29 Mart 2013 Cuma

Ayrıntı mı?..


Türk devletinin yazılı akitlerine bile bağlı kalmadığını; dönemsel kabullerini de feraha kavuştuğunda rafa kaldırdığını en çok Kürtler bilir. İki tarafın da referans gösterdiği 1924 öncesinin bütün sözlü ve yazılı metinlerinin üzerinde bir asra yakındır zulümle tepiniliyor. Yeni iktidarın, meşruiyeti yasal/yazılı bir sözleşmeye bağlamaktan ısrarla kaçınmasının hikmeti nedir?  Bu teknik ayrıntı karşısında bile "Öcalan terk etme mesajını çok net verdi. Anlamıyorlarsa Öcalan onlara bir şey daha söyleyecektir. Çekilmede yasal düzenleme yok. Tek ve son karar bu" denilerek kestirip atmanın ve bu gücü, Öcalan üzerinden devşirmeye kalkışmanın, alaturka kurnazlık ve hilenin ilk etapta fırlamasıdır.

Tekrarlar trajedyası

Yakın tarih hafızamızı tekrar yoklayalım.
Dönemin Cmuhurbaşkanı Turgut Özal'ın girişimlerini hayatıyla ödeten Türk devleti, Güreş-Çiller liderliğinde 1925-1939 aralığının bütün mirasını güncelleyip zenginleştirerek kustu. Karadayı-Kıvrıkoğlu, benzer hedefe farklı yöntem ve bileşenlerle gitmeyi denediler. Milli Görüş'ün lideri Necmettin Erbakan'ın ılımlı çözüm arayışları sekteye uğradı. Ecevit'in liderliğini yaptığı koalisyonun kaotik aralığının ardından gelen AKP, devletin 1997'deki konseptini esas alarak zenginleştirdi. PKK, 2005'te yeniden silahlara sarılınca 2006'da Ahmet Türk ve Avrupa ile görüşmeler yeniden başladı. Öcalan'ın 2009'dan itibaren 'devlet heyeti ile' tabir ederek sürdürdüğü görüşmeler, 2006 girişiminin sonuçları üzerinden gelişti. 2010'un sonlarında ciddi bir şekilde tıkandı.
Bir paragrafa sığdırdığımız bu tarih aralığında 10 binlerce insan toprağa düştü, binlerce insan kaybedildi, binlerce yerleşim yeri yok edildi, milyonlarca insan göçertildi, hapishaneler taştı…
Öcalan, Ocak 2011'de görüşmelerini anlatırken devletin Kürt sorununa yaklaşımında köklü değişimler yaşandığını söyleyerek, değişime gidenin ontolojik devlet olduğunun altını çiziyordu. "Benim üzerimden sürecin yürütülmesinin daha pratik ve hızlı sonuç alıcı olduğu kanaatindeler" yargısının kamuoyuyla da paylaşılmasını istiyordu. Görüşmelerde pratik öneriler aşamasına gelindiğini aktaran Öcalan, devlet heyetinin pratik önerilerini makul-olumlu bulduğunu, tartışıp döneceklerini söylüyordu. Üstelik devlet heyeti, 156 sayfalık Yol Haritası'nda işlediği ilkesel çerçeveyi de olumlu karşılamıştı.
15 Ağustos 2009 tarihli Yol Haritası'nın üç basamaktan oluşan pratik adımları, tamamen şeffaf ve karşılıklı yükümlülük öngörüyordu.
06 Temmuz 2011'deki görüşmelerde hem devlete hem de Kürt tarafına sunduğu protokollerin varılan bir mutabakat metni olduğunu açıklıyordu. "Protokoller önümüzdeki süreçte atılacak somut ve pratik adımlara ilişkin devletle mütabakata vardığımız uzlaşma metinleridir" diyen Öcalan, iki konseyin (Barış Konseyi ile Anayasa Konseyi) oluşturulmasına-kurulmasına ilişkin anlaştıklarını deklare ediyordu. BDP ve Blok milletvekillerinin Meclis'te yemin etmemesinin doğurduğu krizin "mutlaka yazılı bir mutabakat"la çözülmesini salık veriyordu.
Öcalan, yaptığı görüşmeleri ne kadar önemsediğini anlatırken heyete güvenini de ekliyordu: "Burada benim oyalanmaya çalışıldığıma, heyetin ciddiyetsiz yaklaştığına inanmıyorum. Heyetin böyle bir yaklaşımı olmadığı gibi ben de çocuk değilim, kandırılayım."

