19 Temmuz 2013 Cuma

Rağmına özgürlük!..

Türk devletinin geleneksel refleksleri, Kuzey'de tutukluluk numarasıyla sıyırma hesapları yaparken Rojava üzerinden sensorlarının ayarlarıyla oynuyor. Devlet bileşenlerinin hem meşreplerince çözüm yanlıları hem de suret-i haktan görünüp berhava etmenin türlü mekanizmalarını tetikleyenleri de tehdit ve kışkırtmayı senkronize hale getirdi.
Övündükleri bin yıllık devlet gelenekleri ile karşılarındaki PYD'nin reflekslerini, insanlığın evrensel kriterlerine, diplomatik teamüllerine vurun; sıkletlerini kaplayan bayağılığın ağırlığını hemen fark edeceksiniz. PYD Eşbaşkanı'nın BBC'ye verdiği demece yansıyan diplomatik zarafet, ilkesel duruş ve politik esneklik ile büyüyen Kürt'ün vizyonunu destekleyen; Serêkaniyê'deki yeşil lejyonerlerin defedilmesinin ardından sınır kapısının, bölgenin sosyolojik bileşiminin temsiline devredilmesine bakınız. Bunun karşısına dikilen Türk Sultan'ın sağ ve sol loplarının tedarikçilerinin kaba, ajitatif, şark kurnazlığıyla bezenmiş talimatnameleri ile 'vur' emirli F-16'lar, uçaksavarlı zırhlılar, özel birlik takviyeleri yaygarasına bakınız...
Madem Kuzey Kürtleri ile tarihi bir anlaşma/entegrasyon evresindesiniz, Güney Kürtlerinin meşru statüsünü resmen kabul edip buna göre resmi kodlarınızla oynamışsınız, nedir sizi Batı Kürdistan'da rahatsız eden?
Bunun uzun izahat gerektiren ama çok yalın, net ve kısa bir cevabı var: Rağmına özgürlük!
Sömürgeci egemen kibir, zulüm üzerine bina ettiği gururunu incitmeden hakları kontrollü lütfetmeyi münasip görür. Hangi hak gaspından ne zaman, nasıl, hangi yöntemlerle feragat edeceğine 'görülen lüzum üzerine' karar vermek ister. Herhangi bir itiraz gücünün etkisini yadsır, bunun böyle anlaşılmamasını dikte eder. Buna uygun beklenti yaratıp rahatça yönetir, cilalı ambalajında sununca da karşılığında büyük minnettarlık ve sonsuz bağlılık bekler. Heybetli hacmine halel gelmesine tahammül etmediği için Kuzey'deki Kürtlerin sık sık 'pazarlık yok', 'anlaşma yok', 'karşılık beklemeden adım atıyoruz' demelerini salık verir, bunları duydukça yükselmiş nabzını yapay tebessümlerle bastırır...
Rojava'da ise ona rağmen özgürlük tadılıyor. İstedikleri olmuyor. Elbette her yolu mübah gördü, yoğun mesai harcadı, denedi ama olmadı. Dünyanın bütün yeşil lejyonerlerinin toplama ve dağıtım merkezi oldu; lojistikle yetinmedi, stratejik akıl ve taktik komutanlığa kadar vardırdı. Bu tarz grupların içerden tetikçi devşirmesi için cömertçe alan açtı. Güney Kürdistan yönetimini müdahil olmaya zorladı, uluslararası blokajla Rojava siyasetini izole edip gayri meşruiyette tutabileceğini sandı. Hepsinden önemlisi Kuzey Kürtlerinin ölü taklidi yapmasını sağlamaya çalıştı. İmralı üzerinden sapma atraksiyonlarını aşıp PYD ile gizli görüştü…
Hem Kürt Hareketi hem de ağırlığı PYD'de temsil edilen Rojava Kürtleri, komplekse kapılmadan, karşılıklı hassasiyetleri ve oluşturulmuş imajları gözeterek, rasyonel bir iletişim ve kabul üzerinde yol almak istedi. Halen de bunda ısrar ediyorlar. Ancak bunu yaparken özgürlüğü, efendi-köle diyalektiğinin dışında tutmanın ahlaki diskurundan taviz vermediler. Taktik esnemeler, stratejik tutarlılığa ve demokratik toplumsallaşmayı sağlayan erdemler manzumesine dokunduğu anda hükmünü yitirir...
Bütün telaşın kaynağı bu. Yoksa Türk devleti de bilir ki; 'Kuzey Irak' adındaki alaturka çadır, Kürdistan Bölgesel Hükümeti'ni örtmediyse 'Kuzey Suriye' diye mesafe bırakıp 'PKK devleti' şeklinde tehdit algısının menziline yerleştirip güvenlik alarmları çalmakla yeni realite de örtülmez.
Bin yıllık devlet geleneğiniz varken kaçınılmaz tecellinin görünmesi karşısında zihinsel formasyonunuzu kemiren fobilerinizin dürtmesiyle paralize olan stratejik aklınız, cinnet geçirmesin. Mevcut iktidarınıza ve yerel partnerlerinize tahammül beklediğiniz dünya, Baas - Neo Kemalizm - Fars Şiası arasına sıkıştırılmışken bir de ortak yapım El Kaide çetelerinin üşüşmesi karşısında çıkış arayan Kürt'e her türlü belayı müstahak görsün istiyorsunuz. Biliyoruz, cinnet haliniz vahşettir ama şundan da eminiz: Artık hiçbir ateş sadece Kürt'ü yakmayacak. Gemi azıya almanın size de faydası yok; rağmınıza Rojava'da olanlara alışın, uzlaşı donanımlarınızı gerçeğe uyumlu moda getirin. Zaten Sultan hazretleri, yeni devlet aklınızın hem real politiği hem de 'kazan kazan'ı marifet hanesine eklemekte beis görmediğini ifade buyurmuşlardı. İşte size bin kilometrelik sınav!..

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com

İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

11 Temmuz 2013 Perşembe

Genel Kurul ve Türk medyası!..

Abartıldığı ve son dönemlerin nostaljik dalgalarıyla sörf yapıldığı gibi koca imparatorluk döneminde de Türk egemenliği ve esir aldığı Türk toplumunun, dünya insanlık mirasının entelektüel birikimine katkısı yoktu. Saray ve tebaa arasındaki kanlı gelgitlerin dışında ortak bir kültürel üretimden de söz edilemezdi. Göçebelik, fetih ve talana ayarlı bir yığının, anlamaktansa dikte etmek, anlaşmaktansa yenmek üzerine inşaa ettiği kutsal devlet, bugün de varlığını, ulusu için yeterli sayıyor. Bu patalojik aşk ilişkisi, hep kötülük üretti ve üretmeye devam ediyor. Problem çözme yetenekleri olmadığı gibi insanlık hayrına tek bir buluşları da yok. Devlet formatında somutlaşan güç böbürlenmesi, genetiğiyle uyumlu din yorumuyla biatı da bütünleştirince düşünsel tembellik, başka maskelerle geçiştirilebiliyor. Bırakın uzmanlık sahalarında uluslararası kabul gören isimleri, 40 yıldır cebelleştikleri, gasptan vazgeçmemek için onbinlerce insanın canına mal ettikleri en temel meseleyi 'anlamak', 'tanımak' ve 'anlatmak' güzergahında ilerleyip de deposunda devlet yakıtı olmayanlar, bir elin parmak sayısını geçmez. Neredeyse artık her kentinde üniversitesi, onlarca tematik kanalı, gazetesi, dergisi olan, yılda binlerce kitabın raflara çıkarıldığı Türkiye'de, PKK üzerine istihbarat müdahalesi olmayan kitap veya makale sayısı yine öyle. Yazılan ve konuşulanların çoğu MİT, Emniyet İstihbarat ve JİT kaynaklı. Bir bölümü bunların rafinerisinde işlenip cafcaflı hale getirilip bağımlı kalemler üzerinden piyasaya sunuluyor, bir bölümü siyasiler marifetiyle böğürmenin incileri yapılıyor. Eğer, sözkonusu servisler ve temsil ettikleri siyasi alanlar arasında sorun yoksa zenginleştirilmiş tek düze şeylerle karşı karşıya kalırız ama sorun varsa meşrebince yorumlar dökülür. Öyle bir güruh ki, her tarafı her bir köşeyi doldurmuşlar, 'tıpkı yaz sinekleri gibi sürü halinde her yere doluşup her şeyi kirletiyorlar'. Schopenhauer'ın edebiyatın yabani istilacı otları için söylediğini uyarlarsak aynı tezgahtan çıkmışcasına tek biçimli, benzer koşullar altında hep aynı düşünen ve asla görüş ayrılığı taşımayan Türk medyasının bu istihbarat suflörlü mümtaz kalemlerinin değersiz süprüntülerini sırf okumak zorunda olduğumuz için okuyoruz. İspanyollar "Onur ve para aynı kesede bulunmaz" derler. Maalesef biraz daha edebiyle çaba sarfedenler de bir süre sonra sahne ışıklarıyla kamaşan gözleriyle okumaya, alkışların sersemlettiği kulaklarıyla duymaya başlarlar. Büyük bir gayret ve sebatla konularının peşine düşmeleri, aynı titizlik ve ciddiyetle paylaşmaları gerekirken optik yanılsamalarını, akademik veya mesleki titrlerinin hatırına kabulünü isterler.

