… Onlar ise kibire kapıldılar ve büyüklük
taslayan (zorba, küstah) bir topluluktu/olmuşlardı(46)… Mü'minun
'Cemaat' tanımına sığmayıp iktidar sevinize yenik
düşerek, her kademenin bir bileşeni olmaya başladıktan sonra hakikat ile
realite arasında başınızın dönmesi kaçınılmaz. Hayatın dışına çıkıp apolitik
bir toplam olmanın objektif koşulları yok, ancak toplumsal gücü iktidar
güzergahına doğru devşirip insani ve manevi niteliğini dejenere etmektense
topluma geri dönüşümle birlikte idareyi hayra sevkeden doğal bir basınçla
yetinilebilinirdi. İktidar postunun çetin mücadelesine girmenin kaçınılmazı,
hak ve meşruiyet gözetmeksizin bütün kontrol mekanizmalarına sızmak, hakim
olmak; böylece bütüne hükmetmenin hazını, mütevazi bir abid veya mürşide
tercih etmektir…
Fethullah Gülen Hocaefendi, yetenekli bir vaiz,
çalışkan bir din alimi ve sabırlı bir teşkilatçıdır. Hocaefendi'nin, Kürtler,
Kürt ve Kürdistan meselesi ile onun kaçınılmaz sonucu PKK konusundaki görüşleri,
siyasi konuşma ve angajmanı ifşa etme aşamasından beri sorunlu ama revize
edilerek olumluya doğru yol alıyor. Hocaefendi'nin, yetiştiği etnik, sosyal ve
kültürel çevrenin algılarına maruz kalarak bina ettiği 'mesafe'nin, 'nur'un
gücü karşısında bile kapanmadığı açıktır. Bediüzzaman Said-i Kurdî'nin
üretiminden beslenmesine ve metodolojisini sahiplenmesine rağmen söz konusu
kodların blokajı sayesinde 'Türk' ve 'devlet' hassasiyetini muhafaza
etti/ediyor. Hitabeti, sabrı ve teşkilatçılığı ile iktidar harisliği koridorunda
ilerlerken çevrilen her projeksiyonun kumanda merkezine sızıntının çatlaklarını
keşfetti. Asla çekirdek örgütlenme modeli ve katıksız disiplini ile yetiştirilenlerin
yetiştirmesi döngüsünden taviz vermedi. Güç karşısında munis, uzlaşmacı ve
kabul edilebilir eşikte durmaktan yüksünmedi; manevra kabiliyetinin kıvraklığını,
vizyonerliğinin gereği olarak meşrulaştırdı. Bugün artık bir 'cemaat' değil,
hayatın bütün alanlarındaki seksiyonlarıyla sınıraşırı; politik ayağı ihmal
edilmeyen büyük bir 'güç'tür...
Türkiye'de de haliyle iktidarın/devletin temel
ortaklarından biridir. Hocaefendi'nin liderliğindeki güç, bu realiteyle
yetinmiyor, potansiyelin farkında olduğu için iktidar obeziteliğini tetikliyor.
Dolayısıyla 20 milyonluk Kürtlerin 'yüzde 5'nin helak olmasına 'amin' isterken;
kısa süre sonra 'milli gurur, milli onur, tek devlet'e halel getirmeden bu
'yüzde 5' ile 'devletin parçalanması'nı engellemek için 'sulh' sağlanabileceğini
söylüyor. Gerekçeleri, referans noktaları ve rezervleri arızalı olmasına rağmen
'sulh'a kerhen de olsa rıza göstermesi hayırlıdır. Bu kaygıları, neredeyse
bütün orta kademe ile sahadaki kadrolarının Kürt olmasıyla birleşince Kürtçe
yayınlara bile vize verdi…
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin sevenleri ve saygı
duyanları için taşıdığı manaya dokunmadan, özellikle medya departmanındaki
elemanları ile devlet içinden beslenen operasyonel unsurlarına dikkat çekeceğim.
Çünkü bu eleman ve unsurlar, 'kerhen sulh'a rızayı tüketmek için sinsi
taktiklerden sakınmıyorlar. İP ile MHP arasındaki bütün tonların kısmen
gürültülü ve alenen sergiledikleri savaş çığırtkanlığından uzaklar ama Türk
Hükümeti ve ana kitlesi ile PKK ve Kürtlere yönelik tazyik ve tahriki, sureti
haktan görünerek yapıyorlar…
Kontollü güç olduğu için elini ovuşturmakla
yetinmiyor, diş gösteriyor, burnundan soluyor, tahkimat yapıyor ama sineye
çekiyor. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, prototipimiz
olsun. Dumanlı, "Devlet, terör örgütünün belini kıracak… Devlet, elbette
bu şer güçlerin nefes borusunu tıkayacak… Tabii ki terörizmin belini kıracak,
beynini dağıtacaksınız…" diyordu ama olmadı. 'Kerhen sulh' moduna girdi.
Ancak silinen balataların sesinin çirkinliğiyle "Liderin esaret ve
çaresizlik içinde davayı sattığı" temennisini birleştirdi. Yetinmedi, 'İmralı
notları'nın ardından büyük bir coşkuyla 'Habur sürecine dönüştürülmüştür' diye
kestirip attı. Üstelik PKK'nin, MİT'in içine sızdığı ihtimalinden sakınmayarak…
Bu da olmayınca Türk Hükümeti'ne 'biz oynamayız' mesajı eşliğinde Kürt tarafına
küfür etmeye başladı. Tıpkı yıllardır Hocaefendi'ye küfür edildiği gibi
"Psikiyatrik bir analize tabi tutulsun… pervasız ‘çehresi'… küstah…
narsist… dünyayı boynuzunda taşıyan varlık… Stalin özentisi… kendine tapınan
bir megaloman… kendisi ‘tescilli ajan'… su katılmamış bir emperyalist kuklası… ırkçılık
yaparak kendi kafasına göre fitne atıyor... ırkçı soytarı…" diye devam
etti. İşte bu ´derin fikriyat´ üzerinden PKK'siz/Öcalan'sız çözümün de
olabileceğini, devletin bu seçeneğe mahkum olmamasını salık verdi/veriyor…
Milliyetçi köken ile ıslah edilmemiş nefis bir
araya gelince, egemen ulus zorbalığına dayanarak bariz ırkçılık yapan 300 Türk
tipi okur-yazara kendisini siper eden örneğimizdeki prototip, aynı çemberdeki
operasyonel unsurların (burada da prototipimiz Eme Uslu olsun) dikkate alınmayan
savlarına 'ciddiyet' katarak, ikili kışkırtma püskürtüyor. Kürtlere dönük kısmında,
Roboskî gibi trajediler üzerinden sorgulama teşviki. Türklere ve iktidara ise
"Öcalan'ın koşulları, yönetim modeli, PKK'nin varlığı, özsavunma, 'terör'
kavramının tedavülden kalkması, zaman kazanma, Türksüzleştirme, hatta büyük
Kürdistan" gibi uzun bir liste fırlatılıyor. AKPM'nin son raporunda
terörizm kavramına veda etmesini bir tek Zaman gazetesi manşetine taşıyarak,
Sözcü'nün hayıflanma çıngarının usturuplu versiyonuyla sunuyor…
Hakkını yemeyelim hemen geri dönüş sağlayan Yalçın
Akdoğan, teskin etmeye çalışıyor. Kimi zaman paydaş argümanlarını faş etmek
pahasına… Cizre'deki bir hadiseyi dillendirince iki gün sonra polis, sokak
ortasında Kürt çocuklarını yere seriyor. Muhtemelen, 14 yaşındaki A.T'nin sağ
gözünü yitirmesi karşısında "İşte bu!" demiştir…
Gidişatın umduklarını veremeyeceği kanısı
güçleniyor, bunun için de bir taraflarının durmayacağını hesaba katarak şimdiden
yatırım yapıyorlar: "Anladığım kadarıyla 'süreç'in gidişatından endişe
duyan ya da sürecin bir noktada sıkışacağını tahmin eden güçler, ta baştan bir
günah keçisi ilan etmeye hazır gibiler."
Başbakan grip oldu diye koca ilan veren bir
iradenin, sadece gasbedilen haklarını isteyip kimsenin onuru, gururu, şerefi ve
haysiyetine dokunmayan mazlum Kürt halkı ve onun temsilcilerini aşağılama,
küçümseme haksızlığını bırakması lazım. Egemenlik kibiri kolektifleşince bağlanan
basiretin kıyımları ortadadır. Kibirle taşan insan vicdanı, hakikatin
idrakinden korkar, kaçar. Haksız yere böbürlenenlerin, milli kibrine dini kisve
giydirenlerin akıbetini hatırlasınlar. Kürtlerin, Fethullah Gülen Hocaefendi ve
kadrolarından beklentisi, demokratik çözüm ve barışa samimiyetle destek
vermeleri, dini eğitim ve donanımlarının gereğini pratize ederek, bünyelerinde
uyanan Türkçü illeti yok edemiyorlarsa bile yeniden uyutmalarıdır… Hocaefendi,
en azından hem Bediüzzaman´a borcunun gereği hem de bütün zahmeti yüklenen Kürt
kadroları için şımarık prensleri frenleyebilir...
Ankebut ile bitirelim: "…Andolsun, biz
onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de yalancıları
da mutlaka bilir(3) Elbette kendisine iman edenleri de ve elbette münafıkları
da bilir(11)…"
Kaynak:
http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim:
https://twitter.com/tuncelfikret
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder