Türk devleti, bütün bileşenleriyle birlikte Kürt tarafının alabildiğine minimize ettiği talepleri karşılamaya, bu taleplerin öngördüğü savaşsız alana çekilmeye hazır değil. Büyük umutların bağlandığı seçim sonrası yeni anayasa sürecinin de buna cevaz vermeyeceği, tekçi cinnet hali ve muhalefet alerjisi bombardımanından belli...
AKP ve TSK uzlaşısının meyveleri hasat edildi/ediliyor/edilecek, Öcalan ile görüşme içeriğinin Kürt halkının ve siyasal örgütlenmesinin hilafına olamayacak noktaları anlaşıldı. Gerçekliğin ağır bastığı ama kuşku potansiyeli barındıran flu bir vaatler tablosu dahi yok. Her şey gayet berrak. Tek çekim dışı alan; İmralı'daki görüşmenin niteliği ve kayıtları. İyimser bir yorumla Türk kamuoyunu 13 Haziran'a şoksuz taşımanın gayretleri var, denilebilir. Ancak mevcut fatura, bunu aşacak kabarıklıkta...
Kürt muhalefetinin eylemsizlik süreci ve Öcalan ile görüşmeler başladığından beri devletin bir tane somut, kayda değer adımı yok. Tek bir kanser hastasına veya 85 yaşındaki yüzde 70 fonksiyonsuz bedene sahip tutsağa bile hukukun gülen yüzü gösterilmedi, Kürt toplumunun vicdanı büyük bir iştahla kanartıldı...
Legal alana önce bir usta tırpancı gibi dalındı ve fonksiyonel, mobil kapasitesi olan bütün yetkin kadrolar toplandı. Şimdi ise kimi zaman acemi ve yorulmak bilmeyen birinin yönetimindeki biçerdöver gibi, kimi zaman tek alanda patinaj yapan dev bir tekerlek gibi; gözaltı, tutuklama ve şiddeti yaygınlaştırma almış başını gidiyor. Hem Kürt muhalefetinin çelik çekirdeği kitlenin umudunu kırmak, izole etmek, moral değerleriyle oynamak hem de çemberin diğer halkalarına olabildiğince ölümcül bir seçenek göstererek, nötralizeye zorlamak, itiraz halkasına girmesini engellemek, verilenle yetinilmesini sağlamak istiyor...
Cezaevleri dolu, gaz stokları bitti ama 'örtülü' dolum devrede, militer güç takviyesi yapılıyor, askerler kendi başarı matrikslerinde fink atıyor, polis kafasına takılan kamera ve ses düzenekli kasktan memnun. Sistem, zulmün obur marifetiyle hazırladığı ulusal birlik çimentosunu Kürt'ün kanıyla karmaya devam ediyor...
Devlet bir süredir seçim sonrası için reorganize oluyor. Bütün güçlerini sınıyor. Bir gecede 24 çadıra operasyon yapıp dağıtmak, aynı anda bir çok kentte gösterileri dizginlemek, onlarca merkezde eşzamanlı baskınlar yapmak, bazen bölgesel gözaltılarla lokal anesteziye kalkışmak, yargı marifetiyle şantaj hücrelerinde bekletmek...
Askeri olarak; rehavet değil alabildiğince alan tutmak, gerillanın manevra, hareket kabiliyetini felç etmek, belirli noktalara hapsetmek ve ilk fırsatta sert vurmak. Karayılan, üç defa ve sonuncusunda (25 Nisan) şu cümlelerle devlete ve hükümete seslendi: "Çukurca ve Uludere'deki komutanlığın savaş kışkırtıcılığı durdurulmalıdır. Durdurulmazsa ne olur? Süreç bozulabilir ve kimse bunun için bir teminat veremez. Sen her gün saldırı yapar ve insan öldürürsen karşıdaki insan da sonuna kadar sabır gösterecek değildir. Her şeyin bir yolu-yordamı ve sınırı vardır. Bu açıdan ben hem devlet ve hükümet yetkililerini uyarıyorum ve hem de tüm demokrasi güçlerini bu konuda duyarlı olmaya çağırıyorum."
Adı ve bölgesi verilerek yapılan bu uyarılara rağmen devletin/hükümetin yanıtı ne oldu? Bu alanda 12 Kürt gencinin öldürüldüğünü Genelkurmay aracılığıyla duyurmak... Bu kanlı mesajın da, iki yönü var. Birincisi; artık dağın devreden çıkarılmasının kabul ettirilmesi. İkincisi; Kürtlerin en vurucu ve kontrol edilemez gücünü öldürmekle yetinmeyip, aşağılayarak özgüven kaynağının sistem dışı damarlarının kesilmesi...
Adı ve bölgesi verilerek yapılan bu uyarılara rağmen devletin/hükümetin yanıtı ne oldu? Bu alanda 12 Kürt gencinin öldürüldüğünü Genelkurmay aracılığıyla duyurmak... Bu kanlı mesajın da, iki yönü var. Birincisi; artık dağın devreden çıkarılmasının kabul ettirilmesi. İkincisi; Kürtlerin en vurucu ve kontrol edilemez gücünü öldürmekle yetinmeyip, aşağılayarak özgüven kaynağının sistem dışı damarlarının kesilmesi...
Böylece devlet, 15 Haziran'a kadar atmayacağı adımlardan emin olduğu kadar, karşılaşabileceği itirazın bütün türevlerini bertaraf etmenin hazırlığını yapıyor. Türk devleti için kayıtdışı görüşmeler üzerine bir kahkaha atmak çok kolay. Kürt tarafının ise böyle bir lüksü yok. Kürt toplumu, insan soyunun karşılaşabileceği bütün travmaların toplamından muzdariptir, Kürt siyasetinin bilerek ve isteyerek yeni bir travma yaşatmasına tahammül edemez. Bu halkın en fedakar ve yurtsever kesimi, yetki verdiği, sorumlu kıldığı karar mercilerinin kolektif aklına güveniyor. Güvenmekle kalmıyor, YSK kararında olduğu gibi doğru bir hatta ilerlemesini sağlıyor...
Türk Başbakan, Kürt sorunu macerasının yeni bölümlerini seçim mitinglerinde sunup KCK ve Ergenekon davalarının birleştirileceğini ima ederek, iddianamelere dikkat çekip yeni bir şantajın ucunu gösterirken Yardımcısı Bülent Arınç, "İlk planda 10 bin daha sonra yine 10 bin asker yetiştirerek, bu bölgeye sevk edeceğiz. Attığı zaman vuran, avcı olan birlikler. Bir taraftan polis sevk ediyoruz. İstihbaratı güçlendiriyoruz. Biz onların hakkından daha çok geleceğiz..." müjdesini Türk seçmenine veriyor. Artık şu cümleleri kurabilen Bülent Arınç'ı ve 1 Haziran'da gelip önemli açıklamalar yapacak dediği Türk Başbakanı'nı kurtarıcı diye pazarlamak ayıptır...
Bir halkın, sadece bu küçük gezegenin doğal bir üyesi ve doğal haklarına sahip olarak yaşamaya dair ödediği bedelin ağırlığı altında, en çok onun umudu ve beklentilerini suistimal edenler kalacak. Türk devleti gözükara bir eforla dönüşü ağır bir yolda depara hazırlanıyor. Yazık oluyor...
Kürt legal siyaseti, "kopuş", "sınırların değişmesi tehlikesi", "dizginleyemiyoruz", "derin devlet" ve "provokasyon" uyarı, hayıflanma ve tespitler eşliğinde Diyarbakır'da dahi çadır kurdurmamayı sineye çekebiliyor. Yazık oluyor...
Kuzey Kürtlerinin büyük çoğunluğu 3 günlük yasın adabına uygun bir hali idrak ederken, yeni işbirlikçiliğin badem bıyıkları altından sırıtarak AKP seçim bürolarından müziğin volümüne yüklenmeleri ayıp, günah ve suçtur. Kürt siyasetinin, Adalet Divanı kararlarını beklemeye almasının da bir hikmeti vardır. Yazık olmasın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder