9 Haziran 2011 Perşembe

Sultan çıldırdı!..

Türk Sultan'ın son iki gündür fren sistemini devre dışı bırakması ve Kürtlerin bütün değerlerine tereddütsüz dalması, 'Sultan Hazretleri MHP'yi baraj altında bırakıp Kürt meselesini rahatça çözmek istiyor' propagandasına sığmıyor... Seçim sathında suya yazılan şişkin vaatler, simülasyon çılgınlıkları ve 2023'e ışınlanıp kocaman rakamların yazımından behsetmiyoruz. Gecikmiş ve ertelenemez merhalesinde; öznesi insan ve patlamasının ölüm saçacağı bir meselenin pistinde yapılan çılgın işaretlerden bahsediyoruz... Kürtlerin parti, kurum ve siyasetçilerine dil uzatmanın yetmeyeceğini anlayınca dinine saldıran Sultan'ın, 12 Haziran'a ramak kala idam, ölümcül esaret ve direkt Öcalan'ı hedef alan küfürlere başlaması, anlık dürtmeler ve provokasyona yönlendirme hamlesi değil, 12 Haziran'a kadarki ara sürecin bittiğinin erken ilanıdır...
Yardımcısı Hayati Yazıcı, Fethullah Gülen Grubu'nun sunduğu günlük bülten Zaman'a çok açık ve net bir şekilde rehin tutulan Kürt siyasetçiler seçilse bile cezaevinde çıkamayacaklarını ve Meclis'e gelemeyeceklerini duyuruyor. Yine Yardımcısı Bülent Arınç'ın 'kurban olduğu' yeni Yargıtay da Kürt siyasetçi Hatip Dicle ile ilgili kararını seçime üç gün kala açıklayarak "Meclis'e giremez" diyor. Dışardaki adaylar ile ilgili karalamalar da delil icadına vardırılıyor...
Şafii, Alevi, Êzîdî, Hanefi, Şii, Hıristiyan şeklinde din/mezhep/inanç mensubiyetleri olan Kürtlerin, Şafii çoğunluğu üzerinde akıl almaz manipülasyonları, Selahattin Demirtaş'ın deyimiyle 'örgütlü yalan stratejisi'ne uygun olarak saçıyor...
'PKK domuzla besleniyor. Apo'nun papazı. PKK'liler CHP listesinde. Kandil-Silivri hattı. Ergenekon Kandil'de. Irkçı kafirler İslam düşmanı. Müslüman Kürtleri yakıyorlardı. Madımak'ı PKK yaktı. Madımak'tan Dağlıca'ya. Kürtçü ırkçılar. Bunlar Zerdüşt. BDP Kürtçe ezan okuttu. Suikast hazırlığı. BDP'li başkan tacizci. Korsan Cuma...' diye devam ediyor... 
Bütün bunlar yetmeyince de direkt Öcalan'a yöneliyor. Önceki günden itibaren Öcalan'dan alıntı yapıyor, geçmişe dair hayıflanıyor, tehdit ile küfürü birarada savuruyor. İdamı, bir ceza olarak benimseyen Türk Sultan, ''Partim 57. Hükümet koalisyonunda görev alsaydı Öcalan ya idam edilirdi ya da istifa ederdik, çekilirdik'' diye geçmişe ağıt yakıyor. Fakat bugüne dair müsterih ve net: "İmrali'dakiyle ilgili ceza kesinleşti. Ağırlaştırılmış müebbet hapis. Ak Parti bunun üzerinde asla oynamaz. AK Parti iktidar olduğu sürece orda olacak. Ben milletime ihanet etmem. Tayyip Erdoğan sağ oldukça, böyle bir şeye müsade etmez."
İşte hayıflanma üzerine bina edilen toplumsal realite ve gelecek vizyonunu kötürümleştiren siyasal akıl tutulmasının, ebedi iktidar marazıyla esir aldığı Türk Sultan, ilkel güdüleriyle gözükaralaşıyor. Öcalan'ın eski yazılarından İslam karşıtlığı çıkarmakla yetinmiyor, atfedilen bir tespitini "çok adi, çok alçakça" ifadeleriyle tanımlıyor ve "İmralı'dakinin işi bitmiştir" tehdidiyle 15 Haziran'a göz kırpıyor...
Türk Sultan, ilk kez Öcalan ile ilgili kesin ifade kullanıyor ve ilk kez Öcalan'dan alıntı yaparak, cevap veriyor. İsyan liderlerinin akıbetinin miras bıraktığı travmanın farkında olan Kürtlerin, Öcalan'ı şerhsiz sahiplenerek, bu lanetli döngüyü kırmak için ödediği bedel ortada. Türk Sultan da seleflerinin değerlendirme tutanakları, uluslararası müttefiklerinin raporları ve istihbaratın hazırladığı muhtemel sonuçlar analizini gözden geçirebilir. Bunun faturası için ödenecek bedelin, Öcalan'ın hasletleri ve siyasetinin ötesinde Kürtlerin kendi gelecekleri ve lanetli çemberin dışına çıkmak için sembolleştirdikleri tüzel kimlik gereksinimleri için vahim bir tablo sunacağı hesaplanmalı. Bu tablonun hasar tespiti yapıldığında ne ortak yaşam iradesi, ne AKP iktidarı ne de 2023'e tek parça varacak, ayakta kalmış bir Türkiye kalır... 
Gelelim tadını çıkardığı 'Kürtçe ezan' iftirasına. "Ben Türkçe dışında başka bir resmi dil tanımıyorum. Anadilde eğitim olmaz" diyerek Allah'ın hak dağıtımına şerh koyan, taksimata müdahale ederek şirke yeltenen Sultan'ın hassasiyetinin sahiciliğine. Önce şunu vurgulayalım. Cumhuriyetin tek parti dönemi dahil Kürtlerin kendi camilerinde ezanın orijinal haliyle hiçbir zaman oynanmadı. Kürtler, kendi camileri Türk Diyanet İşleri tarafından işgal edilene kadar vaaz ve hutbelerini Kürtçe veriyorlardı. Bugün yapılan da budur ve AKP/FG konsorsiyumunun iddia ettiği gibi tek bir alan ve camide Kürtçe ezan okunmamıştır. Bunu onlar da biliyor ama "Bunlar Kürt Kemalisti, Stalinist, ırkçı derebeylik" ithamları için semiriyorlar.
Türk Sultan ve kapıkulları ile ulufeci kalemşorlarına Pale D. Heban'dan alıntıyla hatırlatalım: Ortada Kürtçe ezan olmadığı halde, bunu sakız yapan, medyalarında çeviren ve inanmak için can atanlar üzülsünler. Arapça dışındaki ezan şerefi, Türkiye camilerinde dualara mazhar olan Atatürk ve silah arkadaşları ile seleflerine baki kalacak. Hiçbir kavim Arapça dışında ezanı denemedi, denemeyecek. Fatih ve Yavuz'un torunları olarak ilelebet bu istisna halinizle gurur duymaya devam edeceksiniz...
Kürt halkı ve giderek birliği hayal olmaktan çıkaran siyasal yapıları; yalan, iftira, hile ve oyunlarınızı biliyor ama varlık hasletlerinizi kanlı mı kansız mı sürdüreceğinizin kararı size kalmış. Çıldırmak veya birlikte çözmek; tercihin temel belirleyeni sizsiniz... 
Kürt halkı ve Üçüncü Blok bileşenleri ile barıştan yana olan herkesin, 15 Haziran'dan önce 12 Haziran etabı olduğunu unutmaması gerekir. Türk Sultan'ın çılgınlığını bloke edecek en önemli etmen, 12 Haziran'daki oylar olacak. İdam, esaret ve katliama gidecek sahte cennet plakalı duble yollarına ve bizden çaldıklarıyla lütfettiği sadakaya kanmayalım.

7 Haziran 2011 Salı

Kemalizmin tuzakları!..

Kürtler, hiçbir zaman Kemalizmi benimsemedi; itiraz etti, direndi, yenildi, sustu, bekledi ama yine itiraz etti. Ortak bir refleks oluştu; istisnasız hiçbir toplumsal katmanı, bu katı, tekçi, eklektik ve uydurma devlet ideolojisini özümsemedi... 
Tek bir Kürt köyünde Mustafa Kemal Atatürk'ün bilinen ismiyle anıldığına tanık olunamaz. Devlet zoruyla dayatılan, içi sürekli doldurulan ve güncellenen Kemalizmin, mutlak kontrol ile paralel olarak zamana yayılmış teslimiyeti de gözardı etmemesi; farklı tonlarla ve gerekçelerle nüfuz etme mahareti sayesinde çürütücü bir virüs olduğu açıktır. Yerleştiği bünyede sabırla ilerler, çünkü bütün kurumsal organizasyon ve zihinsel sera onun lehinedir. Fırsatını bulunca nükseder, bağışıklık sistemini çökertince de bütün hücrelerine hükmeder ve kurgulanmış bir ses ve eylem düzeneği haline getirir. Onun için koca profesörler kabız, din görevlileri haris, generaller seyis, siyasetçiler müflis modundadır...
Bütün Kürt siyasal yapıları teorik olarak devleti ve resmi paradigması Kemalizmi reddetti. Kürt halkı, bu kurumsal paradigmanın gücünü küçümseyenler, anlayamayanlar, ona benzeşmekten veya onun bir hafi kolu olmaktan kendini kurtaramayanları bir kenara attı. Kemalizm her deşifrasyonun ardından farklı bir sürümle tekrar şansını denedi...
Şimdi Şafii Kürtlere AKP üzerinden kurumsal varlığına, bütünlüğüne ve devlete hayatiyet veren vazgeçilmez ilkelerine halel getirmeden ama din sosunun ölçeğini yukarı çekerek yeniden hücuma geçmiş durumda. Bunun için müthiş bir tempoyla dört koldan kuşatmaya çalışıyor. Böyle olunca ihmal edilmiş gibi görünen Alevilere de müjde veriyor...
O müjdenin adı da rektefiye edilen CHP... CHP tarihini anlatmaya gerek yok. Sadece kaportası ve iç düşemesi değişmiş; belleği resetlenmiş bir 'Tuncelili' de kulağına merkezi komut cihazı takılarak şoför koltuğuna oturtulmuş... Kemalizmin otantik halinin Aleviler içinde meşruiyet sorgulamasına muhatap olmadan fink atma cüreti nereden? Dersim ve sürgünleri, bu celladın gönüllü muhipleri olamaz... Kemalizmin üzerine sıçrayarak kirlettiği bütün firari siyasetlerin mekanı niye Dersim, niye Alevi kitle olsun? Bunun haklılığına ve meşruluğuna inanmak en başta Kürt Alevilere ve hem Kürtlere hem de Alevilere büyük hakarettir...
Türk devletinin, Şafii Kürtler arasında din silahını kullanırken, Aleviler arasında hem Kürt ve Şafii fobisini yeniden enjekte etmeye çalışması hem de kendi üretimi protipleri model olarak sunmasının telaşının farkında olmalıyız... 
Devlet, Dersim ile Hakkari arasındaki köprüyü uçurmak istediği gibi Erzincan'dan Adıyaman'a uzanan hat üzerindeki hesaplarını tamamlamak istiyor. Üçüncü Blok'un yarattığı heyecanın Mersin, İzmir, İstanbul ve diğer metropol kentlerdeki Alevi kitlesince paylaşılmasından ürküyor... 
Kemalizm ve yeni sürümleri ile Türk-İslam sentezinin kurtçuklarını anlıyorum da, iki kumanın üvey evlatlığına razı olanların telaşı nedir? Mehmet Metiner, neo Kemalistlerin kapısında ne iş görüyorsa, Kamer Genç de Kemalistlerin kapısında aynı işi görüyor...
Başta Kürt Aleviler olmak üzere bütün Alevilerin, Van ve Siirt'teki adaylarından tereddüt etmeyecek bir toplumsal dönüşüm ve gelişimi sağlayan Kürt iradesinin, Üçüncü Blok ile birlikte yeni Anayasa için teminat olma gayretini anlamaları elzemdir... 
Kemalizmden uzaklaştıkça kendimize, insani, milli, felsefi ve dini varlığımıza yakınlaşacağımız; efendilerin tasallutundan kurtularak, özgürleşeceğimiz açıktır...

MHP meselesi

BDP'nin destekleyeceği aday veto edildikten sonra BDP, Elazığ'da boykot kararı alıyor ve açıklamaya hazırlanıyor. Bunu duyan eski il başkanı, Siirt'te olan Gültan Kışanak'ı arıyor ve buna itiraz ediyor. Boykotun etkili olamayacağını; CHP'ye, gerekirse MHP'ye bile oy yönlendirmesi yapılmasını istiyor... Gültan Kışanak da dinliyor ve il başkanını geçiştirmeye çalışıyor. Zaten ertesi gün il başkanının tepkisi yerine boykot kararı Genel Merkez tarafından açıklanıyor... Sonuç: İl Başkanı, öfkesinin aklını uçurduğu bir mertebede. BDP, boykot kararı vererek doğru olanı yapıyor... Türk Başbakan işte bu diyalogu büyük bir skandal olarak duyuruyor, talimatıyla da yayınlanıyor ama boşuna...
Cizre ve Başkale'de MHP'de olan Kürtlerin bundan vazgeçmesi üzerine üretilen teorilerin de anlaşılması lazım. Kürdistan'da iki çeşit MHP'lilik var. Birincisi; 60'lardan sonra Komünizm ve Aleviliğe karşı doktrine edilen Sünni Kürt öğrenciler. Bu öğrencilerin gayretleri. Buna paralel olarak yine benzer saiklerle ama içinde bariz Kürt düşmanlığını da taşıyan devşirmeler ve diğerleri. İkincisi; aile ve aşiretlerin yerel güç konumlanmalarından dolayı herhangi bir Türk yapısına monte olması... Şimdi bu iki koldan bir bölümü, Türk milliyetçiliği tarafını bir kenara bırakıp ama eski reflekslerini koruyarak muhafazakar partilere geçti... Bir bölümü özellikle Kürt olmayanlar ile birlikte ya JİTEM elemanı oldu ya da paramiliter çetelerin mimarlarıyla hareket etti... Aile ve aşiret çıkarları ve yerel güç dengesinden dolayı sığınanların bir bölümü ise şimdi bundan vazgeçiyor. Korucuların da vazgeçtiği gibi... DTK iki yıldır uğraşıyor. Katı bir ideolojik parti olmayan BDP hepsine kapılarını açmak zorunda. Gelenler de apolet almıyor, normalleşiyor...
Kürtlerin MHP'den varlık gerekçesinin hilafına beklentisi yok. MHP'nin de artık Kürtlerden taban devşirme derdi kalmadı, olanla yetiniyor...
Elbette engin bir ufuğa, derin bir belleğe, yüce bir idrak gücüne ve sınırsız bir kapasiteye sahip olduğunu sanarak, devletin her yalan ve taktik hamlesine atlamaya teşne olanları bir kez daha düşünmeye davet edeceğiz. Sosyolojik tanıma kapasitelerini bloke edip kimliğine yabancılaşanların, etik ve ilkenin paha biçilmez düsturlar olduğunu bir kez daha hatırlamalarını bekleyeceğiz...
Türk devletinin yapay kategorileştirmelerine değil, doğal alanlarımızı sahiplenerek, haklarımızdan feragat etmeden bir araya gelmek zorundayız... Bunu bize sağlayacak olan da Kemalizmin balkon üstü, balkon altı; merdiven üstü, merdiven altı versiyonlarının arasına tünemek değil, diz çökmemeyi düstur edinen Üçüncü Blok'un eşit bir paydaşı olma dürüstlüğüdür...

6 Haziran 2011 Pazartesi

Balkondaki Sultan!..

"Düşünmezsen yoktur" ciddiyetiyle Kürt meselesini idrak ederken, "vardır, benim sorunumdur, bütün Türkiye'nin sorunudur, çözeceğiz" esnemesiyle göz kamaştıran ve son seçime doğru "Bu ülkede değerli kardeşlerim, Kürt meselesi artık yoktur" müjdesini veren Türk Başbakan'ın tefsircileri ikna olmuyor. Onlara göre yaşadıklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımız sahici değil. Muhterem Başbakan, üçüncü iktidar dönemini garantilemek ve böylece Kürt meselesini çözmek için minik numaralar yapıyor. Muhteremlik yarışındaki zevata göre; Başbakan, tıpkı 22 Temmuz 2007'deki 'balkon konuşması'nın benzerini yaparak, bembeyaz bir sayfa açacak. 22 Temmuz 2007'den itibaren yaşadıklarımızı gözardı etmemizi istedikleri gibi hafızamıza hakaret edip, dümdüz metinler üzerinde tefsircilik oynamanın kerametine inandırmaya çalışıyorlar. En iyi ihtimalle bütün doğal/temel hakları gaspedilmiş 20 milyonluk Kürt nüfusunun sorunları ile Moda sahilindeki alkol keyfine müdahaleden korkan 'endişeli modernler'in sorunlarını eşdeğer görüyorlar. Bununla da yetinmeyip sorunun büyüklüğü, toplumun siyasal ve psikolojik bariyerlere kilitlenmesi gayreti, stratejik devlet aklının konuşlanması ve vizyonu ile kolektif hazırlığın gözardı edilerek 'Türk Sultan'ın keyif anında, zaferinin merhametinden nemalanmayı beklememizi istiyorlar... 
Hatırlayalım... 22 Temmuz 2007 akşamı seçim sonuçlarının gayrı resmi sonuçları netleştikten sonra AKP Genel Merkezi'nin balkonunda hazırlanan selamlama ve konuşma platformundan 'yeniden Türkiyem, yürüyelim yeniden, daha güçlü Türkiyem' marşı eşliğinde 'güçlü Türkiye'nin güçlü lideri' anons ediliyordu. Tek başına iktidarı ikinci kez garantileyen Başbakan Recep T. Erdoğan, arkadaşları ile birlikte toplanan kalabalığı selamladıktan sonra alıyordu mikrofonu eline. 'En kalbi duygularla' selamlama, şükran sunma ve kutlama faslıyla başlayan Erdoğan, şımarmayacaklarını belirterek, siyasi rakiplerine yönelen kitlelere "müsterih olun, sizin de oylarınız değerlidir, tercihlerinize saygı duyuyoruz" müşfikliğiyle cumhuriyet ve milletin temel değerlerinden taviz verilmeyeceğini; "güçlü ve müreffeh Türkiye" ortak hedefiyle gerekçelendiriyordu. Herkesi kucaklayacaklarını, Atatürk'ün "muassır medeniyet seviyesini aşma" hedefiyle 2023'ü yakalamayı temel ilke olarak paylaşıyordu. Bunları, "AB hedefi", "çağdaşlaşma", "demokratik reformlar" ve "onurlu dış politika" ile süslüyordu..."Şu bayrakları göreyim bayrakları" buyruğunun ardından "Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır. Toprak, uğrunda ölen varsa vatandır" gürlemesiyle kalabalığa, tekrar komutu veriyordu: Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet... Eşlik, alkış, sloganlar... İşte bu ilkelerle yola devam edeceklerini haykıran Erdoğan, şöyle devam ediyordu: "Bölücü teröre karşı milletimizin sarsılmaz vatan sevgisinden aldığımız güçle mücadele etmeye devam edeceğiz. Uzun soluklu bu mücadelede, gereken her adımı doğru zamanda atma kararlılığında olduğumuzu tekrarlamak istiyorum."
Bu sözlerinin ardından seçim güvenliği için devlet güçlerine 'millet adına' teşekkür eden Erdoğan, "Şahsım ve partim adına kimseye kırgın değilim. Yeni bir sayfa açıyoruz. Kapımız herkese açık. Nihayet hepimiz Türkiye için varız" mesajını da ilgili yerlere vermenin rahatlığıyla "Her şey Türkiye için" sloganıyla konuşmasını bitiriyordu... Demokrasi manifestosu muamelesi çekilerek destanlaştırılan meşhuur 'balkon konuşması' buydu...
22 Temmuz 2007'den bugüne kadar Kürt meselesinin çözümü için yapılanlar, yukarıdaki konuşmanın öngürdüğü doğrultuda oldu. Detaylandırmanın gereği yok. Özetle; öldürdüler, yargıladılar, tutukladılar, bastılar, kapattılar, suçladılar, dövdüler, karaladılar, hakaret ettiler... 
"Benim Kürt kardeşim kendi anadilini rahatlıkla konuşur. Cezaevinde konuşabiliyor muydu? Konuşamıyordu. Biz önünü açtık mı? Açtık. Şimdi artık, ana evladıyla cezaevinde kendi anadilini konuşabiliyor mu? Konuşabiliyor" diyen Başbakan'ın ilim ve irfan ile hak ve adalet bagajı küflenmiştir. "Anadilde eğitim olmaz, bunun için bana gelmeyin" diyen bir Başbakan'ın "çocuklarım neden cezaevinde" sorusunu soran Kürt annesini terörist gördüğü gibi "çocuğumla artık cezaevinde Kürtçe konuşuyorum, şükürler olsun" demeyeni de nankörlükle suçladığı muhakkak...
Bırakın PKK'yi, artık BDP'yi bile "çete", "şebeke", "terör örgütü" olarak gören; aslında PKK'nin de kendi devletinin bazı birimleri tarafından yönlendirilen bir amaçsız tedhiş organizasyonu olduğuna herkesin inanmasını isteyen Başbakan Erdoğan'ın seçim arifesinde, "Bu ülkede değerli kardeşlerim, Kürt meselesi artık yoktur" demesinde bir gariplik yok... 
Tekrarlamakta fayda var. Türk şair Arif Nihat Asya'nın 'Bayrak' şiiri "Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü/Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü/Işık ışık, dalga dalga bayrağım!/ Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım" diye başlar ve "Sana benim gözümle bakmayanın/Mezarını kazacağım/Seni selâmlamadan uçan kuşun/Yuvasını bozacağım" şeklinde devam eder, vee "Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:/Yer yüzünde yer beğen!/Nereye dikilmek istersen, /Söyle, seni oraya dikeyim!" şahlanışıyla noktalanır... Erdoğan'ın, büyük Türk liberali Taha Akyol ile karşılıklı oturup dörtlük dörtlük paslaşırken buğulanan gözleri sonra ıslanmıştı. Arif Nihat Asya'nın şiirini okurken gözlerinden yaş akan, 'düşünmezsen yoktur' diyebilen biri, Kürtlerin gaspedilmiş haklarından kaynaklı devasa meseleyi çözemezdi, çözemedi...
"Çocuk da olsa, kadın da olsa, güvenlik güçlerim gerekeni yapacaktır" deyip iki günde 10'un üzerinde ölüme cevaz veren çözemezdi, çözemedi... 
"Tek milet, tek devlet, tek bayrak, tek dedik... Ha beğenmiyorsan burada işin nedir, git beğendiğin yere" diyen biri çözemezdi, çözemedi... 
Saddam'ın sınırlara yığdığı yüzbinlerce Güneyli Kürt için İstanbul'da hayırseverlerden toplanan yardımın bir kamyonunu ulaştırdığı için yıllarca Güney Kürtlerine 'nankör' diyen biri çözemezdi, çözemedi... 
Türkler dışındaki halkların sorunlarının olmadığını anlatırken Arap bir aileden olan eşiyle mutlu olmasını gösteren biri çözemezdi, çözemedi... 
Devlet güçlerinin, öldürdükleri gerillaların vücutlarını tahrip ederek, gözlerini çıkarmalarını ve kulaklarını kesmelerini normal; bunu kendisine belgeleriyle gönderen BDP'ye ise 'terör örgütünün sözcüsü' yaftasını haklı gören biri çözemezdi, çözemedi...
Kürt halkının en sıradan demokratik eylemlerini dahi terörizmden ayırmayan, 24 çadırı bir gecede dağıtan, devletsiz Cuma Namazları'nı 'kadın erkek karışık kendilerine göre birşeyler yapıyorlar' iftiracılığıyla taçlandıran biri çözemezdi, çözemedi...
'Bunlar Apo'yu peygamber ilan ediyor'a uygun olarak 'Zerdüşt dinindendirler' saçmalığıyla abanıp Selahaddini Eyyubi'nin torunu olduğu yalanıyla sırıtan biri çözemezdi, çözemedi...
Hala ailelerine verilmeyen iki cenazenin akıbeti için yapılan eyleme polisin saldırısıyla başlayan çatışma sırasında Fethullah Gülen Grubu'nun bir yurduna molotof atılmasını 'katliam' ama Bismil'de 18 yaşındaki İbrahim Oruç'u alenen öldüren polisi 'kahraman' kabul eden biri çözemezdi, çözemedi...
Pale D. Heban'ın ifadesiyle; her protestocuya müşrik, her gönüllü köleye müşfik, her itirazcıya yersiz müzmin, tüm biat ehline yerli mü'min tavrını reva gören biri çözemezdi, çözemedi...
İnsan ölümleri arasında 'bahse değmez' kategorisi oluşturan, bekaret kontrolürlüğüne kalkışan, rakiplerini hırpalamak için sesli-görüntülü-altyazılı filmlere makinistlik yapan biri çözemezdi, çözemedi...
Kürt medyasına bir konferanstaki Dersim katliamı ve günümüz değerlendirmesi ile ilgili sözleri düşen Türkiyeli yazarı 'namert'; Türk medyasında Kürt siyaseti ile ilgili küfürnameleri neşredilen Kürt devşirmeleri 'cesur' apoletiyle taltif eden biri çözemezdi, çözemedi...
İstisnasız bütün mitinglerinde, bayrak, vatan, kan, teklik ve  şehitlik hamasetiyle Türk toplumunu kirli ve ırkçı bir dille ajite eden; Türk sağının riyakar, cinsiyetçi, ikiyüzlü, kibirli, ırkçı halinin yeni dünya modeli olmanın gururuyla bütün itirazları aynı torbaya koyup, "haram" ilan eden Başbakan, çözemez...
4 Nisan'da yeni adaylarına "Bakın ne diyorum? Yapmıştık, yaptık, yapıyoruz, yapacağız; dört tane eylem" anımsatmasında bulunuyordu. 4 eylemin ilk üçünün faturası ortada. Sonuncunun faturasını Kürt halkı ve "Üçüncü Blok" etrafında birleşen Türkiye halkları belirleyecek. Kürt coğrafyasındaki sonuçlar, "Benim Kürt kökenli kardeşlerimi onlar temsil etmiyor. Benim partimde 75 Kürt kökenli vekilim var" sakızını alnına yapıştırırsa; Türkiye halkları ve metropollerdeki Kürtler de entegrasyon, asimilasyon ve inkar üzerine yükseltilen yapay dengeyi üzerine boca ederse ortağı olduğu yeni devlet aklı, kararını gözden geçirebilir. Eğer Türk Sultan'ın balkondan merhamet dağıtmasını değil, hak ve adaletin zorunlu kelamını dillendirmesi; yeni devlet aklının, çözüm adına tek taraflı çözümsüzlük dayatması değil, rızaya mazhar gerçek çözüme yol alması isteniyorsa Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu adaylarının temsil oranı ve bölgesel salt çoğunluğu sağlaması zorunludur. Ferman meraklısı bir Sultan yerine çözüm kulvarına yönlendiren kolektif motivasyon için oylarımızı, AKP, CHP ve MHP'den esirgeyelim...