarına karşı en cesur çıkışı yine o yaptı" payesiyle Türklere pazarlıyor: "Türkçeyle ilgili sözlerine takılacaksanız, teröre başkaldıran sözlerine de takılın."
Sadece şu 15 Şubat sürecindeki gösterilerde bile 100'ü çocuk 500'e yakın gözaltı, 55'i çocuk 100'ün üzerinde tutuklama, kolları kırılan, kafaları yarılan çocuklar dahil 50 yaralının ne anlama geldiğini bilmiyorlar mı?..
Türk devletinin büyük stratejisinin sadece küçük bir parçasına monte edilen minik vida, somun, burç ve bazen sadece yağ olduklarını farketmelerini ve yüzlerini halka çevirmelerini bekleyeceğiz...
Lütfen büyük resmi ihmal etmeyin!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder