Mehmet Metiner'e suikast yapacaktı ama kıskıvrak yakalandı denilen Kutbettin Güllü'nün mektubu DİHA aracılığıyla kamuoyuna ulaştı. 18 yaşlarındaki Güllü, polis-avukat-medya işbirliğinin, Mehmet Metiner'i cesur aydın payesiyle ödüllendirme projesinin kurbanı olduğunu anlatmış. Suikast girişimi yalan ama tezgah büyük ve trajedi gerçek...
Biliyorsunuz "Kürt aydın kontenjanı" listesi yeni zıplayanlar ile büyüyor. İmanı çınlasın bir zamanlar Ümit Fırat tek başına parsayı toplardı, bölüşmek zorunda kaldı. O da artık arada bir, daha iddialı ve devlet-millet birlikteliğinin 'kötüler'le muharebesine yarar gevezeliğiyle, sunulan platformlara serilmekle yetiniyor. Muhtemelen, kendisiyle ve çaylaklarıyla gurur duyuyordur...
Farkındayım. Kürtçe ve Kürtlük için büyük uğraşlar içinde olduğunu iddia edip TRT-6 duvarında sevinç gözyaşları döken, bağımsız siyaset deyip AKP/devlet eline kafasını usulca uzatan rezillerden bıktık. Üstüne bir de seçim öncesi fiyat etiketleri güncelleme telaşı sardı. Koşturan koşturana...
Bunların karşılıklı beslendiği büyük mecra ise Türk medyası. Türk medya mensuplarının büyük çoğunluğu her zaman dayanışma içindeydi. Minik çatışmaları olsa da ortak refleksleri baskındı. Güntaç Aktan ile Uğur Dündar; Soner Yalçın ile Şamil Tayyar veya Ekrem Dumanlı ile Ertuğrul Özkök arasındaki fark, Türk dünyasını aşmaz. Çiftgeçişli birlik havuzlarından kesif ve kaynağı şaibeli kokular hep yükselir. Kategorik iyi niyetin bile hükmü yok. Kürt meselesi konusunda 'dostlar' diye tanımlanan çokça kalem için Kürtler sadece etkin bir mancınıktır. Hasan Cemal ile Soner Yalçın arasındaki fark, zaman/dönemdir. Halil Berktay ne kadar muteber ise Yalçın Küçük de o kadar. Aynı diyalektik Şahin Alpay ile Deniz Yıldırım için de geçerlidir. Dikkat buyrunuz; Perinçek tayfası(eski/yeni) nerede dururlarsa dursunlar Kürtlere ve PKK'ye sadece zarar verdi/veriyor. Cumhurbaşkanı'nın uçağından indikten veya devlet birimlerini ofisinde ağırladıktan sonra Ceylan için 'içli' yazanlar dost mu?.. Bizim acımaya, lütufa, konu sıkıntısı gideren aygıt olmaya ihtiyacımız yok. Sorun ve sorumuz net: Gasp bitsin mi, 40 milyonun statüsünün kendi istemlerine göre belirlenmesini istiyor musunuz?..
Türk medyasının hem bizden önceki tarihini biliyoruz hem de yaşadığımız tarih var. Onlarca gazeteci kardeşimizin cenazesi kaldırıldı. Bugün "basın özgürlüğü" diye hönküren kart herifler "militan" müstahaklığına veriyordu. 94'te gazetemizin merkeziyle birlikte temsilciliği havaya uçuruldu. Harabeler içinde bir avuç gençtik ve tek bir Türk gazetecisi gelip "geçmiş olsun" bile demedi. Namuslu bir avuç sosyalist, demokrat, Müslüman dışında kimse dayanışmadı. Çoğu Türk gazeteci görüşmek bile istemiyordu. İktidarın, dolayısıyla devletin bir kanadının lütfuyla yeni bir naylon mevzide nara atanlar, en az eskiler kadar günahkar. Hürriyet ile Zaman arasındaki çatlak, güçlü Türkiye'nin paryası olma halimizle giderilecek kadar onarılabilir mahiyette...
Bugün antimilitarist olduklarını söyleyenlerin önemli bir bölümü 80'lerin sonundan itibaren askeri helikopterlerle tur atıyor, ceset sergilerine katılıyor, brife ediliyordu...
Türk devletinin temel karekterini belirleyen bileşimin, kirli ağlarının diri ve zehirlemekten vazgeçmediği açıktır. Newroz öncesi ve devamında koparılan fırtına, istihbarat raporları diye masabaşı taslaklar, önleyici operasyon hamleleri vesairenin cilalı ama zehirli birer zambağa dönüştüğü yer Türk medyası oldu/oluyor. Bunun için Radikal'in manşetinde Metiner; Taraf'ın manşetinde TAK müjdesi, Sabah'ın manşetinde Tatlıses bağlantısı, diye devam eden örneklerin senkronize haline şaşırmıyoruz. Bin yıllık devlet geleneğinin bütün namert mirasını taşıyorlar. Kural, insaf, izan yok. Kirlenip kirlettikçe ömrü uzayan bir egemenlik. Bu egemenliğin, sensorları değişen, hafif sitemli ama full stepne kabiliyeti olan medya uzuvlarının övgüsüne mazhar olmak bile korkutucu...
Türk medyasının Newroz öncesinden itibaren performansını baz alın, niye Kürtlere karşı en az devletin asli kurumları kadar günahkar olduklarını görürsünüz. Newroz öncesi Tatlıses üzerinden yürütülen operasyon, 7 gerillanın öldürüldüğü pusu ve nokta operasyon ile 'Kürt aydın' ciyaklamasına bakınız. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kürt operasyonları ve basının tavrı ile son savaştaki durumu karşılaştırınız. İstisnalara şükredeceksiniz. Tatlıses operasyonu 'Kürt aydın' cengaverliğinin üzerine tam isabetti. Mutlaka bir bağlantı yaratılacaktı, çünkü bereketli bir alandı...
Türk medyası da, Türk Hükümeti gibi Kürtlerin sivil itaatsizlik/demokratik tepki eylemlerini sevmedi. Eylem beğendirilemedi. Başbakan ve danışmanları 'sivil itaatsizlik' ile dalga geçer, milletvekilinin tokata yeltenen elinin kırılmasını ister. Star'ın BDP manşeti, 'örgüt' tanımına, tez elden lojistik koşturmaca olur. BDP, 'parti' değil, 'örgüt' olunca bütün saldırganlığın boca edilmesinin hem yasal hem de moral gerekçesi oluşmuş olur. Bu danışman/kiralık kalemlerin, bir aydır temel yazı konularının 'bağımsız Kürt aydını' olması boşuna değil. Bir de AKP'nin kapatılma davası sırasında devlete hitaben yazdıklarını hatırlayın. Temel argümanları şuydu: AKP, devlet ile Kürtler arasındaki son bağdır, kapatırsanız Kürt mücadelesini dizginleyemeyiz...
Adı geçen naylon mağdurlar da hallerinden memnun, tadını çıkarıyorlar. Adlarının yanyana gelmesinden veya kirli bir sicilin acıma hislerine mazhar olmaktan gocunmuyorlar.
İşte bu karanbolun ürünü "Mehmet Metiner'e suikast engellendi" mizanseni de nihayet figüran yapılmak istenen kişi tarafından çökertildi. PKK'nin böyle bir girişimi olmayacağını biraz muhakeme yetisi olanlar bilir. Metiner, her etapta yontula yontula ilerleyen; Türk devleti için simsarlık yapan azgın bir bahşiş avcısı ve beyaz yakalı bir cahştır. Mirastır, miras olacak; tiksinerek anılacak ama hepsi bu kadar...
Eğer başta Sabah ve Radikal olmak üzere Türk medya salonları, suikast filminden topladıkları gişenin ardından zerre kadar haysiyetleri kaldıysa bu çocuğun mektubunu yayınlarlar...