Kürtler ile akidini bozan Türk egemenliği, milli aidiyeti onlara yasakladı; dini aidiyetin de sınırlarını çizdi. Dil, eğitim, düşün ve edebiyat dünyasını bloke etti; dil ancak kendi kapalı havzasında yaşayabildi. Cumhuriyet tereddüt geçirdiği için eğitim sistemini yaygınlaştırmakta gecikti. Sisteme dahil edilecekler için belirlenen eğitim anayoluna bağlanan en önemli iki tali yol; Yatılı Bölge İlköğretim Okulları ile Türk-İslam tandanslı oluşumların yurtları/evleriydi. Mesela Van'ın Erciş İlçesi'nin bir köyünden üniversiteye uzanacak bir hayatın bu iki tali yoldan başka seçeneği yoktu...
Eğitim müfreddatının empoze ettiği kişilik şekilenmesi, yapay çevrenin normalleştirdiği yabancılaşma, yadsınan zihinsel kalıplar, kurtulma menziline dikilen gözün kamaşması, rızaya mazhar olan tasarlanmış kader ve resetlenen belleğe şırınga edilen Kemalist yazılım sayesinde Cumhuriyet, 'Kürt kökenli Türkler'le ömrüne bereket kattı. İtiraz, ret, kırılma ve isyanı da kendi bünyesinde barındıran bu mecranın dışına çıkışların faturası epey ağır oldu...
İkinci tali yol ise, sınırları çizilen dini aidiyet bağını esas almakla birlikte birinci seçeneğin içeriğine sadık kalarak, yine tek taraflı tavizler silsilesi üzerinden anayol ile birleşti...
Birinde 'Gazi Mustafa Kemal Atatürk' birinci figür, diğerinde 'Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri'. İkisinde de milli, dini ve tarihi referans ortaklaştırıldığı, bugün aynılaştırıldığı ve yarına tek güzergah belirlendiği için araçlar, hız ve kaptanlık maharetleri detay kaldı...
Türk-İslam yurtlarında/evlerinde bir 'abi'nin "Kürt-Türk ne fark eder, hepimiz kardeşiz, Müslümanız" cümlesinin ardından "Müslüman Türk milletinin şanlı tarihinden kesitleri" ıslak gözlerle anlatması haktı. Yatılı Bölge İlköğretim Okulları'nda "Hepimiz farklı boylardan gelsek de Türküz, Müslümanız" cümlesinin ardında Kürt Teali Cemiyeti'nin melanetlerinin anlatılması haktı...
İşte bu yolculukta birlikte olan Kürtler ve Türklerden yolları ayrılanlar, bir süre sonra şaşırıyor. Bu düzeneğin dışına taşan Kürtler, zorlu bir yolculuğu göze alırken; 'Türk kardeşleri'nin, yapay geçmişin özlemini, riyadan zerre gocunmadan anlatmalarının nedeni bu. Dini, kısa süre sonra sadece bir toplumsal kamp, iktidar merdiveni, ikbal çeki, nüfuz vasıtası sahasına sıkıştırıp, ardından da mazlum bir milletin hak arayışına karşı dil uzatmanın suflörü gibi pazarlama hadsizliğini reva görüyorlar...
Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert ve avanesinin çıldırmasının altında yatan başka gerekçeler yok. Yeni Şafak'ın manşetlerine yansıyan 'ırkçı-Müslüman-eşkiya' alt metinlerinin tamamı, Türk egemenliğinin bugünkü tonunun, paniğini yansıtıyor. Zaman, Star, Akit ve Sabah'ın bir haftalık manşetlerine, temel yorumlarına bakılırsa, hezeyanın ulaştığı boyut anlaşılır...
Özellikle Kürtlerin kendi aralarında oluşturduğu birlik, argümanlarını darmadağın etmiş. Devletsiz Cuma namazları; Altan Tan gibi bir şahsiyetin Blok adayları arasında yer alması, DTK öncüllüğünde oluşturulan birlik heyetlerinde Med-Zehra(Nûbihar) çevresinin bulunması ezberlerini bozmuş. Yusuf Ziya Cömert, yıllardır çile çeken Sabah Kara'yı yeniden hatırlıyor ama haberi yok; Nasuhi Güngör, fikri yekununu aşan bir böbürlenme ve haksızlığının kilit vurduğu korkaklıkla Altan Tan'ı hedefliyor. Yasin Aktay, geleneksel 'mamoki' pirlerinin manifaturacılıkta zekat; nakitte faiz mirasına uygun, popülerleşmenin tadıyla saldırıyor. Başbakan'ın damadının patronajında ve Erdal Şafak'ın yönetimindeki Sabah da paralel yayınını sürdürüyor...
Tek tek manşetlerine bakıp gazeteciliğin temel ve evrensel kuralları; meslek etiği ve insani normlar açısından değerlendirmek gereksiz. Çünkü neresinden tutarsak elimizde kalır. Bu zevata göre; PKK aslında JİTEM, yok Ergenekon, yok yok derin devletin bir parçası, üstelik bugün Ergenekon'a karşı mücadele eden MİT tarafından kuruldu. Her kötülüğü PKK yapıyor. Mesela Sivas Katliamı'nı da PKK yaptı. Aynı PKK Müslüman çocukların düşmanı, onları da yakıyor. CHP'liler aslında PKK'li. PKK ve BDP, ırkçı, din düşmanı, bazen Alevi bazen da Alevilik düşmanı. 3 milyon aktif taraftarı da öyle. Namazları bile kabul olmaz. Şiddetten besleniyorlar, politikaları yok, istemleri belli değil, yok yok belli de çok şey istiyorlar...
İktidar mücadelesinin esaretinde yanlış kıbleye dönüp yeni bir ilah yaratıp secde edersen böyle ucubeleşirsin. İstihbarat masalarında yazılıp dikte edilen metinleri 'haber'; bilgi notlarını da 'yorum' diye sunarsın. Biri diğeriyle uyuşmazsa da, yüreğini ve vicdanını kapatır yoluna devam edersin. Kemalizmin form verdiği büyük zekanla hem Şafii Kürtleri hem de Alevileri aynı andan BDP'nin desteklediği Blok'tan uzaklaştıracağını düşünürsün...
Sen yedeksubay çocuğu kadar Diyarbakır tanıklığından milli birlik aparırsın ama Süleyman Çevik ve arkadaşlarının koca devlet kadar siz minik askerlerinin blokajlarıyla mücadelesinden kotardıkları gönüllü birlik derdini anlayamazsın. Onun için Yeni Şafak, Zaman, Akit ve Star gazetelerinin eski misvaklı genel yayın yönetmenleri, artık purolu Ertuğrul Özkök ve Zafer Mutlu'nun yoldaşlarıdır. Köpeğiyle yatmayı tercih eden Erdal Şafak da sadık bir kapıkulu olarak eşlik ediyor...
Kürtlerin işi gücü yok Türk devletinin şu ya da bu kanadına entegre olan veya içinde ısınan kalem ve kelamcı esirlerin gönlünü hoş tutsun. Erdal Şafak'ın 'üşüyen kanı', bu yalan sıkışmasıyla ısındı mı bilmiyorum ama Genel Yayın Yönetmeni'nin muhakeme gücü ve ferasetine örnek olsun; manşetlerinin isabeti anlaşılsın diye, Hakkari yolculuğundan sonra yazdığından bir alantı yapayım: "Helikopterlerin indiği bahçe ile valiliğin arası bir kilometre ya var ya yok. Yol boyunca çevreyi seyrettim.
Bomboş caddeler, sokaklar...
Evlerin sıkı sıkıya örtülü perdeleri...
Perdelerin arkasında ne bir insan, ne bir gölge...
Benzin istasyonundan fırınına, bakkalından kasabına kadar hepsi ama hepsi kapalı dükkânlar. Ya da kapatılmış kepenkler. Erdoğan'ın vurgusuyla "Kapattırılmış" kepenkler.
Yine yollarda, sokaklarda ne bir otomobil, ne bir otobüs, ne bir kamyon. Kapatılmış kontaklar. Yine Erdoğan'ın düzeltmesiyle "Kapattırılmış" kontaklar.
Tam bir hayalet şehir.
Güvenlik görevlilerine sordum: "Nerede bu insanlar?"
Cevaplarını duyunca kanımın üşüdüğünü hissettim: "Gece zorla evlerinden çıkarılıp götürüldüler."
PKK'lılar ve onların siyasi uzantıları koca kenti boşaltmışlardı..."
Türk medya leşkerleri, kapıkulları, devşirmeler, ekilmiş tarlalar ve simsarların tümü, iktidarın aurasında akıl tutulması yaşıyor. Yaşasınlar ama hakları gaspedilen bu mazlum milletin yakasından ellerini çeksinler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder