Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Aslında
devlet Türk devletidir" sahiciliği, kapsama alanına dair sanal tesellesini
örtemeyecek netliktedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti yerine 'Türk devleti'
diyen Gül, sonuna kadar haklıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, norm-form; yapı-fonksiyon
olarak Türk egemenliğini esas alan fiktif bir ırk devletidir. Demografik yapı
ve özellikler, güç menzilinde olduğu için pek umursamadı. Cari anayasanın, değiştirilemez
ikinci maddesinde dokunulmaz kılınan başlangıcı, vatan, millet ve devletin
adlandırmasını belirtmekle yetinmiyor; bunları tanımlayarak egemenliğini
tescilliyor. 6. maddedeki egemenlik ve millet korelasyonuyla pekiştirerek 66.
maddede muazzam bir hileyle 'Türk' tanımı yapıp vatandaşlığı da bu cendereye alıyor…
Devletin, Türk devleti; milletin Türk milleti;
egemenliğin de kayıtsız şartsız Türk milletinin olduğunu hem bağlayıcı metinler
hem de zoru tereddütsüz kullanan devlet aygıtlarından biliyoruz. Anayasadan başlayıp
bütün yasal metinlere hakim olan Türk egemenliği, hakimiyetini de tahkim etmek
için karakterini zerkettiği devlet aygıtını kendisiyle birlikte kutsallaştırıp
varlığını ve bütünselliğini dokunulmaz kılarak, silahla muhafaza etti. Bunun
için millet, savunma ve vatan mefhumlarını alabildiğine istismar ederek teslim
aldığı 'Türk' kimliğiyle oynayıp, kapsamında yücelttiği ama gerçekte endoktrinasyonla kötürümleştiği kalabalığı da
gönüllü neferlere çevirdi. Devlet tanrısına secde eden çeşitli kıyafetler
içindeki ortak imanlı kalabalık, 'Türk'ün egemenlik iştahını abartıp obur, bayağı,
bol maskeli bir zorba olarak varlığını sürdürmesinin zemini oldu.
Devlet-milleti döngüsünün simbiyotik sürdürebilirliği üzerinde sefa süren
'Türk' egemen zorbalığının karşı zor üreteceği muhakkaktı. 'Büyük', 'yüce',
'aziz', 'kutsal' gibi sıfatların seri üretimini tarihsel barbarlığının küçük
ölçekli tatminine tahvil ederken ayağına gelen basışın, yarım yüzyıl sonra
yüzüne çarpan soğuk gerçeklik olduğunu geç fark etti. Bütün hünerlerine rağmen
inatçı bir itirazın ötesinde kutsal döngüsünü bozan kabusa dönüşen karşı zorun,
çatlatma potansiyelinin artık gerçekleşebilir aygıtlara kavuşma riskini en az
hasarla atlatma telaşında. Bunun tatlı bir telaş olmasını dilerdik ama zoraki
bir pozun donan görüntüsünün ardından rutine devamın asabiyeti sarmış…
Şimdi devlet kendi içinde çalkalanırken bağlı/bağımlı
bütün uzuvlar sallanıyor. İktidar kavgası, safların yeniden belirlenmesini,
direkt/dolaylı bileşimleri, göz süzmeleri, el
uzatmaları, ayak sürtmeleri sesli hale getirmeye başlıyor…
Bir egemenlik maskesi olan üretilmiş 'Türklük'
üzerinde halklara yeniden 1924 model tornalarından kalıp çıkarmak mümkün
olmayacak. Sorun, zaten fiilen çoklu olan toplumsal bileşenlerin, teorik tekleştirmenin
ardından fiilen tekleştirme ameliyatlarına maruz kalmasıdır. Devlet, ya siyasi
coğrafyasındaki farklı milletlerin olacak ya da kendi ulusunun olmakla
yetinecek. Farklılıkları kabul edip yerel ve yerinden yönetim temelli bir
anayasal çerçeve oluşturmak zorunda. Bu çerçeve, adlandırmalardan işlevlerine
kadar, hem bağlayıcı metinlere hem de kurumsal ifadelerine sirayet etmeli.
Bugün bu kadarına rıza gösteren bir Kürt siyaseti var, yarın bunu da bulamaz…
Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder