24 Nisan 2013 Çarşamba

Ekrem neden Dumanlı?..


… Onlar ise kibire kapıldılar ve büyüklük taslayan (zorba, küstah) bir topluluktu/olmuşlardı(46)… Mü'minun



'Cemaat' tanımına sığmayıp iktidar sevinize yenik düşerek, her kademenin bir bileşeni olmaya başladıktan sonra hakikat ile realite arasında başınızın dönmesi kaçınılmaz. Hayatın dışına çıkıp apolitik bir toplam olmanın objektif koşulları yok, ancak toplumsal gücü iktidar güzergahına doğru devşirip insani ve manevi niteliğini dejenere etmektense topluma geri dönüşümle birlikte idareyi hayra sevkeden doğal bir basınçla yetinilebilinirdi. İktidar postunun çetin mücadelesine girmenin kaçınılmazı, hak ve meşruiyet gözetmeksizin bütün kontrol mekanizmalarına sızmak, hakim olmak; böylece bütüne hükmetmenin hazını, mütevazi bir abid veya mürşide tercih etmektir…
Fethullah Gülen Hocaefendi, yetenekli bir vaiz, çalışkan bir din alimi ve sabırlı bir teşkilatçıdır. Hocaefendi'nin, Kürtler, Kürt ve Kürdistan meselesi ile onun kaçınılmaz sonucu PKK konusundaki görüşleri, siyasi konuşma ve angajmanı ifşa etme aşamasından beri sorunlu ama revize edilerek olumluya doğru yol alıyor. Hocaefendi'nin, yetiştiği etnik, sosyal ve kültürel çevrenin algılarına maruz kalarak bina ettiği 'mesafe'nin, 'nur'un gücü karşısında bile kapanmadığı açıktır. Bediüzzaman Said-i Kurdî'nin üretiminden beslenmesine ve metodolojisini sahiplenmesine rağmen söz konusu kodların blokajı sayesinde 'Türk' ve 'devlet' hassasiyetini muhafaza etti/ediyor. Hitabeti, sabrı ve teşkilatçılığı ile iktidar harisliği koridorunda ilerlerken çevrilen her projeksiyonun kumanda merkezine sızıntının çatlaklarını keşfetti. Asla çekirdek örgütlenme modeli ve katıksız disiplini ile yetiştirilenlerin yetiştirmesi döngüsünden taviz vermedi. Güç karşısında munis, uzlaşmacı ve kabul edilebilir eşikte durmaktan yüksünmedi; manevra kabiliyetinin kıvraklığını, vizyonerliğinin gereği olarak meşrulaştırdı. Bugün artık bir 'cemaat' değil, hayatın bütün alanlarındaki seksiyonlarıyla sınıraşırı; politik ayağı ihmal edilmeyen büyük bir 'güç'tür...
Türkiye'de de haliyle iktidarın/devletin temel ortaklarından biridir. Hocaefendi'nin liderliğindeki güç, bu realiteyle yetinmiyor, potansiyelin farkında olduğu için iktidar obeziteliğini tetikliyor. Dolayısıyla 20 milyonluk Kürtlerin 'yüzde 5'nin helak olmasına 'amin' isterken; kısa süre sonra 'milli gurur, milli onur, tek devlet'e halel getirmeden bu 'yüzde 5' ile 'devletin parçalanması'nı engellemek için 'sulh' sağlanabileceğini söylüyor. Gerekçeleri, referans noktaları ve rezervleri arızalı olmasına rağmen 'sulh'a kerhen de olsa rıza göstermesi hayırlıdır. Bu kaygıları, neredeyse bütün orta kademe ile sahadaki kadrolarının Kürt olmasıyla birleşince Kürtçe yayınlara bile vize verdi…
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin sevenleri ve saygı duyanları için taşıdığı manaya dokunmadan, özellikle medya departmanındaki elemanları ile devlet içinden beslenen operasyonel unsurlarına dikkat çekeceğim. Çünkü bu eleman ve unsurlar, 'kerhen sulh'a rızayı tüketmek için sinsi taktiklerden sakınmıyorlar. İP ile MHP arasındaki bütün tonların kısmen gürültülü ve alenen sergiledikleri savaş çığırtkanlığından uzaklar ama Türk Hükümeti ve ana kitlesi ile PKK ve Kürtlere yönelik tazyik ve tahriki, sureti haktan görünerek yapıyorlar…
Kontollü güç olduğu için elini ovuşturmakla yetinmiyor, diş gösteriyor, burnundan soluyor, tahkimat yapıyor ama sineye çekiyor. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, prototipimiz olsun. Dumanlı, "Devlet, terör örgütünün belini kıracak… Devlet, elbette bu şer güçlerin nefes borusunu tıkayacak… Tabii ki terörizmin belini kıracak, beynini dağıtacaksınız…" diyordu ama olmadı. 'Kerhen sulh' moduna girdi. Ancak silinen balataların sesinin çirkinliğiyle "Liderin esaret ve çaresizlik içinde davayı sattığı" temennisini birleştirdi. Yetinmedi, 'İmralı notları'nın ardından büyük bir coşkuyla 'Habur sürecine dönüştürülmüştür' diye kestirip attı. Üstelik PKK'nin, MİT'in içine sızdığı ihtimalinden sakınmayarak… Bu da olmayınca Türk Hükümeti'ne 'biz oynamayız' mesajı eşliğinde Kürt tarafına küfür etmeye başladı. Tıpkı yıllardır Hocaefendi'ye küfür edildiği gibi "Psikiyatrik bir analize tabi tutulsun… pervasız ‘çehresi'… küstah… narsist… dünyayı boynuzunda taşıyan varlık… Stalin özentisi… kendine tapınan bir megaloman… kendisi ‘tescilli ajan'… su katılmamış bir emperyalist kuklası… ırkçılık yaparak kendi kafasına göre fitne atıyor... ırkçı soytarı…" diye devam etti. İşte bu ´derin fikriyat´ üzerinden PKK'siz/Öcalan'sız çözümün de olabileceğini, devletin bu seçeneğe mahkum olmamasını salık verdi/veriyor…
Milliyetçi köken ile ıslah edilmemiş nefis bir araya gelince, egemen ulus zorbalığına dayanarak bariz ırkçılık yapan 300 Türk tipi okur-yazara kendisini siper eden örneğimizdeki prototip, aynı çemberdeki operasyonel unsurların (burada da prototipimiz Eme Uslu olsun) dikkate alınmayan savlarına 'ciddiyet' katarak, ikili kışkırtma püskürtüyor. Kürtlere dönük kısmında, Roboskî gibi trajediler üzerinden sorgulama teşviki. Türklere ve iktidara ise "Öcalan'ın koşulları, yönetim modeli, PKK'nin varlığı, özsavunma, 'terör' kavramının tedavülden kalkması, zaman kazanma, Türksüzleştirme, hatta büyük Kürdistan" gibi uzun bir liste fırlatılıyor. AKPM'nin son raporunda terörizm kavramına veda etmesini bir tek Zaman gazetesi manşetine taşıyarak, Sözcü'nün hayıflanma çıngarının usturuplu versiyonuyla sunuyor…
Hakkını yemeyelim hemen geri dönüş sağlayan Yalçın Akdoğan, teskin etmeye çalışıyor. Kimi zaman paydaş argümanlarını faş etmek pahasına… Cizre'deki bir hadiseyi dillendirince iki gün sonra polis, sokak ortasında Kürt çocuklarını yere seriyor. Muhtemelen, 14 yaşındaki A.T'nin sağ gözünü yitirmesi karşısında "İşte bu!" demiştir…
Gidişatın umduklarını veremeyeceği kanısı güçleniyor, bunun için de bir taraflarının durmayacağını hesaba katarak şimdiden yatırım yapıyorlar: "Anladığım kadarıyla 'süreç'in gidişatından endişe duyan ya da sürecin bir noktada sıkışacağını tahmin eden güçler, ta baştan bir günah keçisi ilan etmeye hazır gibiler."
Başbakan grip oldu diye koca ilan veren bir iradenin, sadece gasbedilen haklarını isteyip kimsenin onuru, gururu, şerefi ve haysiyetine dokunmayan mazlum Kürt halkı ve onun temsilcilerini aşağılama, küçümseme haksızlığını bırakması lazım. Egemenlik kibiri kolektifleşince bağlanan basiretin kıyımları ortadadır. Kibirle taşan insan vicdanı, hakikatin idrakinden korkar, kaçar. Haksız yere böbürlenenlerin, milli kibrine dini kisve giydirenlerin akıbetini hatırlasınlar. Kürtlerin, Fethullah Gülen Hocaefendi ve kadrolarından beklentisi, demokratik çözüm ve barışa samimiyetle destek vermeleri, dini eğitim ve donanımlarının gereğini pratize ederek, bünyelerinde uyanan Türkçü illeti yok edemiyorlarsa bile yeniden uyutmalarıdır… Hocaefendi, en azından hem Bediüzzaman´a borcunun gereği hem de bütün zahmeti yüklenen Kürt kadroları için şımarık prensleri frenleyebilir...
Ankebut ile bitirelim: "…Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de yalancıları da mutlaka bilir(3) Elbette kendisine iman edenleri de ve elbette münafıkları da bilir(11)…"

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

19 Nisan 2013 Cuma

Kurumsal miras ve DTK!..