Bu kez farklı mı?

Bilindiği gibi bütün bu trafik, 12 Haziran seçimlerinin ardından soğutuldu, durduruldu. "Umarım AKP de bizi yanlış anlamaz" diye şerh düşen Öcalan'ın felaket olarak nitelendirdiği dönem, 12 Haziran seçimlerinin verdiği güven patlamasıyla başladı.
Bedeli iki taraf için de ağır olan sonuçların ardından yeniden görüşmeler başladı.
Arkalarında uzun bir görüşme ve çatışma ikilemi bırakan tarafların her restinin, sapmasının, hilesinin faturasının ağırlığı ortada. Öcalan, daha Kürt tarafının önerilerini almadan bile 2. BDP heyeti ile yaptığı görüşmenin Milliyet'te yayınlanan tutanaklarında "Devlete güvenmeyin" şerhini tekrar ettikten sonra "Çekilmeden çekilmeye fark var. Tek taraflı bir çekilme olmayacak. Çekilme parlamento kararı ile olacak. Başbakanın dediği 'Çekilsinler onlara karışmayız' demesiyle olmaz. TBMM onaylayacak, çekilme komisyonla olacak. Ne PKK’nin sandığı, ne AKP’nin sandığı gibi bir çekilme olur. Hakikat komisyonu da kurulacak. Akil adamlar denetiminde olacak. Çekilme o zaman olacak. Köylere geri dönüş olacak. Bunları yapmazlarsa geri çekilme olmaz" diyor.
BDP heyetlerinin görüşme trafiğinden ve kamuoyuna açık bilgilerden anlaşılan Öcalan'ın BDP, KCK ve Avrupa yapılanmasının cevabi mektuplarının yanı sıra Türk devletinin de cevabını dikkate alarak bir programı ortaklaştıracağı yönündeydi. Amed Newrozu'nda açıklanan manifesto, Türk Hükümeti'nin engeline takılmadığına göre herkesin ne yapacağı da bellidir. Ancak ne sıradan Kürt bireyi ne de Kürt hareketinin en tepesinin Türk Hükümeti'nin ne yapacağına dair elinde net ve somut bir belge yok.

Kim ayak sürüyor?

2009'da başlayan görüşmeler 2006'nın devamı, yeni görüşmeler de 2009'un devamıysa mutabakatın ana hatlarında da ciddi değişiklik yok. Belki sıralama, öncelikler, isimlendirmeler gibi toplum psikolojisi hesaba katılarak tashih edilen noktalar vardır. Amed Newrozu'nda sunulan metinden anlaşıldığı kadarıyla temel parametreler ve ana omurgadan bir sapma yok. Buna rağmen Türk tarafı, bütün kanatlarıyla kilitlenmiş durumda. MHP ve CHP, iktidarın elini Kürt tarafına karşı güçlendirirken TSK, yasal yükümlülüğünü hatırlatıyor. 'Türk hassasiyeti' heyulasına türlü çıkınlarla destek atılıyor. Meclis Başkanı, "Meclis'i karıştırmayın" derken Başbakan, yetkinin kendilerinde olduğunu, tek karar mercii olduğunu söylüyor. Başbakan'ın başdanışmanı, Meclis'in devreye girmesiyle PKK'ye meşruiyet kazandırılmaya çalışılmak istendiğini, buna müsaade etmeyeceklerini çalınca bütün iktidar korosu da eşlik ediyor.

Kanlı tarihin gereği

Kürtler, yasal güvenceler, yazılı sözleşmeler ve açık işleyişler istemekte kanlı tarihlerinin gereği haklılar. Öcalan'ın BDP heyeti ile yaptığı görüşmeleri bile "yok hükmündedir" keskinliğinde reddeden anlayışın, dönüp dolaşıp eski bir oyunu devreye sokmasının kıymeti harbiyesi yok. Daha düne kadar küçümsediği, hakir gördüğü, türlü sıfatlar yakıştırdığı Öcalan'ı yüceltip geri kalan bütün Kürt aktörleri aşağılayarak varılacak huzurlu bir menzil yok. Türk tarafı, Öcalan'ın Tanrı, bütün Kürtlerin de koşulsuz biat eden kullar olmadığını idrak etmekten yoksun değildir. Klasik bir entegre strateji hilesiyle yol alınmaz. Gönderdiği mektuba taslak deyip "üzerinde cesurca tartışın, öneri ve eleştirilerinizi gönderin ona göre revize edeyim" diyen Öcalan ile Kürtler arasındaki bağın sembolik önemi yadsınıyor. Kürtler, Türk tarafının lanetlediği Öcalan şahsında kendi tarihini, kaderini, çaresizliğini ve çaresini görüyor. Öcalan'ı söylediklerinden bağımsız olarak tarihsel travmasının tersyüz edileceğinin umudu olarak mitleştiriyor. İdam edilen isyan liderlerinin sonuncusunu kurtarmanın ebedi şerefini edinme gayesiyle sahipleniyor. Kürtler, toprağa verdiği onbinlerce evladının aziz hatırasına halel getirmeden bu zorlu koridoru bütünlüklü ve hasarsız geçmek istiyor. Kürt tarafının bu psikolojiyi yönetmek gibi bir sorumluluğu var, dolayısıyla tek bir yanlış adım atma lüksü yoktur. Kürtlerin araçları değişebilir ama menzilleri bakidir.

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

27 Mart 2013 Çarşamba

Eşik aşıldı!..


Kuzey Kürtlerinin başat siyasi yapısı, soğuk savaş döneminde ve Leninist model/modellere uygun kuruldu. Manifestosunu, dayanacağı halkın özgünlüğünü de baz alarak tamamen sözkonusu modellerin teorik kaynaklarından beslenerek belirledi; ittifakları, savaş stratejisi, vizyonu, bu kapsamdaydı...
Kürtlerin dağınıklığı, 4 egemen devletin varlığı ve bölgenin uluslararası güçler açısından öneminin verili realitesi, mücadeleci gücün uyarı sistemlerini hassaslaştırdı. Buna, halkla içiçe olmanın dayattığı zorunluluklar da eklenince dünyadaki dönüşümü erken fark etti...
Bu dinamizm ve sınırlı pragmatizm, onu büyük oranda 'reel sosyalizm'in çöküşünün etkilerinden muaf tuttu. Kendisini yenileyebilme, zamanın dilini konuşma ve aygıtlarını kullanma kabiliyeti sayesinde hem yapısını hem de hedeflerini revize edebildi... 
90'lardan itibaren savaşın tırmanmasına çözüm arayışları da eşlik etti. Bunun için ateşkesler, diyalog gayretleri, çözüm deklarasyonları ve birlikte yaşamanın formülleri sunuldu... 
2000'lerde ise Sovyet ve Çin örneklerini mahkum ederek; devlet-iktidarı reddeden, bunun için de 'yerleşik sosyalistler'in hışmına uğrayan kuramcı aksiyonerler ile yeni yüzyılın sivil toplumcu, kapitalist modernite karşıtı, çevreci, katı devlet yapılanması muhalifi filozoflardan yararlandı. Aydınlanmacı yanılsamayı dıştaladı fakat Marksist metodoloji marifetiyle bir model çerçeve oluşturdu... 
Beslenmeyi bloke etmeyen bu paradigma, Demokratik Konfederalizm-Demokratik Cumhuriyet-Demokratik Özerklik gibi birbirini tamamlayan organizasyonlar kompleksini doğurdu.
Uzun vadeli; gelecek toplum ve dünya tasavvurları elbette çok önemli ama gereksinim noktası: 'Kürtlerin Ortadoğu'daki statüsü ne olacak' sorusuna büyük yıkımları önleyerek cevap bulmaktır.
Kürt haraketi, iki yönlü bir baskı ve izahatı eşzamanlı yürütüyor: Türkleri eşit birlikteliğe, Kürtleri de devletsiz çözüme razı etmek. Evet Kürtler, gaspedilen haklarının asgarisine kavuşurken Türkiye'nin geri kalanı da demokrasinin azamisiyle şereflenecek. Kaybeden yok...
Hem devlet ve her renkten bileşenleri hem de Kürt siyaseti farkında: Karşılıklı ikna ve rızaya dayalı birlikte yaşamayı reddetmenin faturasının ağır olduğu ve olacağı sır değil... 
Son hamle, Türk devletinin egemenliğini askeri zorla dayattığı 20 milyonluk nüfusun ayrı devlet istemini ötelemenin karşılığında ırk devleti karekterini gömme hamlesidir...

Devlet ne yapar?

Türk devlet geleneğinde sorunları adil, karşılıklı rıza ve kabule dayalı çözme yeteneği yok. Tarihsel serüvenine bakıldığında bu yeteneğin edinilmek istenmediğini görürüz. Zamana yayma, bastırma, yok etme veya tolere edilebilir eşiğe getirerek birlikte yaşamayı yeğlediği sabittir. Bu bir devletli Türk refleksidir ve dönemsel renk değişimlerine rağmen cari bir vakadır. Dışardan kabul ettiği meselelerde çözüm formülü nettir; ya kültürel-zihinsel sindirim sistemini genişleterek müttefik olur ya da kontrollü bir düşmanlık gerilimiyle idare eder. İçerden gördüğü sorunlar karşısında ise daha agresif, saldırgan, parçalayıcı ve merhametsizdir. 
Mısır'daki Kavalalı olayından tutun Balkanlara (Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Romanya, vs..) Arap coğrafyasına ve Girit'e kadar. Bunlar çözülmedi, kırıldı. Ermeni ve Kıbrıs meseleleri, büyük mezalimlere rağmen kısmen güncelliğini koruyor. Kürt meselesinde de Ermeni ve Makedon halklarının yaşadıklarının bileşimi yaşanmaya devam ediliyor. Bırakın halklarla ilgili meseleleri hala dünyanın en büyük metropolüne sahipken imar sorununu bile çözemiyor...
Kürtlerin bu gelenekle ilgili tarihsel ittifak kurgularını referans göstererek, güncel anlamlar yükleyip günümüze yanlış tercümelerinin dörtbaşı mamur bir AKP ve yeni Kürt işbirlikçiliğini doğurduğunu söyleyip itiraz etmenin şimdilik faydası yok. Geçmişte 'ittifak' dediğimizin toplumsal ifadesi ve kazananı-kaybedeni üzerinden şimdiyi ve geleceği devşirme gayretine girmemizin anlamı da yok. İşte bu devlet geleneğinin başındaki siyasi iktidarın yukarıdaki iki temel parametrenin dışına çıkacağına yönelik temkinliliğin devam etmesi, haklı ve meşrudur...

İyimser olmak

İyimser olmanın temel gücü, Kürt halkının ve siyasal organizasyonunun pratik refleks yeteneği ile acı tarihini eklediği 40 yıllık deneyimin oluşturduğu ortak akıldır. Ancak aktaracağım iki alıntı ve ekleyeceğim gelişmenin bize anlattığı kocaman realitenin ürettiği zorunluluğunun, 'Kürt ortak aklı'nın yeni devlet aklına 'minik' katkısıdır.
Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu: "İran, Suriye ve Irak ile sürekli çatışan bir dış politika konjonktürünün getireceği zararları dengeleyecek hiçbir alternatif ittifak politikası yoktur.  (Stratejik Derinlik-2001)"
Türk Adalet Bakanı Sadullah Ergin: "1,5 yıl Öcalan’la kimse temas etmedi. Ne oldu o süreçte? Bir hatırlayınız. Yani 2011’in işte seçimlerinden sonra yaşanan süreci bir hatırlayınız. Son 10 yılda olmadığı ölçüde bir maalesef öngörülmeyen eylemler, can kayıpları ve terör çizgisinde tırmanış görüldü. Bütün bunları sağlıklı analiz etmek durumundayız. Efendim bu sürecin sonucunda netice alacağınıza emin misiniz, bir garantisi var mı? Bir garantisi yok ama bu süreç yaşanmasa ne olacağının garantisi var, nedir o garanti? 30 yıldır ne oluyorsa 31. yıl da o olacaktır. Son 30 yılda yaşananlar şöyle bir düşünün kim kazandı? Türkler mi kazandı, Kürtler mi kazandı?(2013-Kanaltürk program deşifresi)"
Ekleyelim: Güney Kürdistan ile kırmızı çizgiler, tarumar oldu. Batı Kürdistan sürprizi karşısındaki afallamayı da benzer akıbet bekliyor...
Ölümcül bir eşik aşıldı, tökezlemeden geçenleri/geçecekleri zorlu bir koridor bekliyor…
Devam edeceğiz...