Türk ordusu, aklı başında her askeri uzmanın, stratejistin hatta sıradan askerin de teslim edebileceği bir gerçeği kabullenmek istemiyor. Kocaman hacmine ve sınırsız-sorumsuz yetki ve desteğine rağmen Kürt direnişini kıramadı.
Bugünün dünyasının kitlesel katliamları tolere etmesini bekleyecek kadar da saf değil. Ancak, geçen yıl ‘ZAP’lanan ‘kar’adan böbürlenmesini de oburlaştırdığı milli gırtlağından sindiremiyor. Büyük bir manevra alanı sağladığı Türk siyasetinin Kürtler içindeki son akıncısı da 98 tokat yiyerek, gözündeki pembe lensi değiştirmeye karar verdi. Bu sonucu ‘Iğdır’, ‘sınır’ ve ‘onlar’ kelimlerini aynı cümlede kullanmanın derin acısını ‘düşünerek’ not etti. Durum tespitini, müttefiklerinin büyük dünyasının Ortadoğu parçasıyla ‘pişti’ yapınca ‘açılalım’ dedi. Bunu kötülüğe endeksli bir voltran oluşturmak için; parçaları biraz rahat bırakarak, her birinin iyiliğe programlanmış olanları da istismar etmelerini teşvik ederek sağlamaya çalışıyor. Orgeneral Başbuğ’un dediklerinin kendi zihinsel sistematiği içinde ‘tutarlı’ olduğunun farkında olmayan var mı? Ya da DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk’ün hatırlattığı gibi; Cumhuriyet tarihini en iyi okuyan Kürtler niye bunun farkında olmasın? Başbuğ’un önceki gün elektronik duvarına astığı bildirgesi, her ne kadar MHP ve CHP’ye ‘kaygınız, kaygımızdır’ mesajıysa aynı zamanda ‘gerçekten açılım’a verilen desteğe de önleyici müdahaleydi. Beklendiği gibi ‘açılım’ın yürütme gücü AKP ile MHP ve CHP, Başbuğ’un bütün söylediklerine ‘elbette efendim’ safında yer aldıklarını açıkladılar.
Bireysel kalmak şartıyla
Başbuğ’un son bildirgesindeki dizili cümleler yeni mi?
- Kültürel özgürlüklere evet. Bireysel kalmak şartıyla. Devlet kültürel özgürlüklerin önünü açabilir.
- Bunun dışında, yok toplumsal haklar vesaire gibi düşüncelerin biz yanında değiliz.
- Bizim için önemli olan Türkiye Cumhuriyeti’nin iki niteliğidir. Biri ulus devlet, ikincisi üniter devlet. Biz ne ulus-devletin çivisini oynatma konusunda tavır alırız ne de üniter devletin.
- Ama elbette kültürel farklılıklara da saygılı olduğumuzu ifade ettik. Onlara da saygılıyız. Ancak bunu siyasi alanlara taşımak, toplumsal haklara taşımanın ulus devlet yapımıza zarar vereceğini düşünüyoruz.” Ne kadar aşinayız değil mi? Orgeneral Başbuğ, bunları 5 Haziran’da ifade ediyor. Bunlar uzun bir çalışmanın sonucu kafasında netleştirdikleridir. Dolayısıyla yeni değil, öncesi de var.
14 Nisan metni
Bir öncesi 14 Nisan Harp Akademileri konuşmasıdır. Mustafa Kemal’e de atıflar yapan Başbuğ, ‘Kürtler vardır ama Türktür’ şeklinde özetlenebilecek bir metin okumuş, arada ‘Türkiye halkı’ tanımını kullanmış, ancak kemalist paradigmayı biraz süsleyerek tekrarlamıştı: “İkincil kimlikler ancak ikincil kültürel kimlik şeklinde bireysel seviyede yaşanabilir, geliştirilebilir ve korunabilir. Bireysel özgürlüklerin sınırının, azınlık ve grup hakları ile kesişmesine, yeni azınlıklar ve üst-kimlikler yaratılmasına izin veremeyiz. İkincil kültürel kimliklerin anayasal ve yasal çerçevede tanınması - ki bu grup hakkı olarak tanınması - anlamına gelir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, ulus-devlet ve üniter-devlet yapısı içinde bu mümkün değildir. Devlet, ulus-devletin güçlendirilmesi amacıyla, aldığı tedbirlerle ve bütün söylemleriyle vatandaşlarını, daha müreffeh, daha özgür ve daha mutlu bir hayata sahip olabileceklerine inandırmalıdır. Bu açıdan devletimiz, tüm yurttaşlarına olduğu gibi özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşamakta olan Kürt ve Zaza kökenli vatandaşlarımıza ‘daha müreffeh bir yaşam’, ‘fırsat eşitliğinden daha fazla yararlanabilme’ ve ‘kendilerini her alanda geliştirebilme’ imkânlarını sağlamak zorundadır. Ayrıca, bu yurttaşlarımızın ‘mağduriyete uğradıkları şeklindeki algılarının’ düzeltilmesi ve değiştirilmesi gerekmektedir. Bu, devletin asli görevidir.”
İkinci kompartımandayken
Bu sözleri hafızamıza kaydettiğimizde benzeşeniyle buluşması anlık oluyor. Yani Başbuğ daha Genelkurmay İkinci Başkanı olduğu sırada, Radikal’den Murat Yetkin’e 3 Kasım 2004’te anlatıyor: “Azınlık hakları bireysel haklar olup, bu hakların ilgi alanı kültürel alandır. Diğer bir deyişle, azınlık haklarını grup haklarına dönüştürmek ve ilgi alanını siyasal alana yaymak, konuya ilişkin uluslararası kabul edilen görüşlere uygun değildir. Düzenlemelerin kültürel alanda kalması ve üniter yapının zedelenmesine yol açılmaması koşuluyla, Türkiye Cumhuriyeti ilgili uyum yasaları ile Türkiye’deki kültürel zenginliğin yaşaması için gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmiştir ve uygulamalar devam etmektedir.”
Eskilerin hatırlatması
Başbuğ’un son bildirgesi, tabularını koruyarak, minik çiziklerle süreci atlatma çabasının ana duvarının nasıl örüldüğünü bize özetliyor. 20 milyonluk Kürt halkını tek tek bireyler olarak gören, kolektif haklardan alerji kapan bu zihniyetin izdüşümü şöyle:
- Türk Silahlı Kuvvetleri, bedeli olsa da savaşa devam edecektir.
- Yetmiyor. Güvenlik alanının dışında kalan ekonomi, sosyo-kültürel ve uluslararası alanlarda da devlet tarafından gerekli tedbirler alınsın.
- Türk Silahlı Kuvvetleri; Ulus-devlet ve üniter-devlet yapısına hiçbir gerekçeyle zarar verilmesini kabul edemez. Türkiye Cumhuriyeti’nin dili Türkçedir.
- Kültürel farklılıkların siyasallaştırılmasını, toplumsal siyasal kimlik unsuru haline getirilmesini, mümkün göremez.
- PKK ve DTP ile ilişki kurulmasına yol açabilecek hiçbir faaliyet içinde bulunamaz.
- AKP’nin yürütüğü çalışma MGK onaylı ancak usul ve yöntemlerde özenli olunmasının gereğine inanır.
- Bazı konular hiç tartışılmasın.
‘Teslim’ ile taçlandırdı
Başbuğ, bu açıklamarının gereğini dün katıldığı Deniz Kuvvetleri’ndeki devri teslim törenlerinde, Başbakan Erdoğan’ın başını salamasıyla bir üst perdeye çıkardı. Deniz Kuvvetleri Komutanı, ‘sonuncu ölene kadar mücadeleye devam’ derken; Başbuğ, gerillalara ‘teslim olun’ çağrısı yaptı. Başbakan da bu çağrıya katılarak, Türk adaletinin kucağını gösterdi. Yani en iyi bildiklerini kapsamlı bir saldırının arefesinde olunduğunun işaret ettiler. Bu uzun alıntıların ördüğü temel mantık, yarattığı sorunu çözme iradesi gösteriyor mu, çözer mi? Çok zor. Belki, tarihinin bütün kötü mirasını sahiplenen bu yapının ne kadar esneyebileceğini gösteren bir örnek verirsek, vehameti anlaşılır. Üstelik, ne kadar sakil ve rüküş atraksiyonlara giriştiği görülür. İnsanlığın ortak birikiminin vardığı noktayla dalga geçmenin zihinsel özür olduğunu haykırma gereği duyarız.
Askeri bando
‘30 Ağustos Zafer Bayramı’ etkinlikleri kapsamında Amed’de konuşlu 7’inci Kolordu Komutanlığı ile 2’inci Hava Kuvvet Komutanlığı Bölge Bandosu, önceki akşam kent merkezindeki Anıt Park’ta konser verdi. Yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı konserde, marşların yanı sıra Şivan Perwer’in `Canê canê’ adlı eseri de Türkçe’ye çevrilmiş ‘caney caney’ şekli seslendirildi. Dolayısıyla Türk egemen sistemi, Kürtleri ‘caney caney’ eşliğinde yaşamayı benimseyen, itaatkar bireyler olarak yönetmek istiyor. Fakat çok önemli temel bir sorun var; Kürtler, bunu istemiyor.
TUNCEL FİKRET
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder