23 Ocak 2012 Pazartesi

Devlet çanağında zikir!..

Varlığını, cebren tescillediği çemberin içindeki insanlık ailesinin bütün renklerini kanatarak tekleştirmeye çalışan obez zorbanın, ecdadının kalabilen maddi mirası ile genetiğini değiştirdiği manevi mirasının izdivacından peydahlanan ucube neslinin hükümranlığıyla karşı karşıyayız. Talan ve yalan üzerine kandan harçla bina edilen, gaspettiği dinle zehirli bir sarmaşık gibi koca bir coğrafyayı saran imparatorluğun varislerinin, ecdadını utandırmayacağı aşikardı. Islahat, Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet terkibinin son halkasını güncelleyen bu ucube nesil, hepsinin toplamı kadar melez,
herbirinin keskin ucu kadar gaddar, ilkinin kapsamı kadar hacimli, ikincisinin vaatleri kadar açılımcı, üçüncüsünün kaotik entegrasyonu kadar kurnaz, sonuncusunun tahterevallisinde iki uca da oturacak kadar cambaz... Kadife eldivenli katil, çelik zırhlı meydan okuyucu, necis mekan cazgırı, cesetlerden müteşekkil dergahın abdestsiz abidi, çalınmış kefenlerden takkenin gönüllü hamalı; pervasızlıkta pişkin, nobranlıkta cömert, yalanda bereketli, hilede kalfa, katletmekte usta ama insani hasletlerde çıraklıktan terk... Aşısı var ama doğru zamanlamaya tesadüf etmeyince ölümcül moduna karşı uzun bir direniş terapisi zorunlu...

Uzman çavuşluğa terfi!

Yeryüzünün bütün kötülüklerini esirgemeden tattıran egemenliğin, bu coğrafyanın kadim halklarına musallat olan kanserli parçalarını teşhir etmek, en azından bütünlüğüne hükmetmesini engellemek, herbirinin kesif kötülüğüne karşı bir diğerinden medet ummadan infilak etmesini sağlamak insan soyunun kutsal ibadetidir. Yukarıdaki bütün aşamaların kesintisiz muhatabı olarak iki asrı aşkındır yokolmamakta direnen Kürtlerin, kaç kuşaktır parçalanamayan belleklerinde taşıdığı veriler, egemenin bütün organlarının günümüzdeki konuşlanmalarını, fonksiyonlarını,  koordinasyon kabiliyetlerini ve gönüllü uyumlarını anlamak için geçerliliğini koruyor. Üstelik yarına projeksiyon tutmanın altyapısı olmakla yetinmiyor, bugüne karşı hakikat sensorlarını tetikleyen; cari zulmün kamuflajlarını tarayabilen yetiye sahiptir. Türk egemenliğinin kanserli organlarından biri olan basın-yayın, kurbanlarından biri olan Kürtlere karşı zamanla en az silahlı güçleri ölçeğinde etkili; yine en az silahlı güçler kadar Türk toplumunun güdülerek, hem silik hem de saldırgan bir vasata hapsolmasını sağladı/sağlıyor. Koçgiri, Piran, Ararat ve Dersim merkezli kırımlar ile son isyanın 80 öncesi/sonrası, 90 sonrası ve şimdiki aşamalarındaki devlet bileşenlerini gözardı etmeden, çekirdek mentalite ve diğer organlar gibi basın-yayına yansımalarına bakıldığında, ırkçılıkta süreklilik, dilde sadakat, yöntemde zenginlik ama son aşamada, tekrar angajmanda farklılık görülür. Bugünün 90 sonrasındaki farklılığı siyasal iktidar-devlet ayırımından transit geçişkenliğe varılması; bu bütünlüğe angaje olan basın-yayının ömrünün iktidar bileşkesine endeksli olmasıdır. Dolayısıyla kötülük gönüllüsüdür, savaşan bir güçtür; olası kaybetme korkusunun gözükaralaştırdığı obur askerdir. Artık mehmetçik değil, uzman çavuş basındır. Devlet baki, iktidar geçiciydi; ikisinin bir süre nazlansalar da aynı yastığa baş koymaları sonrası iktidar devleti baki olmalı, çünkü ötesi insanlık mahkemesinin kesinleşen kararının infazıdır...

Sultan ile Gülen yazıcılar!

84'ten itibaren de Türk basın-yayını üzerine düşeni fazlasıyla yapıyordu; 93'ten itibaren ise bu görevi hem daha sistematize edildi hem de bağımlılığın hukuku oluşturularak fonların gazına basıldı. MGK, başbakanlık ve OHAL'de hem toplu hem de tek tek toplantılar yapıldı, brifingler verildi. Çünkü devlet, çözümün, varlığına kast olduğunu, egemenliği paylaşamayacağını, 'kontrol edilebilir terör' skalasının aşıldığını; katılım, milis gücü, gerilla yaygınlığı, savaş kapasitesi, köy-kent ilişkisi ve kitlesel güç ile beslenen kurtarılmış bölge ilanı aşamasını bertaraf etme kararı aldı. Devlet, kuralsız bir savaşı yürüten çeteler toplamına dönüşürken, basın-yayını da üzerine düşeni yapıyordu. Gazeteler, medya grubuna;  bankaları da olan holdinglere dönüştüler. Doğan, Karamehmet, Bilgin ve Uzan soluksuz depar atıyorlardı. Militarist, ırkçı, kışkırtıcı, cinsiyetçi, yalancı ve acımasızdılar. Haber seçimi, kaynağı, kurgusu, başlık tercihi, tamamlayıcı fotoğraf, karikatür, görüntü, grafik ve gizli/açık mesaj gayretiyle okuyucunun/izleyicinin muhakeme yeteneğini, sorgulama ihtiyacını bloke edip kutsallaştırdıkları mefhum ve fiillerle hipnotize sürüsüne katıyorlardı...
Bu durum 97'deki dönüşüm kararına kadar sürdü, 97-2002 dönüşüm sürecinde ekonomi, siyaset, medya elden geçirildi, yeni devlet bileşenleri hazırlandı. Devletin bütün kurumlarının varlıkları muhafaza edilerek insan malzemesi yeni döneme entegre; itiraz edenler ekarte edildi. Türk basın-yayını da nasibini aldı. Doğan ve Karamehmet'e devlet-siyasi iktidar dersi verilerek, iştahları dizginlenip varlıkları bağışlandı. Uzan, ekarte edilen askerlerle birlikte varlıklarını yitirdi. Bilgin, varlıklarını yitirip itiraflarla dönüş umudunu korumaya çekildi. Yeni dönemin gözdeleri ise AKP ve Fethullah Gülen Grubu'nun el konularak, doping yapılarak, yeniden oluşturularak merkezileşen basın-yayın organları oldu. 93'ün kurtarılmış bölge ilanı aşamasıyla birlikte konsept değişikliğine giden devlet aklı, 2011'in ortalarından itibaren yeni formatıyla Demokratik Özerklik statüsü ilanı aşamasıyla birlikte de nüansları olmakla beraber benzer kaygı ve gerekçelerle düz bir çizgi çizdi. Şimdi yaşadığımız ve adına 'entegre strateji' denilen konsept, Diyanet'ten GAP İdaresi'ne, Emniyet'ten YÖK'e kadar bütün devlet organlarının seferber olması; hepsinin psikolojik lojistiğinin Türk basın-yayın organlarınca karşılanmasıdır.
Sabırlı, azimli, merhametsiz; adalet ve hakikat kaygısı olmayan ahlaksız bir devlet aklının bütün çirkinlikleri, Kürt halkını ve siyasal güçlerini sarmaya çalışırken Türkiye toplumunun uysal performansından da gayet memnun. Uzman çavuş basınları ise Sultan'ın cennetinin sonsuzluğunu bir zamanlar inandıklarını söyledikleri Allah'ın cennetine tercih ettiler.

Kürt gazeteciler

Özgür Ülke'nin 1994'te bombalanmasının yıldönümü nedeniyle şunları yazmıştım: "Hoyrat bir terör rejiminin hükümranlığı gemi azıya almıştı. Tepeden tırnağa yürüttükleri kirli savaşa batmış iktidar bileşenlerinin, yargının göstermelik prosedürünü bekleyecek vakitleri yoktu. Tek tek öldürmenin, tutuklamanın, gözaltına almanın yetmediğini görmüşlerdi. Bir avuç insan, düşen her kalemi alıyor, kapatılan her ofisi yeniden açıyordu. Ne ensesine ateşleyecek bir paramiliter tetiği ne ölüm yolculuğu için ansızın alındığı JİTEM otomobilini ne de demir parmaklıkların ardındaki esarete karar verecek yargı labirentini önemsiyordu. Onlar, inatçı ve mütevazı hakikat avcıları oldukları kadar, rafinesiz paylaşmanın erdemine iman etmiş gazetecilerdi. Devletin şu veya bu kenarında durmuyorlardı. Kimsenin onlara valizle dosya getirdiği yoktu. Zaten bunlara gerek de yoktu. Yaşadıklarının verili referansıyla gördüklerini, gözlediklerini, tanıklıklarını, dinlediklerini, tereddütsüz aktaran modern zamanın amatör ruhlarıydı. Halk Gerçeği, Yeni Ülke ve Özgür Gündem ile başlayan yolculuğun meşakkatinin ve devletin cömert faturasının farkındaydılar. Ödemekten çekinmek bir yana paylarına düşenin azlığıyla hayıflandılar. Türkün ilk kadın liderinin militarizm ile izdivacının musallat ettiği terörizmin devletleşmesi, devletin çeteleşmesi ve çetelerin, gövdenin sağlam kolları olduklarını ispatlama gayretlerini, hayatın her alanına damıtmakla taçlandırma sabırsızlığı vardı. Tetikçiler yarışıyordu, istihdam kapasitesi artıyordu. Devlet çok tetikli bir silah, kolları altında debelenen bir ahtapot olmakla tarihi durduracağını sanıyordu..."
Durduramadı... Yeni devlet aklı da rehin aldığı Kürtler arasına onlarca meslektaşımızı da alarak; büroları basarak, devletlere şantaj yaparak, yüksek cezalar vererek, kapatarak, kara çalarak insanlık ailesinin hilafına tarihi durduracağını sanıyor. Umarım yanıldığında artık çöken sadece Sultan'ın kolonları olmayacak...

*PolitikART'ın 62. sayısı