Atalarımız, insanlık ailesinin kaderini belirleme gücüne sahip bir üyesi olma onurunu bahşetmedi ama buna itiraz iradesinin tohumlarından mahrum etmediği gibi hükümranlığındaki halklara karşı soykırıma başvurabilen bir devletin varisi onursuzluğundan da kurtardı. Ne övünülecek ne de utanılacak bir mirası devraldık...
Mahrum bırakılmadığımız itiraz tohumlarının geliştirdiği itiraz kültürünün, yayılarak; hepimizi ikna etmesi mümkün olmadı ve olamayacak. Ama bu, Kürtlüğün inkarına ve şimdi de egemenin kırık-kirli aynasında göründüğü gibi tanımlanmasına itiraza ikna edilmenin yarattığı 'sorun'un devasalığına halel getirmez. Kürtlerin gaspedilmiş haklarının iadesi, farklı özelliklerinin yanında gerçek ve yakıcı bir siyasi sorundur. 'Siyasi sorun' olarak egemenlerin gözüne sokan, güncel deyimle sinir uçlarını zıplatıp makyajlarını döken de siyasal faaliyetin kendisidir.
İşte bu çabanın kurumsal ifadesinin paralel bir uğraşı da hep olageldi; egemen devletlerin içinde, yanında, yakınında konumlananlar...
Onlar, ikna edilmeyi bekleyen veya henüz ikna edilemeyenlerin masumiyetinden muaftır. Devletin her nevi ambalajını üzerlerine geçirip korucusu olmayı yeğlediler. Kalkan, tetikçi, sözcü ve simsar olarak devletin münasip aygıtlarına monte olup, öldürdüler; gammazladılar; yetinmeyi, itaati, merhamet dilenmeyi, aferine mazhar olmayı salık verdiler; her renkten siyasetini pazarladılar. Karşılığında daha zengin oldular ama hep daha solcu, dindar ve yararlı olduklarını sanmamızı istediler...
Özellikle bir süredir para ve din bileşiminin, ikincisinin aleyhine kirlendiği çiğ bir zümre ile karşı karşıyayız. Bütün enerjilerini, Kürt sokağının kirli, siyasetinin şaibeli; AKP'nin şans, Erdoğan'ın Allah'ın lütfu olduğuna harcıyorlar...
Kutsal bir yürüyüşün neferleri yanılsamasıyla işbirlikçi kodlarında muhafaza ettikleri patalojik marazı, İslam'ın Türkçe yorumuyla perdeleyerek pişkin suratlarını görmemize kızıyorlar...
Zat-ı şahanelerinin, statüsüz kölelere, kocaman arsaya kurduğu gecekondunun kusursuz bir mabed kabul edilerek sınırsız hizmet aşkıyla yetinmelerini buyurmasını yadırgamazlar... Bilerek ve isteyerek mevzilendikleri kulübelerinden, her jest ve mimiğine hayranlıkla bakar, her kelamını dört uzuvlarıyla alkışlarlar. Çünkü onlar, insan soyunun yerden kestiği iki elini tekrar yere indirme gafletindeler...
Öyle bir gaflet ki; yerdeki dört uzuvlarını ve mevzilendikleri kulubeyi dert etmiyorlar. Efendilerinin 'temsilci' bahsi açıldığında onları gösterip "İşte statüsüz kölelerimin gerçek temsilcileri. Tamı tamına 75 tane. Çanakları dolu, tasmaları şık. İşte budur" demesiyle birlikte tepelerini mübarek eli için hazır tutarlar. Kafalarını istem dışı oynatırlar; kaba etlerini turuncu oturaklara yapıştırıp göbeklerini öne doğru iterler, "bravo, ravo, voo, vaoo" sesleri birbirine karışır; mabed, arsa ve efendinin statüsünün değişimini isteyenlere düşmanca bakarlar...
Bu sahneyi dün Türkiye Meclisi'nde bir kez daha gördüm. Başbakan Erdoğan, hazirundaki bilimum Türk siyasal varlığı mensuplarının alkışlarıyla coşarken; içimize saldığı simsarları gözlüyordum...
"Dediğimiz neydi: Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet dedik" diyor. Malum sesler ve uzuv çarpmasına Abdurrahman Kurt-Mehmet Emin Ekmen ile Dengir Mir Mehmet Fırat-Cemal Kaya bandındaki 75'ler coşkuyla eşlik ediyor...
"Şunu da söyleyeceğim, o da şudur: Değerli arkadaşlarım, benim milletimin dili tektir, bu Türkçedir" diye devam ediyor. Mehdi Eker-Mehmet Şimşek ile Vahit Killer-Kutbettin Arzu bandındaki 75'ler, bir önceki eşliğin zayıflığının acısını çıkarıyor...
"Belediyeler de devletin resmî kurumlarıdır. Orada da Türkçe kullanılır" diyerek, hizmette de tek dili işaret ediyor. Kalanları dilleriyle akanı siliyor...
"Biz kimseye bu ülke üzerinde, bu topraklar üzerinde ameliyat yaptırtmayız" diyor Osmanlısı ameliyat masasında paramparça olan. Her ebattaki "köken" köksüzleri,1923'teki narkozun etkisiyle gözlerindeki buğuyu kardeşlerine gösteriyorlar...
"Terör örgütünün ve onun uzantılarının her seçim öncesinde olduğu gibi yeniden taşeronluk üstlenerek iç politikayı dizayn etme girişimlerini karşılıksız bırakmayız" tehdidiyle tereddütlerini gideren Osmani tasın müşterileri, levazım tedariğinin garantisiyle tezahüratı abartıyorlar...
"Özerklik tartışması demokratikleşmeyi, Türkiye'nin ileri demokratik standartlara kavuşmasını hazmedemeyenlerin çirkin bir tezgâhıdır. Bu millet bu tezgahlara evet der mi" sorusuyla tezgahındakini satıyor. Kemirmeyi boykot etmeyenler, zaten ulvi gerekçelerle müjdeledikleri için gururla katılıyor: Demez...
"Ne terör örgütü ne de onun uzantıları, hiçbir zaman benim Kürt kökenli kardeşlerimin temsilcisi, sözcüsü olmamıştır" diye tekrarlıyor ve yüzde 10'luk seçim barajının kalıcılığıyla birleştiriyor. Dörtlü alkıştan yorulmaktan utanan yüzde 10'un gayri meşruları, ellerini ovuşturarak hacimlerini gösteriyorlar...
Hepiniz onları tanıyorsunuz. Neo Osmanlı akıncıları elbisesi giydirilmiş ama dizginleri harbiden İttihatçı zihniyet varislerinin elinde 70 küsur şey. Anlaşılmaz değil; neştere müstahak yaramız...
Biz tuşlara dokunanız; kelimelerimizi seriye bağlayıp önce sahiplerine denk getiriyoruz. Mevzu, Kafka'nın metamorfozu kadar masum; bunlar da zararsız birer haşare değil. Maliki mezhebinin tahir mahlukatına dönüştüler ve artık ısırganlar...
Zorlarına gitsin; cümlelerimizi cüselerine dolayıp kalemimizle üstlerinde tepineceğiz. Önlerine konulan çanaktan men etmeye davet edeceğiz. Kuyruklarını salarken tasmalarının şıklığıyla iftira ve hile satmalarına karşılık en azından 1071 veya 1923 kelime fırlatacağız...
Bir bölümünden ümidi kestik ama hala din maskesine sıkı sarılanlarının; şu veya bu Kürt yapısının argümanlarını kullananlarının pişkinliğini sorgulamak lazım. Hadi özerklik istemiyorsunuz, PKK'nin öngördüğü modelden korkuyorsunuz. Lider kültüne karşısınız. Bugüne kadar Erdoğan'ı iki cümleyle kamuya açık bir platformda eleştirdiniz mi? Cumhuriyetin günahlarından muaf tuttuğunuz partinizin bu günahların kurumsal ifadesine canhıraş sarılmasının sizde neden bir aksi yankısı olmuyor? Kendi anadilinizin reddine tuttuğunuz alkışın çocuklarınızın geleceğine haksız bir ipotek olduğunun farkında değil misiniz?
Özellikle "millet" kavramına dini bir içerik kazandırma yalanı ve tek dilleriyle ırkçılık şırınga etmeye kalkışanların karşısında tavana bakma günahının ağırlığını hesaplıyor musunuz?
Bu halkı neden ağabeylerinizin mensup olduğu milletin kullandığı haklara layık görmüyorsunuz?
Son olarak bir hatırlatma yapayım. Barzani bir gün bombalanan Kürt köylerinin sakinlerine şöyle seslenmişti: "Biz Müslüman olduğumuz ve camilerimiz var diye bombalıyor değiller, Kürt olduğumuz için bombalıyorlar. Oğullarımız ve kızlarımız bunun için öldürülüyor."
Güney Kürdistan'ın bugününe ve Kürtlerin karşısına dikilip özellikle de iktidardaki Arap siyasetinde yer alan benzerlerinizin akıbetine bakınız...