Cehaletin PKK ile imtihanı

KONGRA GEL 9. Genel Kurulu'nun yapılması ve alınan kararlar, önceki gün duyuruldu. Şimdi Türk medyasına yansımasına bakalım. Önce birinci safyalar:
Hürriyet, Posta, Güneş, Sözcü, Yurt, Akit, Yeni Asya, Yeni Mesaj, Şok, Takvim, BirGün, Milli Gazete ve Sol gazeteleri, birinci sayfalarında yer verecek değerde görmediler. Listeden anlaşıldığı üzere eskinin amiral gemisi Hürriyet, Milli Görüş'ün yayın organı Milli Gazete, lümpen ulusalcılığın semireni Sözcü, lümpen dinciliğin semireni Akit ve TKP'nin kitle gazetesi Sol, muhtemelen farklı saiklerle benzer tutumu almış.

Gülen Grubu

Gülen Grubu'nun gazeteleri, süreci okudukları gibi Genel Kurul'u yansıtmışlar. Zaman gazetesi, birinci sayfanın manşet kenarından "KCK, silahlı kanadı güçlendirme kararı aldı" başlığıyla Emniyet İstihbarat'ın yemin billah ederek aslında meselenin PKK'nin toparlanıp yeniden ve daha güçlü eylemlere girişmek olduğu tezini, kadim iki işbirlikçinin müthiş yorumuyla süslemiş. Yanılmadınız: İbrahim Güçlü ve Ümit Fırat...
Gruba ait Bugün gazetesi, manşetten "Öcalan'dan Kandil ayarı" ile vermiş, ancak bu değişikliğin hükümeti köşeye sıkıştıracağı üzerine kurulmuş. Kaynağı Emniyet İstihbarat olan bir haber-yorumda Türkiye içindeki eylemlerin artırılacağı kehaneti yapıştırılmış.
Taraf gazetesi de yine Gülen Grubu'nun CİHAN'ını rehber edinerek "Başkan değişti" gibi soğuk bir sürmanşeti, içeride "Öcalan ve Karayılan'a darbe" diye ısıtmış. Sürpriz olmasın, burada da İbrahim Güçlü, yine Emniyet İstihbarat ile pişti olmuş: "Öcalan’a ve hükümete ise 'Sizin anlaştığınız kararları biz hayata geçirmeyeceğiz' mesajı verildi."

İlle de AKP diyenler

Başbakan'ın damadının yönetimindeki Sabah gazetesi, "Karayılan'ın yerine Bayık" şeklindeki başlıkla birinci sayfadan duyurmuş. Köşe yazarı yok, istihbaratın teziyle harmanlanmış haber içeride sunulmuş.
Mustafa Karaalioğlu yönetimindeki Star gazetesi, birinci sayfanın ikinci yarısında iki sütunluk "Kandil'de revizyon" başlığıyla duyurmuş. Haber, çözüm süreci için gayet iyi oldu, hükümetimiz en iyisini biliyor havasında verilmiş.
Özal'dan sonra Erdoğan'a nasip olan İhlas Holding'in gazetesi Türkiye, manşetten "Kandil'den Alevi açılımı" diye selamlamış!
AKP'ye haykırıp 'beni de görün' diyenlerin gazetesi Milat da "Çözüm ayarı" manşetiyle verdiği haberi, geniş zamanlı yardımcı fiillerle biten edilgen cümlelerle kurgulayıp BDP'nin görüşünü de araya sıkıştırmayı ihmal etmemiş.
Enerji sektöründeki önlenemez yükselişini yeni iktidarla da sürdüren Ciner Grubu'nun Habertürk'ü "PKK'da barış ataması" başlığıyla birinci sayfanın alt kısımında görmüş ve müthiş çıkarımını yapıştırmış: "Şahin kanattan Cemil Bayık'ın sürece entegre edildiği söyleniyor."
Biraz daha liberal sol diye pazarlanan Radikal gazetesi ise logo üstünden Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can'ın "Karayılan'ı kim niye gönderdi?" başlığıyla duyurup yanına iki kutucukla da Deniz Zeyrek ve Cengiz Çandar'ın yazılarını iliştirmiş.
TMSF marifetiyle AKP'nin malı yapılan ve sadık elemanlarıya yeni adayların üşüştüğü Akşam gazetesi, birinci sayfanın altında "Kandil'de vitrin değişikliği" diye afilli bir başlık seçmiş. İçerik de patronajın keyfince.

Demirören Grubu

Demirören'in elindeki iki gazete, tereddüt yaşamış. Vatan gazetesi birinci sayfanın kenarından "Çözüm süreci için yeni kadro" başlığıyla haberi duyurmuş ve hemen yanında Murat Çelik'in PKK bölgeden çekiliyor mu güçleniyor mu? şeklindeki oldukça zor sorusunun cevabını içeriye bırakmış.
Grubun diğer gazetesi Milliyet ise "Kandil'den süreç ayarı" ayarıyla Kürt tarafının açıklamaları, BDP'nin ilk yorumu ve elbetteki Ankara'nın dizginlenemez katkısıyla Serpil Çevikcan'ın kaleminden aktarmış.

Kemalist ve Ergenekon

Malumunuz Cumhuriyet gazetesi "PKK'de süreç değişikliği" diye duyurmuş, Emniyet İstihbarat'tansa MİT'in yorumunu tercih etmiş. Öcalan'ın önerisiyle ve çekilmenin kontrol edilmesi amacıyla gerçekleştiğini belirtmişlermiş!
İşçi Partisi'nin gazetesi Aydınlık ise "PKK savaşa hazırlanıyor" başlığıyla iki sütünlük bir haber ve yanına Mehmet Faraç'ın yazısının duyurusunu eklemiş.

MHP'nin yayın organı

MHP'nin yayın organı Ortadoğu gazetesi, kendisi için küçük ama gazetecilik için büyük bir adım atmış. Sayfanın üçte ikisini PKK'ye ayırıp Genel Kurul'u duymama mucizesine imza atmış.

Yorumlara bakın

KONGRA GEL Genel Kurulu ile ilgili haberler böyle de yorumlar nasıl? Kürtlerin de pek yadırgamak istemediği Hüseyin Yayman'dan başlayalım. Sürecin üç kalemşorundan biri, akademik titri ve tuğla kadar kitabı olan Yayman, hemen aynı gün yazarı olduğu Hürriyet'e analizini postaladı, sosyal medyadaki takipçilerinin teveccühüne mazhar oldu. "PKK'daki değişiklik ne anlama geliyor?" sorusunu başlığa çıkaran Yayman, bize cevabını tane tane anlatıyor. Keşke hatırlattığımız sorumluluklarının gereği bir cevaplar bütünü olsaydı ama değil. Yayman, bize 21 cümlelik röntgenin ardından 7 maddelik mutlak çıkarım sunuyor.
21 cümlenin 19'u, akedemiyi mezara gönderen geniş zaman fiilerinin dolaylı aktarımıyla meçhul/meşhur kaynağa hoperlör oluyor. Olamaz mı, elbette olabilir, ancak doğru bilgi üzerinden farklı yorum opsiyonunu ihlal, sadece disipliner etikten uzaklaşmak değil aynı zamanda ahlaki normların tekmelenmesidir de. Açık kaynaklardan alınan tahrif edilmiş bilgilerin yanı sıra MİT'in direkt operatif sızdırmalarının meczedilmesinden daha ötesi de oluşmazdı. Öcalan'ın mektubunun içeriğine kadar bilgi paylaşılacak derece güvenirliği garantilemiş Yayman'ın iki cümlesini "iddia ediliyor" ile bitirmesi de dikkat çekiyor. Birincisi Öcalan'ın AKP Hükümeti'ne yönelik rahatsızlığı, diğeri de Sabri Ok'un Avrupa'ya gönderileceği. Çak hassas değil mi? Geçelim 7 maddelik cevher topuna. Yayman, Avrupa'da KNK ve KON-KURD kongrelerinden haberi yokmuş gibi değişiklik beklendiğini söylemiş ama keşke bu kadarla kalsa. Yabancı istihbarat örgütlerine mesaj verdiriyor, yeniden yapılanmanın olası yansımalarını kehanetmiş gibi monte ediyor. Sonunda MİT, Emniyet İstihbarat'ın etkisindeki kitleye sesleniyor: "PKK tüm bu değişiklikleri ‘yeni bir savaş başlatmak için değil siyaset dönemine uygun bir yapılanmaya gitmek’ için yapıyor."

Sürmanşetten yorum

Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can, Hüseyin Yayman ve Abdülkadir Selvi ile birlikte sürecin kontrollü bilgi pazarlamacılarından. Can da, bilindik şeyleri tekrarlamış ama kalemi sürçmüş, "Murat Karayılan görevinden alındı" diye yazıvermiş. Peki nereden bu sonucu çıkarmış. Bilmiyoruz, sürçmüş işte!

Haydi Abdülkadir!

Kendi halinde, her devrin uyumlu muhabiriyken AKP döneminde ihya olanlardan Abdülkadir Selvi, hem AKP kulislerinden hem de MİT'ten yeterli lojistiği alanlardan. Yeni Şafak'tan Selvi de Yayman ve Can gibi komşu ülke istihbarat servislerini devre dışı bıraktırmış. Bir önceki yazısını sloganlarla bitirip İhvan'ın şehadetine koşturan Selvi, level atlamış. Selvi'ye göre Cemil Bayık, Urmiye'de bir villada yaşıyor. Gerisi tekrar.

Emektar Murat Çelik

Şimdi Vatan'da yazan Murat Çelik'i Ankara'nın türlü mahfillerinden hatırlarsınız, şimdi biraz yıldızı sönük olsa da idare ediliyor. Vatan'ın konuyla ilgili tek analizini kendisi döktürmüş. Şöyle buyurmuş: "Bölgede, ‘çekilme süreci tamamlandığında, devletin dağdan inenlere iş imkanı yaratmak gibi birçok avantaj sağlayacağı’ görüşü hakim. Bu beklentinin, son dönemde PKK’ya katılımları artırdığı bilgisi de istihbarat raporlarında yer alıyor."
Evet evet, bunun köşesi, televizyon programı var. 20 yıldır böyle geçinip gidiyor.

Aydınlık ve Akit

Kemalist lümpenler ile dinci lümpenlerin iki yayın organı ve yorumcusu ise şaşırtmamış. Aydınlık'tan Mehmet Faraç, ABD'den girmiş Suruç'tan çıkmış. Bildiğimiz şirretlik. Doğru tek bilgi yok, yorumlar da rezilce.
Akit'ten Yener Dönmez, dümeni Emniyet İstihbarat'tan yana kırmış. Savaş kabinesi kurulduğunu, zaten Ankara'nın da böyle algıladığını yazmış. Muhtemelen Abdülkadir Selvi ile Hüseyin Yayman'ın Ankara'sından bahsetmiyor. Selvi, Cemil Bayık ile ilgili uçunca Dönmez de şahlanmış ve hoop Cemil Bayık'ı Alevi yapmış.
Türkiye kamuoyunun üstüne püskürtülen ve kanaatlerinin oluşmasını sağlayan malzeme budur. Geçmiş olsun!

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com

İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Modifiye sağcılık!..


Örgütlü toplumun gereği olan kolektif iradeden yoksun amorf  halimizin geçmişi iki kuşağı bile bulmadığı için vardığımız noktanın sınırlı bir insan çabasının ürünü olmadığının farkındayız. Kısmi ve sınırlı itirazların bile barbarca bastırıldığı, kimi zaman da embriyo halindeki itirazlara düşük yaptırılarak acımasızca uzun süreli terbiye seanslarına alındığını unutmuyoruz. Toplumsal demoralizasyon ve düş kırıklığının katmerli bir örtüye dönüştüğü zamanlarda, Gramsci'nin tarifiyle yıkım üstüne yıkım geçirmiş ve öylesine alçaklık ve korkaklıklar selini başıboş bırakmıştır ki, ancak yüreğini ve iradesini bir kılıç kadar keskin tutabilenler, insanlığın disiplin ve özveri ruhunu bükülmez kılan mirasını da sahiplenerek isyan tohumu oldular. Bu miras, insanlığın itiraz hasleti, değişim arzusu, adalet arayışı, paylaşım ihtiyacı ve eşitlik özlemi üzerine inşa edilip ahlakla beslenen soylu bir mirastır. Kürtlerin itiraz gücünün bu membadan beslenmesi ne tesadüftü ne de keyfi, tamamen isabetli bir gereklilikti. Doğasınca değişim ve gelişimi ile ileriye projeksiyon tutan özgücü sayesinde insanlığın bugünü ve yarını için halen günceldir. 
Mevcut, olağanmış gibi içinde çare arayışları, büyük bir yanılsamayı doğurdu. Bütünü dokunulmaz kılıp detayları arasında boğulmayı marifet sayan bu talihsiz yanılsamanın, normalleşmeyen insan malzemesine yansıması, zihinsel deformasyonu mümkün kıldı. Halbuki mevcut, olağanüstüdür; işgal, zor, gasp, tecavüz ve talan devam ediyor. Ülkeden insana, topraktan suya; tenden tine kadar fiziki ve zihni taarruzun yapılmadığı alan kalmamış. Askeri zora dayalı işgalini, rıza temin ederek bütün kurumsal uzuvlarıyla kuşatan sömürgeci sistem, Bingöl'deki kız çocuğuna uzman çavuşlarıyla Mardin'deki erkek çocuğuna da ilmihal hocasıyla tecavüz eder.
Sömürgeci sistemi reddetmeyip şu ya da bu mazeretle yanaşmayı sürdürdükçe bedenin gibi beynine de hükmeder; iğfal etmenin zamanı/mekanı/koşulları da onun keyfine kalır. Bu pespaye hal içinde debelenip sistemden adalet ve insaniyet beklerken bir süre sonra onun adaletsizliğine de mazeret üretecek kadar hipnotize olunur. Artık bugün ve geleceğe dair kabul var, müdahil olma iradesi felce uğramıştır; ütopyalar yoktur, hayaller bile izne tabidir. Zihin dünyası o kadar esir alınmış ki, bütün bu halin müsebbibi olarak itiraz iradesi görülür. Farklı gelişim seyrine rağmen başlangıçlarına yanlış teşhisle şimdileri aynılaşan topluluğun, gerekçelerinin zenginliği ve şu ya da bu siperde konuşlanmaları, aynı cephede yer aldıkları gerçeğini değiştirmez. Şimdi hem teslimiyetçi hem perdeleyicidir; devleti kanıksatan bütün kavramların en hızlı müşterisi, en maharetli pazarlamacısıdır. Sağduyu, itidal ve kesif oportünizm, farklı referanslara dayanan sinizmin sağlam kopçaları olur; 'provokasyon' bastonlu mihrak/lobi/uluslararası güç heyulası ve karşı şiddeti lanet, konformizmin pişmanlık kompartımanında cennet simülasyonuna dönüşür. 
Dört egemen ulusta, muadillerinden beslenmesine rağmen kendine özgünlüğü olan, anlaşılabilir sağcılığın, kötü bir taklit olarak 'Kürt'e sirayet eden hali, realiteye sırt çevirmenin gereksinimi olan bahaneler bütünüdür. Dolayısıyla agresif bir tecridi değil, objektif teşhisi, şefkatle anlamayı gerektirir. Başta iktidar gücü olmak üzere sömürgecinin siyasal kurumlarıyla birlikte ekonomik emziklerine sarılarak kendisine müreffeh bir alan yaratma heyecanı taşıyan firari kümenin, temel iki motivasyon gücü var: PKK düşmanlığı ve din/mezhep kardeşliği. 
Kişisel hikayelerin hüsran ve pişmanlığının hayıflanma nöbetleri arasında salık verdiği tembellik ile işgüzar zihinlerin kütlesel yılışmayı, hayata müdahil olmaktansa seyrine karışmayı vaaz ettiği huzur, muktedirin hükmetme oburluğuna meşruiyet devşirir. Kökenleri ve gerekçeleri farklı olsa da meşreplerince dizildikleri kulvarların hacmi ve konforu benzemezse de bulundukları havuz 'sağcılık'tır. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek isteyenlerin, 'Hükümete dokunulmazlık' ile 'Türkiyeli muhaliflere alerji'den uygun tramplen imal etmek istediklerini bilelim. Maalesef çakma 'bağımsızlık', 'milliyetçilik', 'anti Kemalizm' ve 'barış' montajıyla modifiye edilen sağcılık havuzuna atlayanlar/atlamak isteyenler giderek çoğalmaktadır. 

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

5 Temmuz 2013 Cuma

Beklentiler çatışması!..

Vaat ve sonuç arasındaki gerçek durumun tahrifi üzerinden tarif edilen algılardan oluşturulan beklentiyi yaratmak kolay ama bunu yönetmek maharet ister. Olasılıklar, riskler ve sürpriz müdahalelerin yanı sıra algıların gerçeğe dönüşmesi, vaat edilen geleceğin benimsenmesi ve halkın bu beklentilere uymasını sağlayacak araçlardan/verilerden yoksun kalınabilir. İki temel aktörlü ama çok oyunculu bir sahnede oluşabilecek ani refleksler ve kontrolsüz parlamalar da cabası.
Vaat edilen geleceğe yönlendirerek kontrol edilebilir iyimserlik aşılama ile oyalamanın hissedilebilirliğinin çatışması, bütün kurguyu devirebilir. Beklenti yönetiminin esas ve şahane yolu, halkın güvenini sağlamaktır. Çünkü beklenti yönetiminin gücü ve enerjisi, bunu yöneten kurumlara olan güven ve itibardandır. Gerekli olan güven aşınır; beklentiler de pratikle çelişerek yeterlilik şartını yerine getirmezse sürdürülebilirliği kalmaz. Tasavvur ettiğiniz geleceğe ulaşmanızı ve bugünkü rolünüzü oynamanızı sağlayacak stratejiler bütünü, diğer aktörün pazarlama yeteneği üzerine bina ettiği idareci tarz karşısında savunmasız kalırsa heba olur. Bunun kendi cenahınızda tüzel kimlik kapsamındaki insan kaynağı ile ilk halkadaki kolektif bütünlüğe ve giderek topluma yaşatacağı travma, karşı cenahın "hayal bile edemeyecekleri" isimli placebo sunumuyla giderilmeyecek kadar canlı/kanlı ve derin olur.

Savuşka'nın niyesi

Demokratik Çözüm Yürüyüşü'nün ilk grubunda yer alan 22 yaşında, lise mezunu, 90'ların zorunlu göç mağduru bir ailenin mensubu 4 yıllık kadın gerilla Savuşka'nin kamuoyuna yansıyan şu ifadelerini hatırlayalım: "Barış sürecinden pek umutlu sayılmam. Ben Önderlikten umutluyum, ona inanıyorum… Onca yıl çekilen acılar, şehitler... Şimdi yine çekiliyorsun kendi yurdundan, kendi toprağından... Niye peki?.. 1999 hatırlanıyor. Önderliğimize, Partimize inancımız sonsuz...”
Kürt tarafının onbinlerce sayfayı bulan her düzeydeki açıklama ve izahatlarının temel dayanağı, özünde Savuşka'nın tekrarıydı. Ancak Kürt tarafı, bu olağanüstü güveni, kendisine sunulan mutabakat çerçevesi ve ona müdahil olma gücünün ekleyeceği potansiyel iyileştirmelerle besledi. Böylece kabul edilebilir, gerçekleşebilir, kısa ve orta vadedeki beklentilere cevap verebilir bir yol haritası somutlaştı. Bunun üzerinden oluşturulan beklenti, toplumun her katmanıyla paylaşıldı, tereddüt oluşan noktalarda 35 yıllık pratik ile "Savuşka'nın niyesi"nin cevabı, teminat olarak gösterildi.

Sultan'ın dev 'ben'i

Türk tarafının özlemini duyduğu menzil, bugünü dizayn yöntemi, karşısındaki gücü tarif biçimi, kullandığı araçlar; bunların toplamından açtığı istikamete doğru oluşturduğu beklentiler ve yönetim tarzı ise özünde tamamen farklı. Kimi tali yollarda kesişen, çakışan, benzeşen yönler olsa da esası etkileyecek mahiyette değil. Türk tarafı hem kendi içinde hem Türkiye toplumunun önemli bir kesimiyle hem de kimi bölgesel güçlerle çatışma halinde; dışa dönük lüzumsuz abartma ve afraları da ekleyelim. Karşısındaki temel sorun ve onun üzerinden varlığını sürdüren en büyük itirazı teskin ederek, ekonomik ve siyasal güç dopingine dönüştürme hevesi, makul çözüm rayına yerleştirmeye engel oluyor. Üstelik Kürt tarafının tam tersine tek yetkili organ, bağlayıcı karar mercii olan Türk Sultan'ın Afyon nutku ile parti programı ve son kongre beyannamesinin belirlediği kutsal teslisten/temel doğrultudan milim sapmadan. Türk tarafının yapacaklarına dair Kürt tarafına vaat edildiği varsayılan hiçbir metinde, Sultan'ın açıklanmış onayı/teyidi yoktur. İmralı'da üzerinde varılan mutabakat, Kürt tarafı için hızla kararlara dönüşürken, Türk tarafında Sultan'ın ikna edilmesini ve mümkünse onayını bekliyor. Zaten bu realiteyi hem İmralı'ya giden devlet heyeti hem de BDP ile görüşmeleri sürdüren bakanlar, muhataplarına aktarıyor. Dolayısıyla Sultan, sözünü ettiğimiz iç çatışmalar ve dış çelişkilere göre ittifaklarını sağlamlaştırarak, Türkiye toplumunun çoğunluğunu sabitleyen iktidar hedefine uygun stratejisinin gereği olarak Kürtlerde sükuneti sağlayıp minik adımlar ama büyük umutları imayla yetinmek istiyor. Türk devletinin '97 konseptinin devamına halel getirmeden militarizasyonu kendi lehine güçlendirip ilerlemeyi hesapladığı için önce başdanışmanı, sonra etrafındaki 'Kürt kökenli' işbirlikçiler ile sevdalısı kalemler, birbirinin fotokopisi yazılar yazmaya başladı.

Önce umut ölür

Türk devleti, varlığını tehdit eden Kürt öfkesi, büyüme hedefleri ve bölgesel konjonktör gereği Öcalan'ın çözüm önerisini kabul etmek zorundaydı. Kürt tarafı ise dört parçadaki gelişmeler, savaşın seyri, toplumsal güç ve yönetim anlayışının gereği onayladı. Kürt Hareketi'nin sorumluluğu hep ağırdı ama bugün çok daha ağır. Sömürge toplumları için yadsıyan teslim olmuş kişiliği öldürerek, kurtuluş umudunu taşımak ilk basamaktır. Sömürgeci devletler için ise statüyü sürdürmenin ve itiraz gücünün iradesini kırmanın ilk basamağı umudu öldürmektir. Kürt Hareketi, Kürdistan halkının, işgalcilerin birgün gideceği umudu ile Kazakistan'daki Kürt'ün bile ülkesizlik ve devletsizliğin acısını çocuklarına devretmek istememe azmini zinde tutmak zorunda. 15 yıldır içselleştirdiği demokratik çözüm ve barış umudu ile eski statünün sürdürülemeyeceği gerçeğini birarada tutmak zorunda olduğu gibi. Vaat edilmiş beklenti ile gerçeklik arasındaki makasın fazla açılması hem hakikate zarar verir hem de umudu sarsan travmalara yol açar. 40 milyon nüfusu ve artık siyasi nüfuzuyla 4 sömürgeci devletin yanı sıra bölgesel dengeleri etkileyebilecek Kürtler ve dinamik kitle mobilizasyonu mahareti olan örgütlü politik hareketinin stratejik hata yapma lüksü yok.
Türk devletinin yeni aklının şuna inanmasını dilerim: Kürt Hareketi, Öcalan'ın alıntılayacağım şerhini dikkate almakla yetinmiyor, ahlaki zorunluluk ve halk hareketi sorumluluğuyla Türk Sultanı'nı makul çözüme teşvik etmeyi sürdürüyor: "Bana tanrısal güven ihanettir, felakete götürür!"

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com

İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret