5 Temmuz 2013 Cuma

Beklentiler çatışması!..

Vaat ve sonuç arasındaki gerçek durumun tahrifi üzerinden tarif edilen algılardan oluşturulan beklentiyi yaratmak kolay ama bunu yönetmek maharet ister. Olasılıklar, riskler ve sürpriz müdahalelerin yanı sıra algıların gerçeğe dönüşmesi, vaat edilen geleceğin benimsenmesi ve halkın bu beklentilere uymasını sağlayacak araçlardan/verilerden yoksun kalınabilir. İki temel aktörlü ama çok oyunculu bir sahnede oluşabilecek ani refleksler ve kontrolsüz parlamalar da cabası.
Vaat edilen geleceğe yönlendirerek kontrol edilebilir iyimserlik aşılama ile oyalamanın hissedilebilirliğinin çatışması, bütün kurguyu devirebilir. Beklenti yönetiminin esas ve şahane yolu, halkın güvenini sağlamaktır. Çünkü beklenti yönetiminin gücü ve enerjisi, bunu yöneten kurumlara olan güven ve itibardandır. Gerekli olan güven aşınır; beklentiler de pratikle çelişerek yeterlilik şartını yerine getirmezse sürdürülebilirliği kalmaz. Tasavvur ettiğiniz geleceğe ulaşmanızı ve bugünkü rolünüzü oynamanızı sağlayacak stratejiler bütünü, diğer aktörün pazarlama yeteneği üzerine bina ettiği idareci tarz karşısında savunmasız kalırsa heba olur. Bunun kendi cenahınızda tüzel kimlik kapsamındaki insan kaynağı ile ilk halkadaki kolektif bütünlüğe ve giderek topluma yaşatacağı travma, karşı cenahın "hayal bile edemeyecekleri" isimli placebo sunumuyla giderilmeyecek kadar canlı/kanlı ve derin olur.

Savuşka'nın niyesi

Demokratik Çözüm Yürüyüşü'nün ilk grubunda yer alan 22 yaşında, lise mezunu, 90'ların zorunlu göç mağduru bir ailenin mensubu 4 yıllık kadın gerilla Savuşka'nin kamuoyuna yansıyan şu ifadelerini hatırlayalım: "Barış sürecinden pek umutlu sayılmam. Ben Önderlikten umutluyum, ona inanıyorum… Onca yıl çekilen acılar, şehitler... Şimdi yine çekiliyorsun kendi yurdundan, kendi toprağından... Niye peki?.. 1999 hatırlanıyor. Önderliğimize, Partimize inancımız sonsuz...”
Kürt tarafının onbinlerce sayfayı bulan her düzeydeki açıklama ve izahatlarının temel dayanağı, özünde Savuşka'nın tekrarıydı. Ancak Kürt tarafı, bu olağanüstü güveni, kendisine sunulan mutabakat çerçevesi ve ona müdahil olma gücünün ekleyeceği potansiyel iyileştirmelerle besledi. Böylece kabul edilebilir, gerçekleşebilir, kısa ve orta vadedeki beklentilere cevap verebilir bir yol haritası somutlaştı. Bunun üzerinden oluşturulan beklenti, toplumun her katmanıyla paylaşıldı, tereddüt oluşan noktalarda 35 yıllık pratik ile "Savuşka'nın niyesi"nin cevabı, teminat olarak gösterildi.

Sultan'ın dev 'ben'i

Türk tarafının özlemini duyduğu menzil, bugünü dizayn yöntemi, karşısındaki gücü tarif biçimi, kullandığı araçlar; bunların toplamından açtığı istikamete doğru oluşturduğu beklentiler ve yönetim tarzı ise özünde tamamen farklı. Kimi tali yollarda kesişen, çakışan, benzeşen yönler olsa da esası etkileyecek mahiyette değil. Türk tarafı hem kendi içinde hem Türkiye toplumunun önemli bir kesimiyle hem de kimi bölgesel güçlerle çatışma halinde; dışa dönük lüzumsuz abartma ve afraları da ekleyelim. Karşısındaki temel sorun ve onun üzerinden varlığını sürdüren en büyük itirazı teskin ederek, ekonomik ve siyasal güç dopingine dönüştürme hevesi, makul çözüm rayına yerleştirmeye engel oluyor. Üstelik Kürt tarafının tam tersine tek yetkili organ, bağlayıcı karar mercii olan Türk Sultan'ın Afyon nutku ile parti programı ve son kongre beyannamesinin belirlediği kutsal teslisten/temel doğrultudan milim sapmadan. Türk tarafının yapacaklarına dair Kürt tarafına vaat edildiği varsayılan hiçbir metinde, Sultan'ın açıklanmış onayı/teyidi yoktur. İmralı'da üzerinde varılan mutabakat, Kürt tarafı için hızla kararlara dönüşürken, Türk tarafında Sultan'ın ikna edilmesini ve mümkünse onayını bekliyor. Zaten bu realiteyi hem İmralı'ya giden devlet heyeti hem de BDP ile görüşmeleri sürdüren bakanlar, muhataplarına aktarıyor. Dolayısıyla Sultan, sözünü ettiğimiz iç çatışmalar ve dış çelişkilere göre ittifaklarını sağlamlaştırarak, Türkiye toplumunun çoğunluğunu sabitleyen iktidar hedefine uygun stratejisinin gereği olarak Kürtlerde sükuneti sağlayıp minik adımlar ama büyük umutları imayla yetinmek istiyor. Türk devletinin '97 konseptinin devamına halel getirmeden militarizasyonu kendi lehine güçlendirip ilerlemeyi hesapladığı için önce başdanışmanı, sonra etrafındaki 'Kürt kökenli' işbirlikçiler ile sevdalısı kalemler, birbirinin fotokopisi yazılar yazmaya başladı.

Önce umut ölür

Türk devleti, varlığını tehdit eden Kürt öfkesi, büyüme hedefleri ve bölgesel konjonktör gereği Öcalan'ın çözüm önerisini kabul etmek zorundaydı. Kürt tarafı ise dört parçadaki gelişmeler, savaşın seyri, toplumsal güç ve yönetim anlayışının gereği onayladı. Kürt Hareketi'nin sorumluluğu hep ağırdı ama bugün çok daha ağır. Sömürge toplumları için yadsıyan teslim olmuş kişiliği öldürerek, kurtuluş umudunu taşımak ilk basamaktır. Sömürgeci devletler için ise statüyü sürdürmenin ve itiraz gücünün iradesini kırmanın ilk basamağı umudu öldürmektir. Kürt Hareketi, Kürdistan halkının, işgalcilerin birgün gideceği umudu ile Kazakistan'daki Kürt'ün bile ülkesizlik ve devletsizliğin acısını çocuklarına devretmek istememe azmini zinde tutmak zorunda. 15 yıldır içselleştirdiği demokratik çözüm ve barış umudu ile eski statünün sürdürülemeyeceği gerçeğini birarada tutmak zorunda olduğu gibi. Vaat edilmiş beklenti ile gerçeklik arasındaki makasın fazla açılması hem hakikate zarar verir hem de umudu sarsan travmalara yol açar. 40 milyon nüfusu ve artık siyasi nüfuzuyla 4 sömürgeci devletin yanı sıra bölgesel dengeleri etkileyebilecek Kürtler ve dinamik kitle mobilizasyonu mahareti olan örgütlü politik hareketinin stratejik hata yapma lüksü yok.
Türk devletinin yeni aklının şuna inanmasını dilerim: Kürt Hareketi, Öcalan'ın alıntılayacağım şerhini dikkate almakla yetinmiyor, ahlaki zorunluluk ve halk hareketi sorumluluğuyla Türk Sultanı'nı makul çözüme teşvik etmeyi sürdürüyor: "Bana tanrısal güven ihanettir, felakete götürür!"

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com

İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder