26 Ocak 2011 Çarşamba

Beypazarı'na savrulan Mazıdağı!..

Onların yaşadıkları, sofralarına davetsiz çöreklenen ekonomik sömürüden; köylerini yakan, yaylalarını yasaklayan askeri zorbalıktan; haklarını gaspeden siyasal kırımdan bağımsız değil... 
Mevsimlik veya gezici tarım işçileri olarak düşük ücretle, dışlanmayla, sosyal güvencesiz, naylon çadırlarda veya barakalarda, temiz suya erişimin olmadığı, sağlık hakları ihlal edilerek yaşıyor, horlanıyor, hakir görülüyorlar... 
Onlar, Orta Anadolu, Çukurova, Ege ve Karadeniz’in maliyeti ucuz, kullanımı hoyratça, tahrik gerekçesi görülüp rencide edilmesi müeyyidesiz işgücüdürler... 
Sayıları hakkında devletin elinde bile kesinleşmiş bir rakam yok. Takriben ve yaklaşık olarak ifade edilmenin yadırganmadığı milyon ötesidirler... 
Toplu öldükleri veya ırkçı saldırıya uğradıkları zaman gündeme gelirler. Karadeniz bölgesinde izole edilmeleri, yerleşim alanlarına alınmamaları, katmerli güvenlik süzgeçleri bile kar etmedi. Kafkaslardan alternatif işgücü arayışı başlatacak kadar 'kardeşçe' kapılarını kapattılar...
Sipariş verilmiş ölümlere mahkum ediliyor; her yıl yollarda ve salgın hastalıklara onlarca kurban veriyorlar. Beypazarı yolunda Mazıdağılıların can vermelerinin sebebi buydu. Zorunlu göç, zorunlu ikamet, zorunlu iş... Kaza/kader ile geçiştirelemeyecek kadar tasarlanmış cinayet... 
Sendikalar ve ilgili sivil toplum örgütlerinin çalışma, rapor ve istemleri dikkate alınmıyor. ILO'nun somut çağrılarına karşılık verilmiyor. BDP'lilerin yerinde gözlem; buna bağlı rapor, soru önergesi ve yasa teklifleri yerini bulmuyor... 
Peki ne yapılıyor?
Başbakanlık genelgesine binaen Türk Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca "Mevsimlik gezici tarım işçilerinin çalışma ve sosyal hayatlarının iyileştirilmesi stratejisi ve eylem planı" gibi şaaşalı bir hazırlık yapıldı. Takip ve koordinasyon için de Bakanlık bünyesinde “Mevsimlik Gezici Tarım İşçileri İzleme Kurulu” oluşturuldu. Rapor, klasik bir Türk bürokratik zihniyet yansıması. Mevcut koşulları yadsıyan ve gerekçelerinden tek kelime söz etmeyen; seçim vaatlerini bile aşan ideal taahhütler listesi. Eğitimden sağlığa, ulaşımdan barınmaya kadar soluksuz bir kulaç atma girişimi. Ancak bunların bile üstünü örten bir güvenlik tedbirleri zinciri: 
* Mevsimlik gezici tarım işçileri kayıt altına alınacaktır. 
* Nüfus kayıtlarına yönelik olarak 1774 sayılı kanun kapsamında denetimler sıklaştırılacaktır. 
* Mahalli kolluk kuvvetlerince gece ve gündüz mutat zamanlarda devriye faaliyetleri yapılacaktır. 
* Konaklama alanına alınan mevsimlik gezici tarım işçilerinin tümünün kimlik bilgilerini arazi sahiplerinin bildirmeleri sağlanacaktır. 
* Yasadışı faaliyetlerde bulunan kişiler veya aranan kişilerin mevsimlik gezici tarım işçisi kisvesi altında hareket etmeleri önlenecektir. 
* Muhtarlara ve tarım aracılarına hareketlerinde şüphe gördükleri kişileri bildirmeleri hususunda bilgilendirme yapılacaktır. 
* Mevsimlik gezici tarım işçileri kullanılmak suretiyle ülkenin milli birliği ve bütünlüğe aykırı yönde istismar ve kışkırtmalarda bulunulması önlenecektir. 
* Mevsimlik gezici tarım işçilerinin istismar edilmelerine karşı, konaklama alanında ve tarlalarda gerekli önlemler alınacaktır. 
* Belirlenen konaklama alanları dışında başka alanlara yerleşimlere izin verilmeyecektir. 
* Göç alan/veren illerde güvenlikle ilgili bilinçlendirme çalışmaları yapılacaktır...
Bütün bu tedbirlere, Türk kardeşleriyle kaynaşmanın yöntemlerini ekleyen Türk Hükümeti, niye Mazıdağı'ndan Beypazarı'na, sorusunu sormuyor. Sormak istemiyor; çünkü binlerce köylüye tazminat ödediği halde köylerini yaktığını kabul etmeyecek kadar bilinçli bir hasta. Devlet dışı bütün kurumlar, birincil gerekçe olarak kirli savaşa, Kürt sorununun çözümsüzlüğüne işaret ederken duymamayı tercih ediyor... 
Kamyon kasası, dolu minibüs veya trafik kurallarının hilafına bir gerekçesi olsa da asıl soru şudur: Niye Mazıdağı'ndan Beypazarı'na?.. 

24 Ocak 2011 Pazartesi

Mutki!..

Mutki, yüzlercesinden biridir...
Mazlum Kürtlerin itirazına karşı devletlerin korkaklıklarının üstüne zalimane attıkları kanlı bir örtüdür. Kaçınılmaz olanı ertelemenin telaşıyla nasıl fışkıracağını hesaplamadıkları beden tarlasıdır. Akmayan Zilan, kırmızı akan Munzur, insan bedeniyle büyüyen Ağrı, napalm yağan Halepçe, tek gösterimlik Amude'dir. Kasaplar Deresi ve Asit kuyuları ile kardeştir Mutki... Mezarsız Şeyh Said, Seyid Rıza, Cibranlı Halit ve hatta Bediüzzaman Said'dir. Bazen zindan, bazen dağ, bazen ovadır ama hep barbarlık geçidine selam durmamanın insanı yücelten payesidir...
Mutki'nin nüfusu henüz 3 bin olamadı ama bir kavşak noktası ve Kürt itirazındaki yeri açısından tarihi önemi hep oldu. Türk devletinin, 1925'ten itibaren sistemli yürüttüğü politikadan burası da nasibini aldı; katliamlar yaptı, demografik yapıyla oynadı. Bir dönemin önemli merkezlerinden olan Mutki'nin, 84'ten sonra yine nüfusuna nüfuz edildi, koruculuk habisi, çetecilik azdırıldı. Şimdi de devlet yanlısı saldırgan bir zümre işbirlikçiliğini güncelledi ve karşılığını alıyor...
Dikkat ettiyseniz Mutki'de kemiklerin çıkışı istem dışıydı, sistem duymadı. Ne siyasal iktidar, ne askeri bürokrasi ne de partiler ilgi gösterdi. Akedemiası, düşün dünyası, medyası ve sendikası başka havadislerle meşgul...
Mutki'deki mezalimin minik bir kısmının görünmesine karşı sessizliğe şaşırmayın; çünkü yargısız infaz, ceset teşhiri, parçalanması ve toplu gömülmesi, devlet politikasıydı. Türk devletinin bir gaddar subayının veya savaş psikolojisinin esir aldığı bir kaç askerinin ürünü değildi. Türk devleti, mahir bir geleneğin sürdürücüsü olarak bilerek, isteyerek ve gururla bu metodlardan sakınmamıştır. Bunun için tek bir er/erbaşın yargılandığını duydunuz mu? Zımmetli kasaturasını kaybedeni bile yargılayan, nöbette gevşekliği ölümle cezalandıran bir askeri disiplinden bahsediyoruz. Duymadınız... Meşhur bir kaç ismin Ergenekon davası ve türevlerinde görünmesinin gerekçesi de, ellerinin Kürt kanına bulaşması değil... 
İnsanı öldürmekle yetinmemek, öldürme biçimi ve sonrasını kapsayan ritüel, devlet gücünün zihinlere kazınma biçimiydi. İtiraz edenlere ibret olsun; etmeyenlere de canlı ölüler olarak örnek almaları öngörülüyordu. Toplum kendi içine gömülüp, kaderine razı olacak, sinip boyun eğecekti. Köpeğin ağzındaki insan koluna bile kayıtsız kalabilmenin tarifi sadece can korkusu değil, korkular bütünün ezdiği insanın, kendi hasletlerinden firarıydı...
Şimdi bu cehennem vadisi Mutki, benzerleri gibi bütün utancının üstüne oturuyor. Travmaya bakınız; AKP'li Belediye kente slogan olarak "Doğunun gülen yüzü"nü seçiyor. Yerüstü o zaman da şimdi olduğu gibi sessizdi. Yoksa bir halkın gencecik bedenlerde somutlaşan umutlarını, hayallerini, özgürlük istemini yeraltına sürmeye cesaret edebilirler miydi? O gün de, şimdiki gibi, memlekette Rumeli-Anadolu havası ama farklı enstrümanlarla çalınıyordu...
Toplu mezarla simgeleşen Mutki, bir aynadır. Devlete, iktidara, sistem içi ve dışı muhalefete; Kürtlere, Kürt siyasetine, Kürtlük diyarına; aslında duyabilen insan soyuna. Asıl sorun bu ayna ile yüzleşebilmektir. Mutki'ye itiraz, yenilere kapıyı kapatmak; adalet, hukuk, demokrasiyi yerleştirmek ve hak gaspından vazgeçmektir...
Toplu mezarlar artık ıslık çalınarak geçilmiyor. Artık hakikat ve çözümden kaçmak, toplum mezarlığına razı olmaktır...
Bugün Mutki aynasına bakamayanlar, bakmayı reddedenler, yarın insanlığa karşı suçlarından dolayı bir uluslararası mahkemede, mazlumlarla/mağdurlarla yüzleşmeyi göze alsın...