Tarihi binlerce yılın ötesine götürüp Türkçe kaynakların/okumaların bize sunduğu veriler üzerinden hayıflanacak bir Kürt asrı saadeti kurgulamayı, 'baskın gerçek' yerine 'gerekli yanlış' masumiyetinde bırakırsak; son bin yıldır yönetilen yığının, hizmete koşturulan yedek gücün, hüneri dış sarayda sergilenen seçkinin, hazin akıbetli itirazcının mirasıdır kalan. Bu miras bütünlüğünün varisleri, kabullenme ile tercih; muhafaza ile yüzleşme; tekli sahiplenme ile hesaplaşma döngüsünden çıkışlar aradı/arıyor. Böylece aktif veya zımni konuşlanmaya göre 'şimdi'ye dokunmayıp içinde eriyenler ile 'şimdi'ye yanlış müdahale edip ilişenler ve 'şimdi'yi reddedip yaşanılır kılmak isteyenlerin, çoklu iç ve dış karşılaşması sürdü/sürüyor. Bu kaosu sonlandırma veya kabul edilebilir doğasına çekme sancısının yaşandığı 'şimdi'nin içinde yer alanları zorlayan temel gereksinimler; kurumsal devamlılık ve kolektif şuurdur. Kürtler, ikisinden de mahrumiyetinin gecikmeli azabını çekiyor. Hem kolektif şuurun gayrete rağmen tamamlanmaması hem de bu şuurun tamamlandığı kadarıyla cisimleştiği organların, ontolojik tereddüdü bundandır...
Kuzey Kürtlerinin örgütleşme, sonrası örgütlenme ve depar atanın kapsama alanını genişleterek halklaşma serüvenine paralel olarak kurumsal somutlaşma da gündeme geldi. Ancak, yukarıda bahsettiğimiz objektif halin, sunduğu zemin ve bıraktığı mirasın yetersizliği ile alan öncelikleri, ideolojik donanım, üzerine gelecek tesis edilemeyen belirsizliğin ağır bastığı projeksiyonun kısa menzili olması, örgütçü harislikle birleşince zorluk katmerleşti. Hepsinin toplamından daha fazla da devletin ölümcül kuşatma, saldırı ve sızmalarına rağmen kurumsal altyapılara yönelindi. 90'dan itibaren basın-yayın, siyasal, sosyal, kültürel kurumlar legal olarak kuruldu. Koşulların cevaz verdiği alan ve kapsamda ise illegal yapılanmalara gidildi.
Kürdistan Ulusal Meclisi, bu dönemin ürünüydü. Entelektüel namusları, bulundukları yerdeki fedakar pratikleri gözetilerek seçilen insanların çoğunlukta olduğu bu deneyim, trajik oldu...
Sürgünde Kürdistan Parlamentosu, bu trajik sondan çıkarılması gereken dersler dikkate alınarak ülke dışında oluşturulan bir organdı. Meşruiyetin, temsille yer üstüne çıkarılıp uluslararası sahnede sergilenmesine vesile edilen bu organın çapı, yüksek beklentilere ve devasa misyona yetmedi. Kuruluşundaki hız ve heyecan, yerini yetkisiz bir formalitenin hazin sonu ile bu sonun ürünü öfkeler ve dirayetini koruyanların oluşturacağı yeni umutlara bıraktı.

Bölgesel parlamento

Kürdistan Ulusal Kongresi ve '99 değişiminin ürünü Halk Kongresi, kısmi revizyonlarla varlıklarını koruyor.
Kuzey kaynaklı bu deneyimlerin somutlaştığı Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Kürtlerin kendilerini yönetme iradesinin ürünüdür. Yapı ve fonksiyonundaki uyum ile yetki ve sorumluluğundaki balans gözetilerek, Kuzey Kürdistan'ın en büyük sivil organı, bir nevi bölgesel parlamentosu olarak benimsenen DTK'yi yeni dönemin zorlukları bekliyor. Şimdiye kadar bileşenlerini zenginleştirerek toplam iradenin temsilini sağlamaya çalışan DTK, çalıştaylarla bilgi üretimi, daimi toplantılar, kurultaylarla siyaset rafinasyonu ve bağlayıcı kararlara imza attı. Bazen gecikti, bazen erken davrandı. Ankara ile Amed sarkacında, kapsamı ile dili arasında zaman zaman denge sorunu yaşadı. Devlet, müdahale etmekte geciktiği ve polisiye yontmalarla da kötürümleştiremediği için görmezden gelerek, kurumsal meşruiyetine mesafeli duruyor.
Askeri mücadelenin geri plana çekileceği yeni dönemde DTK'nin, farklılıkları birlikte buluşturma, ortak yaşamın ilkesel temsilini sağlama ve realize edilebilir kararları kolektifleştiren misyonunu öne çıkarması lazım. Bunun için de Kuzey Kürdistan'daki bütün örgütlü/örgütsüz kesimlerin kendilerini bulabildiği bir organ olma uğraşından taviz vermek yerine, yoğunlaşmalı.

Sorun alanları

Kuzey Kürdistan, etnik ve inanç çoğulculuğun; ceberrut devlete, siyasal sekterliğe, dinsel/mezhepsel fobilere ve operasyonel kışkırtmalara rağmen yaşandığı bir alan. Kürt hareketi de bu kozmopolit zeminin farkındalığını ilk günden idrak ederek; kaba materyalizm, dışlayıcı milliyetçilik, mezhepsel gericilik ve zor tekelini kırmanın sağladığı güvenden şımarmayarak çoğunluk tasallutundan imtina etmeye çalıştı. Pozitivist modernite ile benzeşen alternatiflerini geride bıraktığından itibaren ise demokratik toplumun zenginliğini korumayı, yaşamsal zorunluluk olarak teorize ediyor.
Buna rağmen son dönemde Kürt toplumunun sinir uçlarıyla oynamayı hedef alan iki saldırı sözkonusu.
Birincisi; Türk talebe birliği ile bazı cemaatlerin fideliğinde yetiştirildikten sonra İran'ın genetik kodlarıyla oynadığı, ardından Türk devletinin aşısını yenilediği garabet. Tetikçiliğini, bugün de zihinsel lümpenizmin kirli diliyle seriye almaya çalışan bu yapının necasetini, İslam dinine bulaştırmaya çalıştığını bilmemiz lazım. Dolayısıyla karşımızda demokratik toplumun müsamaha göstereceği politik bir hareket değil, iki sömürgecinin ortak yapımı ahlaksız bir siyasi operasyon var. DTK, sosyolojik realetiyi dikkate alarak siyasi parti sıfatını alan bu yapının görünen yüzüne meşruiyeti dayatıp yeryüzünde tutarak, en azından nötrleştirebilir.
İkincisi; çeperinde bulunduğu halde Kürt hareketinin kaynaklarına bakma tenezzülünde bulunmayarak, İslamofobi nöbetleri geçirip milliyetsizleşmeyi göze alanların koalisyonu. Sağ ve sol Kemalizmin kirlettiği kuyulardan afiyetle nasiplenerek beyaz Türkçülüğün laiklik illüzyonuna mest olup uyuşanları gözardı etmeden Alevi halkımıza siper olunmalı. DTK, arkaik ve sol maskeli ırkçılığın abanmaya çalıştığı bu alandaki halkımızın gerçek temsilcilerinin özgünlüğüne saygı duyarak; dikte etmek yerine olduğu gibi kabullenip milli şuur sunmalı.

Amed'den bakmak

DTK, herhangi bir siyasi parti gibi değil, Kuzey Kürdistan'ın bütün renklerinin yan yana durabildiği, seslerini duyurabildiği, iç sorunlarına çözüm bulabildiği, gönüllü rızanın üretilebildiği itirazsız bir üst organ olabilmeli. Gözünü Ankara'ya dikenlerin değil, Amed'i merkez alanların yüzü olmaya devam etmeli. İçinde bulunduğumuz dönem, Kürt halkına gülsuyunun TOMA'lardan sıkıldığı dönemdir. Aynı TOMA'lardan tazyikli su sıkıldığını, asıl derdimizin TOMA'ların varlığı olduğunu bilelim. Bu da kurumsallaşan iradenin kolektif şuurla donanmasıyla olur.

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

5 Nisan 2013 Cuma

Kürt savrulmaları!..


Güney'de mevcut statü hem yetmemeye başladı hem de merkez tarafından hazmedilemiyor. Tartışmalı bölgeler için yapılması gereken referandum ertelendikçe, yeraltı kaynaklarıyla ilgili tasarruftan merkez uzaklaştırıldıkça artan gerilim, örtülü bir savaş şeklinde devam ediyor. Şiilerin nüansları bir kenara bırakıp safları sıklaştırma arayışı ve İran'ın Güney'deki Kürt yapıların içine en az Türkiye kadar nüfuz etmesi de cabası. Barzani'nin bütün olasılıkların masada olduğunu açıklamasının ardından Kürt parlamenterlerin boykot kararı, restleşmenin fiziki kırılma arifesini işaret ediyor. ABD'nin moderasyonunun ve balans civatalarına koşturmasının ne kadar etkili olacağını göreceğiz.
Batı'da 19 Temmuz'dan itibaren boy veren fiili durumun yarattığı sarsıntı ve iki fay hattında derinleşen yeniden aktifleşme durumunun sancıları, kanlı bir girdaba doğru sürüklenebilir. Baas kalıntılarının yanı sıra yerelde Türkiye pilotajındaki muhalifler toplamı, İran'ın hem rejim üzerinden sarkması hem de geleneksel koçbaşlarının uyandırılmasının oluşturduğu keşmekeş, görece en zayıf halka Kürtlere patlıyor. Dolaylı siyasi kontrol ile direkt fiziki müdahelenin senkronizasyonunu sağlama uğraşındaki bölgesel güçler ve dış ittifaklarının büyük resimde 'tahammül' etmek zorunda kaldıkları alan, renk ve çarpıcılığın belirtileri, Kürtlerin beklentilerini karşılamaktan uzak olabilir. Sahaya bakıldığında kaosta hem ayrışan hem karışan güçlerin kimi zaman yan yana kimi zaman karşı karşıya ateş etmelerinin, Kürtlerin naif zihinsel formasyonunu istismar etmeyeceğinin garantisi yok. Üstelik erken egemenlik hastalıkları ile ağabey gölgeleri arayışındaki Kürt örgütçüklerinin yaratacağı kesiklerin acısını da küçümsememek lazım.
Doğu'da oluşturulan geçici sessizliğin akıbetini bilecek tarihsel deneyim ve sürekli güncellenen bellek sahibi Fars egemenliğinin, Ortadoğu'daki gücünü konsolide etmekle yetinmeyip uç mayınları/düzenekleri güçlendirerek dışardan bariyeri sağlamlaştırması sürüyor. Fars devleti, son yüzyıldaki bütün Kürt trajedisindeki payını şöyle gözden geçirip Irak ve Suriye'nin son etaplarının kaderine baksa bile kendisine yaklaşan büyük öfkenin faturasının ağırlığını bilir. Doğu'daki en örgütlü ve askeri gücün, politik ilke ve esneklik marjını şimdiden kabullenip ona göre hem Doğu'da hem de gölgesinin düştüğü diğer alanlarda aktifleşme ile paralize etmenin vitesini değiştereceği kaçınılmaz.
Kuzey'de yeni devlet aklının bölgesel hatta dizilmenin eksik halkalarını tamamlamaya çalışırken 'iç bünyesi'ni restore etmesinin gereklerine bigane kalamayacağı netleşti. Arkasındaki dış rüzgara ve ön açıcı saha temizliğine rağmen ilerleyememenin kendisini denkleme sokamayacağını vurula vura anlayarak havlu atması sürpriz olmadı. Ancak bu dezavantajlı pozisyondan en az hasarla; 'baldıran zehiri' metaforuyla sıyrılmanın gayretinde. Yeni devlet bileşenlerinin de en az Fars egemenliği kadar tarihsel birikim ve deneyimle donandığı sır değil. Üstelik bu zinde kadronun paralel toplumdan devşirilme gibi zamanın ruhuna oturan uyum yeteneği var. İyi bir şefleri, maharetleriyle matuf orkestraları ve önceden hazırlanıp refleksleri kurgulanmış; hangi koltuk sırasının nerede nasıl reaksiyon göstereceğinin belirlendiği bir aktif izleyici kitlesi var. Salonun iç ve dış güvenliği tolere edilebilir zaaflara rağmen tetikte. Kürtler için büyük risk; 'felç edenlerin tekerlekli sandalye vermekle yetinme' olasılığı…
Dört cepheden süren açık veya örtük; kanlı veya kansız hesaplaşmanın yerli ve kadim aktörü; kurbanı, mağduru ve oyun bozanı Kürtlerdir. Önce iki imparatorluk, ardından bölgenin kaderiyle oynayan yeni devletler ile yerli müttefiklerince parçalanan Kürtlerin, 6 milyona yakın Güney'deki devletleşen siyasi aktörleri formel kalıbında bırakırsak, temel gücü KCK ve şemsiyesi altındaki organizasyon şemasının bütünüdür. Tarihin tam da bu döneminde Kürt hareketi, kılıç üzerinde dengesini koruyarak, kılıcın dayandığı zemini, kendisinin dayanma kapasitesini, geride bıraktıklarını, önünde duranı, etraftaki sesleri hesaba katarak ilerlemeye çalışıyor...
'Eşik aşıldı' yazımda ifade etmeye çalışmıştım. Bu süreci eleştirmek, kaygıları dile getirmek ve hatta argümanlarıyla birlikte itiraz etmek de meşrudur. Bunu Kürtler ve dostları yapmalı. 40 milyonluk bir halktan tek tip bir insan modeli yaratamayız, kimsenin de böyle bir gayesi yok. Bu halk, bütün zenginliğiyle yaşadı, yaşayacak. Elbette, geleceğe dair farklı tasavvurlarımız, tasarımlarımız, umutlarımız olabilir. Hala 70 bin Kürt, resmen devletin korucusudur, gerisini saymaya bile gerek yok. Ne sosyolojik gerçeklerimizi ne de güncel depresyonlarımızı inkar edemeyiz. Ancak, Kürt hareketini küçümsemek, aşağılamak, yetmedi küfür etmek, ihanetle suçlamak, gevezelik malzemesi yapmak, en kibar ifadesiyle doğru değil...
Alevilikten radikal İslamcılığa; Ermeni dostluğundan Türk düşmanlığına; bağımsız devlet istemekten kayıtsız teslim olmaya; Türkiye sevdasından AB rüyasına; Şii hattından sosyalizm duyarlılığına uzanan kümelerin bileşkesine Kürt hareketi düşmanlığını oturtma mucizesine hayret etmemek mümkün değil...
Böyle bir dönemde 'sesler' ve 'yankısı' ile yaratacağı manevi ve fiziki tahribatın kaynağından da sorgulanması gerekir. İşte bu noktada oldukça rahat, pervasız, gereksiz, faydasız, firari çıkışlar ile abartılı abanmalar, yetki ve sorumlulukta endazeyi kaçırmalar yarışmaya başladı. Bunu 'mevcut hal'in lehine yaptığını iddia edenler orta ve uzun vadede, aleyhine yaptığını söyleyenler de kısa vadeden başlayarak uzun vadeye de yüklü bir faiz bindirdiklerinin farkında olmalılar.
Biraz sakin olun! Hiddetinizi, nefretinizi, öfkenizi kardeşlerinize boca etmekte gösterdiğiniz cömertliği niye düşmanlarından sakındığınızı iki dakika düşünün. Arkanızda bıraktığınız örgüt enkazlarını boş verdik ama hayatınızın herhangi bir kesitinde harcadığınız samimi emeğinize saygılı olun...
Kürtlerde okur-yazarlık ile militanlığın yarattığı orta ölçekli bilirkişilik, dış akademiye tüneyerek beslenen siyasi doğruculuk, devlet okulları ile talebe yurtları ürünü utangaç kontenjan titrlerinin, samimi bir muhasebeye ihtiyaçları yok mu? 40 milyonun derdiyle dertlendiyseniz düşünsel üretiminiz, politik dehanızın rehberlik marifeti ve bugünü besleyip geleceğe de taşınabilecek bilumum yaratıcılığınızı niye görmüyoruz? Çok azını tenzih ederek belirteyim ki; siyasi mesafe korkusu, konformizm, oryantalist yabancılaşma ve tamamen özentiyle taçlanan taklit/benzeşme iştahı, obur egolarla dolu silik 'iyi Kürtler'den başka malzeme çıkarmadı. Şimdi sayfalarda ve ekranlarda gördüğünüz kısık sesli mahçup ile çıtayı en tepeye 'zahmetsiz' koyup sırıtan ukalalar, bu 'kardeşler'dir...
Örgütlerini maalesef tarihin değerli bir köşesine yerleştirmektense hurda deposuna postalayan ya da hala o depoda bir mucize yaratacağını sananlar ile sıfır ideolojik itiraz ve alternatif sunumdan aciz düşerek havlu atan 'eski' hanesini sıfat edinenlerin sesi de geliyor. Onlar pişmanlık, hüsran ve pişmanlık döngüsünde hayata tutunmaya çalışırken travmalarını, nefrete dönüştürenler. Nefretlerinin hedefindekinin yok oluşunu görmekle ontolojik bir bağımlılık yaratan bu 'mağdurlar', bir noktaya kadar anlaşılabilir ama sözlerinin hacmi, kendilerini de esir alan bir yalana dönüşünce, geriye sefalet yığını kalır. Böylece ne ciddiye alınır bir eleştiri, ne de değer verilebilir bir uyarılar manzumesi ortaya çıkar. Halbuki bazıları, ağır bir pratiğin ardından kırmadan dökmeden hayatın bir ucundan tutmayı başarabildi. Mahçup ama saygın kalmak da bir yoldur... Elbette Kürtlerin kadim dostlarına ve değerlerine saldırma cüretinde bulunan istihbaratın konjonktürel piyonları ile onlara karşıymış gibi duran madrabazlardan bahsetmek bile abestir…
Gelelim yeni sürece dayanıp sabitlenerek, ölçüyü kaçıranlara. Kürt halkı, bütün Kürt aktörlerin söylemlerini tolere etmez. Lütfen siz de sakin olun. Kürdistan'ın en fedakar, en cefakar bölgesinden milletvekili seçilip yurtdışındaki bir otelde Türk bayrağının olmamasından cıngar çıkarmanın bugün Şemzinan sokaklarında izahı olmadığı gibi Amed'den milletvekili seçilen birinin "Kürt halkının bayrakla sorunu yok" deme yetkisi yok… Kürt devleti isteyen gençleri, verili duruma saldırmaktan men etmeye ikna etmek, pratik sahayı hatırlatmak yerine onları rencide edip başka kapılara savrulmalarını sağlamak, Kürt gazetecilerin/televizyoncuların işi değil. İki Kemal, bir Kamer ve üçünün mahsulü Hüseyin'in saldırdığı, 'Türkan hanım koruculuğu' ile 'onlar çekilmeyecek' provokasyonunun meczedildiği bölgede istifa patlatanların aklı nerede? Başbakanlık tarafından duyurulan Akil İnsan Heyeti ile ilgili kem-kümü aşamayan inisiyatif yoksunluğu; mektuplara hakim olup "halkın bildiği kadar biliyoruz"un siyasi aklı nedir? Kuzey Kürdistan'ın en büyük sivil organı, milletvekilliği gibi iki yetki ve sorumlulukla yetinmeyip bir gazeteye 'siyaset ile politika' arasındaki farkı bulmanın heyecanını anlatıp ortak bir etnisite müjdelemek, hemen ardından da diğer bir gazeteye savruk buhran tablosu çizmenin fazlalığı yok mu? Öcalan'ın doğum gününü, Amara'da özgürlüğünü istemeye vesile edip eylem yapmak elbete mücadelenin bir parçası; bunun için can bile verildi. Bugün ve bu insanların anısına saygılı olunmalı. Fakat 'Maddi Uygarlık' eleştirisini aşan alternatif sunmaya kalkışan Öcalan için Kürtlerde olmayan bir tüketim geleneğini devreye sokup pasta kesmeler; Tanrılaştırmanın bir lidere yapılabilecek en büyük kötülük olduğunu söyleyen; bütün yazdıklarını, 'taslak, tasarı, deneme, çaba, çözümleme, savunma' olarak adlandıran Öcalan'ın köyünde bazı yapılanlar, herkesten önce kendisine haksızlık ve kötülüktür...
Kürtlerin bütün bileşenleriyle Kürt hareketinin öncülüğüne en azından saygı göstererek, asgari müştereklerde bir arada durmalarını gerektiren bir dönemdeyiz. Bu öyle klasik bir 'safları sıkıştıralım' propagandası değil, geçen yüzyılın tahribatlarını nihayete erdirecek momentin emridir. Unutmayalım: "Geçmişin ihanete uğramış kahramanlarının ülkülerini gerçekleştirecek olanlar bugünün hainleri değildir."

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

2 Nisan 2013 Salı

Türklüğünüzle çok yaşayın!..


Kürt isyan hareketlerinin hiçbiri Türkleri hedef almadı. Türkleri aşağılayan, küçümseyen, reddeden ve düşman gören tek bir Kürt organizasyonu olmadı. Bu sadece 90 yıllık cumhuriyet dönemi için değil, öncesi ve Kürdistan'ın diğer parçaları için de geçerli. Siyasi çizgileri ne olursa olsun böyleydi, böyledir. Özellikle Kuzey'de Koçgirî'den Şêx Said (r.a.), Dêrsim, Agirî'ye kadar bu özellik korunuyor. Sonrasında zaten sosyalist düşünceyle beslenen kadrolar öncülük ettiği için hayat bulmuyor. Bugün de amiral gemisi konumunda olan PKK, kuruluş aşamasından itibaren hem bileşenleri hem ideolojik donanımının gereği buna tevessül etmemiştir. Klasik ulusal kurtuluşçu çizgiyi terkettiğinde de zaten birlikte yaşamaya yöneldiği için doğasına aykırıydı. Sorun ve hedef Türkler değil, devletleridir.
Buna rağmen nedir bu telaş?
Anıları depreşince minnacık duyarlılığı ile 20 milyon insanın, insan olarak tanınma çabalarını eşitleyen ve buna dayanarak kaderleri hakkında hüküm verme meşruiyeti aparan okur-yazarlar. Miadını doldurmuş uyarlamalar üzerine bina ettikleri siyaset teorilerini hem şoklayıp hem de soğuk zincirini defalarca kırdıkları için artık Ergenekon ve Kemalizm çukurunda kesifleşen agresif teşkilatçılar. Bir Kemalizm mucizesi olan zatın başkanlık ettiği kurucu partinin bilumum bileşenleri. Sosyolojiye sırtını dönmüş kendi psikolojik buhranında Allah'ı dert edip konformizmine halel gelmemesini tüttürenler. Fedakar bir kuşağın mirası üzerinde on yıllardır tepinip sabitlenirken küçülen ama lafını devleştirmekten sakınmayan arkaik kırıntılar…
Tanrıları ulus-devletin kendilerine farz kıldığı milliyetçilik dininin çılgınlık nöbeti eşliğinde egemenlik zikrinde coşan elitistler. Gaspedilen İslam ile kavmi fetihlerinin tarihsel birlikteliğini geleceğe de taşımak isterken uhrevi bir perdelemeyi tercih edip sinsi sessizlikte büyümeye çalışan çakma münevverler. Katliam fetvasının ardından doğru örnekten yanlış sulh öneren emekli vaiz/muvazzaf şeyh ve talebeleri. Uluyan cinsi sokağa salmakla tehdit etmeye başlayan aksiyoner ırkçılar. Çatırdayan egemenliklerini artık zorla da ayakta tutamayacaklarını anlayıp makas değiştiren yeni devlet treninin mürettebatı ve seccadeleriyle birinci sınıf kompartımana yerleşen yolcuları. Bir yandan Kürtlere göz kırparken, diğer yandan ellerini iktidarın nimetlerine daldırıp kafalarını okşatmak için uzatanlar...
Hepiniz 'Türk'sünüz. Mutlu olun. Utanmayın, sıkılmayın ve gocunmayın. Hep gurur duydunuz, duymaya devam edin. Etnik adınızla çok yaşayın. Kendinizi nasıl tarif ediyorsanız, adınızın kapsamını ne kadar genişletiyorsanız genişletin. Aşiret, kavim, toplum, halk, ulus, millet, milletler üstü; alt kimlik, üst kimlik, kimlikler üstü; etnik kimlik, hukuksal kimlik, anayasal kimlik… 
Hala anlamadınız mı?
20 milyon Kürt bunların hiçbirine dahil olmak istemiyor. Hakkınızı yemeyelim. Uzun zaman ayırdınız; çok uğraştınız, büyük bedeller verdiniz ve ödettiniz. Kürt toplumunu toprağıyla birlikte altüst ettiniz. Her dönemin donanımına uygun ameliyatlarla uzuvlarıyla oynadınız, yara bere içinde bıraktınız. Terbiye etmek için bütün yöntemleri cömertçe kullandınız. İmparatorluktan yapay bir devlete sıkıştırılmanın bütün hıncını üzerlerine kustunuz. Kirlettiniz, aşağıladınız, parça parça koparıp devşirdiniz, kendinizden kattınız...
Olmadı, olmuyor, olmayacak. Bitmedi, bitmiyor, bitmeyecek. Ya birlikte eşit ya da yan yana yaşamayı kabul etmekten öte yol kalmadı...
Kötülüğünüzün hedefindeki Kürtlerle yetinmediniz. Devletiniz ile birlikte hem Türk halkını hem de son sığınak olarak 'Türk' olmayı içine sindirenleri iğdiş ettiniz. Devletinizin kutsal payesini artırırken onların paryalığını katmerleştirdiniz. 90 yıldır zihinlerini yalanlarınızla enfekte ettiniz. Gözü, kulağı, elleri devlete açık bir modda tutmayı başardınız. Şimdi devletiniz kaotik ayrılıktansa restorasyonla yeni bir ittifaka kulaç atmaya çalışırken sizler yüzleşmekten korkup hem hünkürerek ağlıyor hem de vebalinizin eseri 'Türk hassasiyeti' ile tehditler savuruyorsunuz. Alışıksınız, bekliyorsunuz; kutsal devletiniz dönüp size gerçeği itiraf etmeli. Ardından da maalesef yine ondan aldığınız yetkiyle Türk halkının karşısına çıkarak anlatmalısınız. Niçin yalan söylediğinizi, bunun bedellerini izah edip özür/af dilemelisiniz. 'Türk hassasiyeti', sizin heyulanız; bu heyulayla Kürtler değil, siz uğraşacaksınız.

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret