Vaat ve sonuç arasındaki gerçek durumun tahrifi
üzerinden tarif edilen algılardan oluşturulan beklentiyi yaratmak kolay ama
bunu yönetmek maharet ister. Olasılıklar, riskler ve sürpriz müdahalelerin yanı
sıra algıların gerçeğe dönüşmesi, vaat edilen geleceğin benimsenmesi ve halkın
bu beklentilere uymasını sağlayacak araçlardan/verilerden yoksun kalınabilir. İki
temel aktörlü ama çok oyunculu bir sahnede oluşabilecek ani refleksler ve
kontrolsüz parlamalar da cabası.
Vaat edilen geleceğe yönlendirerek kontrol
edilebilir iyimserlik aşılama ile oyalamanın hissedilebilirliğinin çatışması,
bütün kurguyu devirebilir. Beklenti yönetiminin esas ve şahane yolu, halkın
güvenini sağlamaktır. Çünkü beklenti yönetiminin gücü ve enerjisi, bunu yöneten
kurumlara olan güven ve itibardandır. Gerekli olan güven aşınır; beklentiler de
pratikle çelişerek yeterlilik şartını yerine getirmezse sürdürülebilirliği
kalmaz. Tasavvur ettiğiniz geleceğe ulaşmanızı ve bugünkü rolünüzü oynamanızı
sağlayacak stratejiler bütünü, diğer aktörün pazarlama yeteneği üzerine bina
ettiği idareci tarz karşısında savunmasız kalırsa heba olur. Bunun kendi cenahınızda
tüzel kimlik kapsamındaki insan kaynağı ile ilk halkadaki kolektif bütünlüğe ve
giderek topluma yaşatacağı travma, karşı cenahın "hayal bile
edemeyecekleri" isimli placebo sunumuyla giderilmeyecek kadar canlı/kanlı
ve derin olur.
Savuşka'nın niyesi
Demokratik Çözüm Yürüyüşü'nün ilk grubunda yer
alan 22 yaşında, lise mezunu, 90'ların zorunlu göç mağduru bir ailenin mensubu
4 yıllık kadın gerilla Savuşka'nin kamuoyuna yansıyan şu ifadelerini hatırlayalım:
"Barış sürecinden pek umutlu sayılmam. Ben Önderlikten umutluyum, ona inanıyorum…
Onca yıl çekilen acılar, şehitler... Şimdi yine çekiliyorsun kendi yurdundan,
kendi toprağından... Niye peki?.. 1999 hatırlanıyor. Önderliğimize, Partimize
inancımız sonsuz...”
Kürt tarafının onbinlerce sayfayı bulan her
düzeydeki açıklama ve izahatlarının temel dayanağı, özünde Savuşka'nın tekrarıydı.
Ancak Kürt tarafı, bu olağanüstü güveni, kendisine sunulan mutabakat çerçevesi
ve ona müdahil olma gücünün ekleyeceği potansiyel iyileştirmelerle besledi.
Böylece kabul edilebilir, gerçekleşebilir, kısa ve orta vadedeki beklentilere
cevap verebilir bir yol haritası somutlaştı. Bunun üzerinden oluşturulan
beklenti, toplumun her katmanıyla paylaşıldı, tereddüt oluşan noktalarda 35 yıllık
pratik ile "Savuşka'nın niyesi"nin cevabı, teminat olarak gösterildi.
Sultan'ın dev 'ben'i
Türk tarafının özlemini duyduğu menzil, bugünü
dizayn yöntemi, karşısındaki gücü tarif biçimi, kullandığı araçlar; bunların
toplamından açtığı istikamete doğru oluşturduğu beklentiler ve yönetim tarzı
ise özünde tamamen farklı. Kimi tali yollarda kesişen, çakışan, benzeşen yönler
olsa da esası etkileyecek mahiyette değil. Türk tarafı hem kendi içinde hem
Türkiye toplumunun önemli bir kesimiyle hem de kimi bölgesel güçlerle çatışma
halinde; dışa dönük lüzumsuz abartma ve afraları da ekleyelim. Karşısındaki
temel sorun ve onun üzerinden varlığını sürdüren en büyük itirazı teskin
ederek, ekonomik ve siyasal güç dopingine dönüştürme hevesi, makul çözüm rayına
yerleştirmeye engel oluyor. Üstelik Kürt tarafının tam tersine tek yetkili
organ, bağlayıcı karar mercii olan Türk Sultan'ın Afyon nutku ile parti programı
ve son kongre beyannamesinin belirlediği kutsal teslisten/temel doğrultudan
milim sapmadan. Türk tarafının yapacaklarına dair Kürt tarafına vaat edildiği
varsayılan hiçbir metinde, Sultan'ın açıklanmış onayı/teyidi yoktur. İmralı'da
üzerinde varılan mutabakat, Kürt tarafı için hızla kararlara dönüşürken, Türk
tarafında Sultan'ın ikna edilmesini ve mümkünse onayını bekliyor. Zaten bu
realiteyi hem İmralı'ya giden devlet heyeti hem de BDP ile görüşmeleri sürdüren
bakanlar, muhataplarına aktarıyor. Dolayısıyla Sultan, sözünü ettiğimiz iç çatışmalar
ve dış çelişkilere göre ittifaklarını sağlamlaştırarak, Türkiye toplumunun çoğunluğunu
sabitleyen iktidar hedefine uygun stratejisinin gereği olarak Kürtlerde
sükuneti sağlayıp minik adımlar ama büyük umutları imayla yetinmek istiyor.
Türk devletinin '97 konseptinin devamına halel getirmeden militarizasyonu kendi
lehine güçlendirip ilerlemeyi hesapladığı için önce başdanışmanı, sonra etrafındaki
'Kürt kökenli' işbirlikçiler ile sevdalısı kalemler, birbirinin fotokopisi yazılar
yazmaya başladı.
Önce umut ölür
Türk devleti, varlığını tehdit eden Kürt öfkesi,
büyüme hedefleri ve bölgesel konjonktör gereği Öcalan'ın çözüm önerisini kabul
etmek zorundaydı. Kürt tarafı ise dört parçadaki gelişmeler, savaşın seyri,
toplumsal güç ve yönetim anlayışının gereği onayladı. Kürt Hareketi'nin
sorumluluğu hep ağırdı ama bugün çok daha ağır. Sömürge toplumları için yadsıyan
teslim olmuş kişiliği öldürerek, kurtuluş umudunu taşımak ilk basamaktır.
Sömürgeci devletler için ise statüyü sürdürmenin ve itiraz gücünün iradesini kırmanın
ilk basamağı umudu öldürmektir. Kürt Hareketi, Kürdistan halkının, işgalcilerin
birgün gideceği umudu ile Kazakistan'daki Kürt'ün bile ülkesizlik ve
devletsizliğin acısını çocuklarına devretmek istememe azmini zinde tutmak
zorunda. 15 yıldır içselleştirdiği demokratik çözüm ve barış umudu ile eski
statünün sürdürülemeyeceği gerçeğini birarada tutmak zorunda olduğu gibi. Vaat
edilmiş beklenti ile gerçeklik arasındaki makasın fazla açılması hem hakikate
zarar verir hem de umudu sarsan travmalara yol açar. 40 milyon nüfusu ve artık
siyasi nüfuzuyla 4 sömürgeci devletin yanı sıra bölgesel dengeleri
etkileyebilecek Kürtler ve dinamik kitle mobilizasyonu mahareti olan örgütlü
politik hareketinin stratejik hata yapma lüksü yok.
Türk devletinin yeni aklının şuna inanmasını
dilerim: Kürt Hareketi, Öcalan'ın alıntılayacağım şerhini dikkate almakla
yetinmiyor, ahlaki zorunluluk ve halk hareketi sorumluluğuyla Türk Sultanı'nı
makul çözüme teşvik etmeyi sürdürüyor: "Bana tanrısal güven ihanettir,
felakete götürür!"
Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder