26 Nisan 2011 Salı

Sultan çadıra çarptı!..

Kamu(Devlet için devlet), Güvenlik ve Tehdit... Türk devleti; korunma yetilerini, zihinsel paradigmasını, kriz kabiliyetini, çözümsüzlük hazını, bu üç kavramdan alıyor. Üç kavram, tek başlarına birçok mahareti sergiledikleri gibi troyka olarak kırmayacakları kapı, öldürmeyecekleri canlı, yıkmayacakları mekan yoktur...
Kemalizmin, terbiye edilmiş Milli Görüş ve tahrif edilmiş Risale-i Nur semirenlerinden oluşan koalisyonda yaşayan yeni hali de bu teslis sayesinde hükmetmenin keyfini çıkarıyor. Keyfin, zor aygıtlarıyla sürdürülmesi; Bismil'de İbrahim Oruç'un canına mal olur, yüzlerce kişinin yaralanmasına yol açar. Bir yandan dağa nokta operasyonlar yapar, diğer yandan kışlasındaki Kürt'ün bile ensesine sıkıp, 'intihar etti' diye cenazesini gönderir... 
Türk devleti huzursuz, rahatsız, tedirgin. Üç aydır, çevirdiği bütün numaralar, hileler teşhir edildi, kitlesel yanıt aldı. Üstelik bir süredir de oyun kuramadan sürprizlerle karşılaşıyor ve en iyi bildiği yönteme kısa sürede sarılıyor. Çözüm üretemeyince 9 kusurlu hareketin 9'unu boca ediyor, bununla yetinmiyor sahayı kapatmaya kalkışıyor. Seçime iki ay var; YSK kararını geri alınca sindirim zorluğu çekiyor. Silahlı güçlerini sokağa saldı; öldürdü, yaraladı, gözaltına aldı, tutukladı, mesela Hakkari'de neredeyse çalışan BDP kadrosu bırakmadı... 
Yeni dönemin medya amiralı Ekrem Dumanlı, Polis Akademisi senaryoları eşliğinde, Kürtleri vandalizmle suçlayan yazısını evlerin kapılarına bırakmaya gönderirken, polis de aynı gece eşzamanlı olarak 24 çadırı 'bertaraf' etti. Bu, büyük çaresizliğin operasyonudur. 'Kardeş Esad'ın kalesi sarsılırken; titreyen Ankara'nın diz bağlarının, Kürtlerin çadırlarına çarpmasıdır. Çözüm üretemeyen; çözüm önerilerini, temeline dinamit addeden devlet, saldırganlaşmaktan başka ne yapabilir?..
24 çadırdan bir tanesi için açıklama yapıldı. Bu açıklama da devletin resmi haber ajansı AA üzerinden servis edildi. Çadırda 'molotofkokteyli' bile bulunmuş. Molotof, necip Türk milletinin 'şiddet karşıtı' duyarlılığını kaşımak için araya alınmış. Necip milletin fertlerinin bir gecede eşzamanlı 24 çadırın basılmasının merkezi karar ve gerekçesinin hakaniyetini sorgulamayacağından, sunduklarının pürüzsüz güzergahından eminler... 
Eğer çadırlar, toplumdan izole mekanlarda ve sürekli/sınırlı müdavimleri olan ajitasyon sığınakları olsaydı, bu kadar sinirlenmezdi. Aslında beklentisi buydu ama olmadı. Çadırlar, film gösterimlerinden, kuramsal konuların irdelendiği panellere; müzik dinletilerinden toplumsal konulara çözümün tartıştıldığı platformlar oldu. Yorgun bedenlerin atıldığı sohbet odakları yerine sivil itaatsizliğin büyütüldüğü Cuma mekanları oldu. Sosyal ve siyasal tartışmaların meşru pratiklerde sonuç vermesi, Sultan'ın asabını bozdu. MHP ve CHP de henüz istediği kıvamda ve rotada olmayan Sultan, "şık" olmayan Kürt sokağını "süpürmek" istiyor. Halbuki çadırlara gerekçe olan ve yeniden kurulmasına gerekçe olacak 4'ü acil 14 talebe aşinadır.
Önce "Acil talepler"i hatırlatalım:
* Anadilde eğitim hakkı ve iki dilli yaşamın güvence altına alınması,
* Kürt siyasetçilerin derhal serbest bırakılması,
* Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması,
* Askeri ve siyasi operasyonların son bulması...
Bunlar mümkündü ama statükocu diye oynadığı CHP bile buyur ettiği halde bırakın adım atmayı, bu yönde bir irade beyanında dahi bulunmadı... 
Geriye kalan ve kısa vade beklentisi şerhi konulmayan talepleri hatırlatalım:
* Kürt kimliğini de tanıyan demokratik bir anayasanın hazırlanması,
* Türkiye genelinde merkezi yönetimin yetkilerini sınırlayan yerinde yönetim sistemi'nin geliştirilmesi, 
* Kürt halkına öz yönetim hakkının verilmesi,
* Kürt kültürü önündeki tüm engellerin kaldırılması, 
* Kürdistan'da konuşlandırılan özel savaş birimlerinin geri çekilmesi,
*İstisnasız tüm siyasi hükümlü ve tutukluların serbest bırakılması, 
* Tüm etnik topluluk ve inançların özgürlüklerinin anayasal güvenceye alınması,
* Adalet ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulması, 
* Köyleri yakılıp-yıkılan yurttaşların geri dönüşünün sağlanması,
* Ekonomik dengesizliğin, yoksulluğun ve işsizliğin aşılması için ayrımcı politikalara son verilmesi, yatırımlarda öncelik tanınması. 
Bu taleplerin hangisi herhangi bir Türk bireyini rahatsız edip Gayri Safi Milli Hasıla'dan payına düşeni azaltır veya milli duygularını rencide eder. En ırkçı Türk bile bu taleplerin ardından bütün hamasetine, büyüklük kibrine, ilim ukalalığına Sümerlerden Azteklere kadar devam edebilir. Bu talepler, en ırkçı Türk vatandaşının bile çocuklarının barış içinde zenginlik geleceklerinin teminatıdır...
Sultan'ın meşrebi, Kürtler üzerindeki bütün kirli oyun ve saldırılara cevaz verecek referansa sahip. Fakat yine de barıştan kaçışı karşısında anımsatmakta yarar var. Sokaklara saldığın silahlı güçlerinle pervasızlıkta zirveye koşarsan, yarın Kocatepe'deki merasimde yanında devlet erkanı bulmakta da zorlanırsın. Çadır devletini muhafaza için bugün 24 çadırı yıkarsın ama yine kurulur. 2023 rüyasına daldığın çadır devletinin enkazı ise epey ağır olur...

19 Nisan 2011 Salı

YSK görevini yaptı!..

Son MGK kararları ve izdüşümleri, partilerin aday listeleri ve yeni dönem vizyonlarının Kürt meselesinin çözümü için öngördüğü çerçeve, cari anayasanın temel mantığının muhafazasını vaat ediyor... 
Başbakan Erdoğan, aday tanıtım toplantısında Kürt sorunu konusundaki son kararını verip "Kürt meselesi yoktur" diyor. 19 Nisan'da 'KCK davası'nın görüleceği biliniyor ve bunun için yapılmak istenen mitinge Diyarbakır Valiliği bir gün öncesinden yasak getiriyor. Yasak kararının akşamı da YSK kararı açıklanıyor...
Kürtlerle ilgili kararların üretimi ve patenti devletin kolektif aklına aittir. Üretim ve patent verme sürecinde olduğu gibi başka alanlardaki güç konuşlanışında minik sürtüşmeler yaşansa da, Kürt meselesi gibi temel bir meselede homojendir. Her kadro değişiminde yaşadığı kısa süreli marazları da bertaraf etme kabiliyetini kendi içinde geliştirir. Tek bir plan üzerinden yol almaz, alternatifli ilerler. Kürtlerin karşısındaki güç; YSK, AKP veya TSK değil, bunların birer organı olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir... 
Devlet, yeni Meclis için bir tasnif yapıyor. Güçlü ekonomi, güçlü ordu ve istikrar üçlüsünün eşlik ettiği egemenliğin rahat yol alması için Kürt meselesini kendi itikadınca çözmek istiyor. Yeni Anayasa ve siyasal temsiliyet bunun için önemli. Burada kontrolsüz bir gücün oluşmasının, gerçek muhalefetinden ürküyor. Tasnifini ince eleyip sık dokuyarak yapıyor. Hem legal Kürt siyasetinin simge isimlerine bariyer koyuyor hem de Dr. Reşit Galip'in 20'li yıllarda Atatürk'e sunduğu Akdeniz bölgesinin demografik yapısıyla ilgili kaygısının, 90'larda dirilen ve 2000'lerde tavan yapan "duyarlılığına" sahip çıkıyor. Öyle bir ince işçilik yapılıyor ki; BDP'nin motive edici isimlerle güçlü bir gruba sahip olması engellenip Kürt tarafının çok önemsediği Üçüncü Blok'un önemli bir aktörünün düşürülmesi isteniyor. Silahlı savaş sürecindeki "kontrol edilebilir/kabul edilebilir düzeyde terör" konseptini siyasal alana tatbik ediyor. Riskli olduğunu bildiği halde YSK kararını rahat bir şekilde tedavüle sokmasının nedeni, DTP'nin kapatılması sonrası Meclis'i terketmeme ve barış iradesidir... 
Türk devleti, BDP'den boykot veya çekilme beklemiyor. Seleksiyonunu kabul ettirirse ne ala, ettirmezse revize edecek. Kararı, AKP'nin de artık önemli bir bileşeni olduğu devlet ve Kürt politikasından ayırmak, tepkiyi sadece YSK'ya yönlendirmek yanlış. Kürt muhalefeti, geçmiş ve bugünün doğru değerlendirmesiyle geleceğe sağlıklı projeksiyon tutar ve mevcut haklı infiali iyi yönetirse, aslında kendisinin de beklemediği bu krizi önemli bir eşik yapabilir...
Devletin her hamlesine karşı gösterilecek refleks de artık BDP'nin tek başına üstleneceği boyutta değil. Kürt tarafı ve ittifaklarının ortak refleksi, bu hamleyi boşa çıkaracak ve tavizsiz atlatacak bütün araçlara sahiptir. Türk Hükümeti ve Başbakanı dün akşama kadar sessiz kalmayı ve silahlı güçlerini sokaklara salmayı tercih etti. Konuşabilen sözcüleri de yargı ve istikrar tanrılarına secde ettiler...
Sınırsız ve sorumsuz şiddetinin birebir muhatapları ile dünyadan bihaber olmayan yeni kuşağın öfkesini gözardı eden devlet, planlarının üstten uzlaşmayla sirayet edeceğini düşünmesin. Toplumsal itiraz, bazen balans ayarlarını tutmayabileceği gibi yerinde kontrol mekanizmalarını da aşabilir...
Devlet, YSK kararı öncesi Kürt iradesinin önüne diktiği anayasal ve yasal bariyerlerle; göstermelik demokrasisinin şeffaf olmayan sahnesindeki oyununa şükretmeliydi...

15 Nisan 2011 Cuma

Erdoğan'ın pompalı lümpeni!..

Referandum sürecinde 'sivil toplum' adına sık sık ekranlarda, gazete sayfalarında boy gösteren spor kıyafetli Cuma İçten, bir süre sonra aynı platformlarda bu kez silah sektörünün yılmaz savunucusu olarak takım elbiseler içinde göründü. Aslında o hem tefecilik yapıp hem de camiye gitmekte beis görmeyen riyakarlığın, el bebek-gül bebek büyüyen ABD'lere kadar adam olması için gönderilen ama Türk-İslamcı bir cemaatin şablonundan defolarla çıkan mirasçısı... Henüz 38 yaşında ama Türkiye'nin en büyük silah baronlarından. Üstelik, bol sertifikalı, çok gezen, Hocaefendi ile Başbakan arasındaki sevgisinin rekabetiyle helak olan, ahkamını yazıyla bile kesebilen biri...
Araya serpiştirilen "Teyyo mêre/erkektir" toyluğundaki Kurdoturk lümpenliği ve Türk-İslam kuluçkasından hür teşebbüs agresifliğiyle piyasaya salınan güvenlik çemberindeki maklube iştirakçilerinin prototiplerinden. AKP'nin Diyarbakır 5. sıra adayı Cuma İçten. Mehmed Mehdi Eker ve Galip Ensarioğlu'na takviye için 5'inci sıraya, yeni Yıldız Hemşire vakası Oya Eronat'ın hemen üstüne yerleştirilen isim. Silah Üreticileri, Satıcıları ve Sevenleri Derneği (SÜSASD) Başkanı, Gönül Köprüsü Derneği İstanbul Temsilcisi ama Sivil Dayanışma Platformu Diyarbakır Temsilcisi. Bir ayağı İstanbul'da bir ayağı Diyarbakır'da, bir kulağı Fethullah Hoca'da diğer kulağı Başbakan Erdoğan'da olan İçten, pompalı tüfek, kuru sıkı tabanca ve ruhsat meseleleri için Meclis'te ve medyada yoğun mesai yaptı. Tüfek bayiliklerini bin 500'e doğru koşturan İçten, kanlı-bıçaklı olduğu Soner Yalçın ile Kurtlar Vadisi'nde; pornocu yönetmen ile de Tek Türkiye dizilerinde yer aldı. Elbette silah firmasının sponsorluğuyla... 
Aslen Bingöl'ün Genç İlçesi'nden olduğu için ilçenin bir web sayfası adaylık sevincine ortak olup, gelen yorumları da paylaşmış. Fakat hemşehrileri, bir tatsızlıkla karşılaşmış. Asım Salih Gemalmaz adlı yurttaş minik bir şerh düşmüş: "Umarım Cuma bey benimle mahkemelik olduğu ve kaybettiği davanın parasını öder de bu memlekete vekil olur. Borçlu bir vekil ne kadar verimli olur bilemem hadi hayırlısı."
Hadi hayırlısı, diyelim ve Cuma İçten'in oldukça içten yazı ve konuşmaları arasında gezinelim.
Silahı savunurken tüm değerleri kirli bir hamasete bulamaktan imtina etmeyen İçten’in, TBMM İçişleri Komisyonu'nun 9 Aralık 2009 tarihli oturumundaki sunuşu profesyonel maharet örneği. İçten, Türk tarihine olan hakimiyetiyle, Türk kamuoyuna şu sarsıcı hatırlatmayı yapıyor: “Millet olarak silah kültüründen uzaklaştığımız sürece, devlet olarak da silah kültüründen uzaklaşmış oluruz. Kuvay-i Milliye Hareketi ve milli mücadelede yaşadığımız sıkıntılar unutulmamalıdır.”
Silahını satmak için 'asalet'inden kopan ve devlet-millet sevgisiyle bezenen sözleri, necip Türk milletinin unutacağı nitelikte değil: “İngiliz kültüründe silahın vazgeçilmez bir olgu olduğunu, lordların silah ve avcılık kültürüyle özdeş yaşadığını, atalarımız Osmanlı'da da silah kültürünün olduğunu, Amerika'nın baskın yapısının da silah gücüyle olduğunu, silahın milletler ve devletler açısından asla vazgeçilmez bir gerçek olduğunu, devletini ve milletini sevenlerin bilmesi gerektiğine inanıyoruz.”
İçten’in Aralık 2010 tarihinde Akşam Gazetesi’nden Çiğdem Toker’e yaptığı açıklamalardaki yakın tarih bilinci ve gelecek uyarısı ise tamamlayıcı: "Biz terörle mücadele ediyoruz. Ermenistan'la, Suriye'yle Irak'la sıkıntılar, problemler olabilir. Biz Kurtuluş Savaşı yapan bir halkın çocuklarıyız. Dolayısıyla seferberlik ilan edilirse hazır olmalıyız. Yunanistan'la Kardak krizi nedeniyle savaşın eşiğine gelmedik mi?’’
Cuma İçten haksız değil. Az daha savaş çıkıyordu ama bereket versin kendi paralarıyla Tadelle alan SAT komandoları Yunanlıları korkuttu...
Cuma İçten, Fethullah Gülen taraftarlığının verdiği 'edep' ve Başbakan aşkının verdiği siyasi 'cesaret' ile yazılarında bazen gençlerin Cuma ağabeyi rolünde. Bakın, "Adam olmayan hesap soramaz. Adam olmak ise yumurta atmak ile silah ile değil, ilim ile çalışmak ile olur" diyor. Diyor ama kahrolası daha fazla kazanç hırsı onu frenliyor. İşte balataları silen o acı fren: "Millet olarak silah kültüründen uzaklaştıkça devlet olarak da silah kültüründen uzaklaşmış oluruz. Ülkeler ve milletler arasında silahı belinde olanın lafı çok olur."
Bir Kemalizm karşıtıdır, kötülüklerini saymakla bitirmez ve "milletin değerleri" sandalında huşu ile seyreder ama işte Mustafa Kemal Atatürk'ün her derde deva sözleri yok mu, Cuma İçten'in de en sıkıntılı zamanlarında yetişiveriyor. Cuma İçten yol gösteriyor: "Milletinin silahından endişe ve korkuya kapılanlara en doğru sözü ATATÜRK versin: Silahı Olmayan Millet ‘Devlet’ Olamaz.”
Artık hepimiz ikna olmadıysak, devam edelim. Çünkü Cuma İçten, Kürt meselesinin çözümüne de kafa yoruyor. Tasnifleri var; PKK ve BDP ile ilgili görüşleri çok net. Önder Aytaç'ın dahiyane teşhisleriyle Abdulkadir Aygan'ın dönemsel nöbetlerini birleştiriyor. Silahların gerekliliğini ve Türk milleti ile devletinin silahlanmasını teşvik eden Cuma İçten, Kürt kardeşleri için aynı görüşte değil: "Kürt sorunu, sokaklara çıkıp molotofkokteyli atanların, dağlarda eli silah tutanların problemi değildir. Silahlarla kardeşler arasındaki problem asla çözülmez... Birileri silahı bırakmadıkça, birileri hukuku tanımadıkça, asla bu problemler çözülmeyecektir."
Peki nasıl çözülecek, BDP biraz gayret etse diye tekrar Cuma İçten'e başvuralım. Cevabı: "BDP’nin talepleri Kürt halkının çoğunluğunun istediği talepler değildir. Bölgenin yollara, medeni yaşam tarzına, kapital güce ihtiyacı vardır ve bu ihtiyacın karşılanması için bir adım atılmamaktadır."
Yanlış okumadınız. Cuma İçten bizim medeni yaşam tarzı ihtiyacımızı tespit; kapital gücümüzün eksikliğini de teslim etmiş. Daha ne olsun?!
Peki Avrupa bu meselenin bir yerinde duruyor mu? Cuma İçten, güçlü kuşkular eşliğinde rest çekiyor, çünkü Avrupa'nın Türkiye'den kaçanlara sığınma ve iltica hakkı tanımasını yadırgıyor... 
Peki Cuma İçten, DTK'nın Demokratik Özerklik Çalıştayı ve ordaki çözüm mantığına ne diyor? Bunun cevabı da çok net: "Sözde özerklik isteyen bir çalıştay..."
Cuma İçten özgeçmişini (http://cumaicten.com/) nakşettiği uzun listeye, bilgisayarda yazı yazabilmenin haklı gururunu paylaşmış. Yetinmemiş, bir de akademik kariyer dökümünü yapmış: "2004–2007 ABD. NEWPORT INTERNATIONAL Üniversitesi İşletme Bölümü'nden Mezun oldu. 2007–2009 ABD. NEWPORT INTERNATIONAL Üniversitesi Uluslararası Dış Ticaret alanında Yüksek Lisansı'nı yaptı."
Bunların hemen altına da "Halen, Anadolu Üniversitesi Yerel Yönetimler Fakültesinde eğitime devam etmektedir" diye iliştirmiş. Ne kadar fiyakalı bir isim değil mi ABD. NEWPORT INTERNATIONAL Üniversitesi?.. Maalesef 2505 Technology Dr Hayward, CA 94545 adresinde üniversite yok. İnternet üzeri ve Kadıköy bağlantısı ise gerçekten fiyakalı (http://www.newportuni.com/index.php)... Cuma İçten ABD'ye gitmiş ama eğitim için değil, zaten adı geçen kurum da 'dünyanın en yaygın uzaktan eğitim veren üniversitesi' diye övünüyor ama bu övgüyle de talebesi Cuma İçten ile yarışıyor... Keşke özgeçmiş listesindeki Açık Öğretim Fakültesi'nin değerini bilseydi ve "Ayrıca Türkiye sınırları içersinde tüm il ve ilçelerde işim gereği bulundum"un haklı gururuyla yetinseydi...
Hakikaten Mehdi Eker ve Galip Ensarioğlu'nun listesine içten bir kıyak olmuş. Topaç gibi fır dönen yeni simsar namzetinin arkadaşları bile şaşkın. Hey gidi Karagümrük Spor Kulubü günleri hey!..

13 Nisan 2011 Çarşamba

Devlet AKP'yi ele geçirdi!..

1997'de Türk devletinin tehdit algısı değişti; "irtica ve bölücülük" fobileri, "komünizm"i unutturdu. Kürt sorunu, tereddütleri de barındırsa kabullenildi. İki kabullenişin, AB hedefli küresel entegrasyonun olmazları olduğu teslim edildi... Bu, Türk ordusu öncülüğündeki devlet aklının yeni macerasının başangıcıydı. Uluslararası ittifakları ve bölgesel rol ile konuşlanmasının gereği Türk ordusunun, AB ve NATO merkezli dünyadan kopmayacağı aşikardı. Ancak yeni macera, 28 Şubat, PKK'nin kontrpiyede bırakılarak liderinin esir alınması ve ehlileştirilmiş "siyasal İslam" ile küresel şöhretle beslenen "Kemalist sol"a hükmetme yolu açtı. Birincisi, halkın müdahalesiyle ikinciyi geride bırakıp yola devam vizesi aldı. Bu vizeye başlangıç kaşesini vuran sistemi ürkütmeyeceğini, AB ve ekonomik entegrasyon iştahıyla gösterdi...
1 Mart, Türk ordusunun iç muharebesinin ve Anglo-Sakson şamarı yiyeceğinin, bu kez halkın vekilleri eliyle sağlanacağı bir tarih oldu. Tezkere geçmedi; Türk ordusu, öncesi bütün taahhüt ve izleyen planlamalara rağmen büyük partnerini yalnız bıraktı. Üstelik, ABD müdahalesinin kaldırdığı örtünün altındaki Kürt devleti gerçeğiyle yüz yüze geldi. Lideri cezaevinde olan PKK de bütün manevraları savuşturacak bir performans sergileyerek, Kürt devleti fonu eşliğinde Türk ordusunun tehdit antenlerini hareketlendirdi...
Bir yandan ABD'yi, iç kamuoyuna karşı şeytanlaşırıp bunun yaratacağı ıkçı ve anti ABD'ci dalga üzerinde sörf yaparak ikna etmek; diğer yandan "benim neyim eksik" tafrasıyla başındaki çuvalla hüsrana uğamak... İşte bu iki gayretin kontrolsüz ilişkisinin adı 'Ergenekon' oldu. Türk ordusu ve devletinin derin aklının bu tasarımını fazla ciddiye alan asker ve sivil unsurlar, özerk bir ağ gibi hayatın her alanına nüfuz edip Genelkurmay Başkanının mahremiyetine kadar ilerleyince ABD'nin teşvik ve desteğiyle tarihi Dolmabahçe görüşmesi gerçekleşti. 5 Mayıs 2007'de Türk ordusu, yeni partneriyle güven tazeledi. Temel çerçeve; Anayasa'nın değişmesi dahi teklif edilemez maddeleri olunca gerisi teferruat oldu. ABD'nin önemi deklare edildi, Güney'e tarih sınırlamasıyla kusuldu. Böylece Türk ordusu ve taşıyıcı kurmayları işlerinin başına geçerek, kolektif neşterin asıl gücü oldular. Arada sırıtan Gül'ün cumhurbaşanlığı bile mutabakata halel getirmedi ve 17 Haziran'da 'Ergenekon'un adı konuldu. Ergenekon bileşenleri çıldırdı ama devletin kurumları iç pürüzlerini aşa aşa ortak bir çalışmayla hepsinin üstesinden geldi...
PKK ve Kürt meselesinin toplumsal ifadesinin büyümesi ve Meclis'e yansımasını birincil sırada tutan Türk ordusunun, Kürt coğafyasındaki tek partnerinin AKP, ötesinde ise ABD olması dışında şansı yoktu. Taviz ve muhafaza denklemini hassas bir rotada, temizlenmiş kurumsal kimlik ve bölgesel güçlü devlet tezahüratıyla sürdürüyor...
Öcalan ile görüşmeye PKK'nin ekarte gayretinin eşlik etmesi, yeraltı kaynaklarına dikilen göz eşliğinde Güney Kürdistan bayrağı altında 'kardeş' sesleniş, öyle günübirlik projeksiyonların izdüşümü değil. Kuzey Kürtleri ne kadar haklarından mahrum bırakılırsa ve bütünlük içinde tolere edilebilir bir tempoda tutulursa o kadar iyidir. Yanisi şu; Türk devletinin 97'deki duruşunda minik müdahaleler yapılıyor, hatta sadece zorlanıyor...
Devletin kuruluş paradigmasına halel getirilmiyor, kurumsal arınmalar ve idari revizyonlar bu dairenin cevaz verdiği kadar olacak. Dolayısıyla son aylarda siyaset sahnesinde gördüğmüz bütün şok, tuhaflık, gariplik ve hatta iyilik hallerinin arkasındaki kolektif el, yeni devlet aklıdır. CHP'nin lider, kurmay ve söylem değişimi; Saadet Partisi'nin jilet yemesi; merkez sağ birikintilerinin dağılıma mecbur edilmesi; MHP'nin agresif söylem, itidalli eylem, kadrolarını toparlaması; AKP'nin iç dizaynı, lider gücünün tesisi; -şaşırmayın- BDP'ye bile güçleri oranında telkini, Anayasa'nın ilk dört maddesinin muhafazası eşliğinde bölgesinin tek güçlü partneri olma eforudur...
Devletteki bu ortak aklın temel bileşenlerinin, AKP ve Türk ordusu; dolayısıyla ikisinin nüfuz alanındaki bütün organlar olduğunu ihmal eden, küçümseyen ve Kürt muhalefetinin buradaki tarihi direnç noktası olduğu gerçeğini görmek istemeyenler kaybeder... Pale D. Heban'ın dediği gibi; AKP ve CHP'ye oy vermek için gerekçe arayan bazı 'sol-demokrat-Müslüman' tandanslıların harıl harıl listeleri deşmeleri boşuna. İstanbul listesine bakıp umutlandıkları bir isim buluyorlar ama tam üstünde ya bir kart devletçi ya da bir yavru kurt duruyor... AKP, kendi döneminin İçişleri; Emniyet, Terörle Mücadele Yüksek Kurulu ve Kamu Güvenliği Müsteşarlığı'nın her branştaki kadrolarıyla, onların eğitiminden geçen teşkilat kadrolarını, Yasama ve Yürütme'nin disiplini için onaya sunuyor. Üstelik, devletin 30 yılık kara kutuları eşliğinde. İddia edildiği gibi AKP değil, devlet AKP'yi ele geçirdi...
Kürtler ve dostları için önemli olan tarihin bu hayati kesitini alınlarının akıyla geride bırakmak. Türkiye'deki iktidar alternatiflerinden birinin rakipsiz olacak kadar güçlü olması veya aralarında uzlaşma olmasının ceremesini 'üçüncü blok' çekecek. Denge ve çatışmanın, demokratik muhalefete alan açma ve aktif aktör olma olanağı küçümsenmemeli...

12 Nisan 2011 Salı

Simsarlarda nöbet değişimi!..

"BDP'nin 21 milletvekili bölgede fıldır fıldır dolaşırken, siz burada oturdunuz. Size bölgeye gidin dediğimde can güvenliğimiz yoktur diyorsunuz. Aday olurken hiçbiriniz can güvenliğinden bahsetmediniz."
Kimdi bu mazbataların toplanacağı sinyalini son iki günde alanlar? Cevabı da kendileri kadar basit: Daha önce "Benim 75 Kürt kökenli vekilim var. Kürt kardeşlerimi benim partim temsil ediyor" argümanının içindeki rakamda ifadesini bulan zatlar... Sadece bu cümlenin örttüğü manipülasyonun birer neferi olmayı hazmedip enerjilerini, kendi çocuklarının da geleceğini ipotek altında bırakmak istemeyenlere karşı mücadeleye harcayanlar... AKP'nin yazıcısından çıkan metine bakıp doğdukları köyü, kenti; ortadan kaybolan çocukluk arkadaşlarını; varoşlara yığılan dayılarını; yakıldığı için gidemedikleri kuzenlerinin köylerini; sinsi bir manevrayla seyircisi olmayı tercih ettikleri ama bazen de nemalandıkları kirli savaşı anlatmayı yeğlediler... Halbuki, kendilerine ait ya da komşularından ödünç alacakları iki-üç cümle kurabilseydiler durdukları yerin onlara batması gerekirdi. Bunu göze almaktansa, feri sönen gözlerini kaba etlerine gelecek tekmeye diktiler. Kaçınılmaz tekme 'sıranızı savuştunuz, kullanma tarihiniz bitti' cıngılıyla geldi. İşbirlikçi virüsün istendiğinde diriltilebilmesi için de geleceğe dair zihinlerine umut, kazançlarının selameti için birer poliçe ceplerine nakşedildi...
Artık hüzünle, hüsranla, çocuklarının yüzüne mahçubiyetle bakacak kadar şereflerinden yitirmeyenlerin ağızlarından dökülecek pişmanlık ifadelerini aralıklarla duyacağız. Toplumuyla bütün köprüleri atan ve gemileri yakanların da sahte pişkinlik eşliğindeki gönüllü seferberliğine tanık olacağız...
5 yıllık parlamenterliği boyunca kurduğu tek cümle "Sayın Başbakan'ım çok yoruluyorsunuz, dinlenmeniz lazım" diyen de, "Sayın Başbakan bu ülke ve Kürtler için bir lütuf, Allah'ın yadigarı" diyen de yok. Ne Bedir Ağa'nın torunu ne de teklik ulumasından kardeşlik ezgileri anlamamazı isteyen Balkon yetiştirmesi kaldı. Ne "Atom Karınca"sı ne de "Kurt" gibi diaspora avcısının enerjisi yetti. Rızalarının hilafına nöbeti devrettiler...
Kalanlar ise 'Kiler'lerinin üstüne İstanbul'un en yüksek binasını dikmekle gurur duyan Vahit. Amasya'ya savrulan bir aileden olunca unutacağımızı sanan merkezdeki Haluk. Sivas'ın ötesine artık nefesi yetmeyen, ABD'nin yeni özelliğiyle deşifre ettiği Abdülkadir. Hakkari'de sessizce sıyrılmayı bekleyen Abdülmutalip. Ağrı'da Emine Hanım'dan emanet, annesine gözyaşlarıyla bilinen Fatma. Van'da yanık sesiyle meslek yedekleyen Gülşen...
Kısmet olmazsa "benim Kürt kökenli vekilim var" cümlesinin arasına sıkışan yeni rakamın unsurları ise diğerlerine rahmet okutacak cinsten. Bir ucunu kravatlı korucu Mehmet Metiner tutacak, silahlı korucu Mehmet Tatar ve Necip Zeydan destek olacak, diğer ucundan da ekonomik teslimiyetin sembolü Galip Ensarioğlu ve TRT-6'teki daimi konukluğuyla derman olduğu sanılan Mehmet Emin Dindar tutacak...
Araya serpiştirilen "Teyyo mêre/erkektir" toyluğundaki kurdoturk lümpenliği ve Türk-İslam kuluçkasından hür teşebbüs agresifliğiyle piyasaya salınan güvenlik çemberindeki maklube iştirakçilerini geçiyorum... 
Listenin tamamı, yeni işbirlikçiliğin büyük bir krizde olduğunun göstergesidir. Devlet ile dolaysız bağları ve deneyimleri önemsenen Türk siyasetinin yeni simsarlarının işi çok zor. Başbakan'ın resmen uzun vadede şeker yiyebilme potansiyelinden söz ettiği; bekleyin, çalışın yine yiyebilirsiniz, dediği seleflerinin akıbetine baksınlar. Yüzyılların haksızlığıyla mücadele eden mağdur ve mazlum halkın karşısına dikilmenini yonttuğu insani hasletlerin telafisi mümkün olmayabiliyor. Bazen pişmanlık bile toplum vicdanında minik bir yer bulamıyor. Doğrusu, işbirlikçi iliği söküp atmak, devşirmeliğin kahredici utancından kurtulmak, simsarlığın gayri insani bereketine kapılmamaktır...
Unutmayın; yeni Türk devlet aklının iltifatıyla başı dönen Mehmet Metiner'in bulunduğu liste ile aynı aklın intikam için Diyarbakır Zindanı'nda rehin tuttuğu Hatip Dicle'nin bulunduğu liste yarışıyor... 

4 Nisan 2011 Pazartesi

Militarist edepsizlik!..

Orta Asya'dan umudunu kestikten; Orta Anadolu'yu da AKP kaptıktan sonra kır at ve el bileşiminin çaresizliğine tıknaz bir yaya olan Namık Kemal Zeybek, hayatının belki de en doğru, soru formundaki şaşkınlık ve hayıflanma cümlesini kurdu: "Onlar ne zaman itaat etti ki?"
Haklıdır... Kürtler, başta kurucusu ve devamından eshabı tarafından paslı demirden bir kalıba tıkıştırıldıklarını fark ettikleri bu cumhuriyete hiç itaat etmediler. Başından beri düşe kalka itaatsizliğin bütün formlarını denediler. Son 30 yıldır da askeri zora karşı silahlı karşı duruşu kesintisiz sürdürürken, paralelelinde en büyük sivil muhalefet gücünü de geliştirdi. Eğer Şırnak meydanında 19 kişi ölmeyi göze almasaydı, Nusaybinliler panzerin önüne uzanıp 16 canlarını vermeseydi, Cizreliler özel tim dehşetine karşı koymasaydı; kitlesel direnişler bütün bentlere meydan okumasaydı, bugün milyonları uzaktan izleyen Türk büyükleri, yumurta tokuşturmakla yetinmezdi. Newroz'un halk gürzü, devletin çekiç çınlamasını bastırmazdı...
 Kürtler şimdi de insani ve demokratik çözüm umudunu berheva eden taraf olmamak adına itirazlarını, kabulü en kolay talepler etrafında şiddet araçlarını devreye sokmadan dile getiriyorlar. Bu, devam eden sürecin yeni bir etabıdır. Masum ama katı; az ama belirleyici talepleri, sarsıcı ama yıkıcı olmayan bir üslupla toplumsallaştırma, 'hassas Türk kamuoyu'nu ikna etmeyi gözardı etmeden, yerleşik kurallarını zorladıkları devlete anlatmaya çalışıyor... Dövme, tutuklama ve öldürmeye; bastırma, sindirme ve hiçleştirmeye ayarlı bir devletin, şeker-kamçı tutan elleri birbirine dolandı. Yüzlerce insanın tartışma platformu mahiyetindeki çadırları 'hücre evi' gibi basıyor; vekilleri, belediye başkanlarını tartaklıyor, sürüklüyor; birarada gördüğü zafer işaretli beş çocuğa gerilla birimi görmüş gibi saldırıyor. Hiddetini dizginleyemeyince azgın şiddetini çadırlara kan damlatarak; çadırları taziye evlerine dönüştürerek biraz sakinleşti...
Tüm aygıtlarıyla seferber olan devletin cephe gerisi ise tam bir edepsizlik bahçesi. Türk düşün dünyasının ihtiras dopingli ukalalığı, iktidarın kesintisiz egemenlik sevdasına eşlik ediyor... Kürtler sayesinde Wikipedia'nın 'sivil itaatsizlik' başlığına tıklama rekoru kırdırtan Türk kalem erbapları, Henry David Thoreau, Mahatma Gandhi ve Martin Luther King'i şöyle bir gözden geçirdi, internet mucizesinin onlara sunduğu aynı bilgileri tekrarlayıp durdular. Minik bilgi dağarcıklarına katkı sunan Kürtlere teşekkür edeceklerine akıl hocalığına soyunup sömürgelerinin aciz halkını bu kutsal eylemselliğe layık görmediler. Kürtler kim oluyor ki ağabeylerinin ilgi, bilgi ve eylem algılarının dışında kendi başlarına, üstelik iktidarın ve zoraki normlarının hilafına alanlara çıkıyor...
İşaret fişeğini Başbakan Erdoğan'dan aldılar. Erdoğan, devlet güçlerinin saldırılarını meşrulaştırmak, moral etki ve desteği bloke etmek için "Sivil itaatsizlik diyorlar. Allah aşkına bunların neresi sivil?.. Bunlar sadece oyun. Bir taraftan normal cuma namazı kılınıyor, bunlar harmanlama, kendilerine göre cuma namazı kılıyorlar... Bunlar sadece senaryo..." diye uzatıp gitti. Üçlünün geri kalanı da meşreplerince bu çizgiyi sürdürdü. Cumhurbaşkanı Gül, öncelikle Türkiye'nin demokrasi cenneti olduğunu, Kürtlerin de insaflı olması gerektiğini yumuşak üslubuyla ifade etti, ardından sivil itaatsizliğe Türk mührünü "Herkes kurllar çerçevesinde, kanunlarlar, nizamlar içerisinde  gösterilerini yapabilir" şeklinde yapıştırdı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da teşrif ettiği Urfa'dan eksiği giderdi. DTP Eşbaşkanı'na "yaratık" dediği halde Kürt siyasetçilerin sevgisinden kendisini kurtaramayan Arınç, "Yağmurda, altlarında birsandalye, üstlerinde bir şemsiye bu garip manzaralar siyasilerin işi değildir... Böylesine garip işlerle ancak kendinize güldürebilirsiniz" diyerek sevgi halesini büyüttü...
Bu üçlünün vizesinin ardından Türk düşün dünyasını tutabilene aşkolsun...
İstiklal Mahkemeleri'nin ilmik servisçisi ve Mustafa Kemal'in sadık infazcısı Kılıç Ali'nin mirasını hayırlı bir evlat olarak sahiplenen Altemur Kılıç, "Bu 'sivil itaatsizlik'ten öte milletimizin değerlerine açık bir saldırıdır" feveranıyla yaşlı nefesinden fedekarlık etti...
Zaman gazetesinden Ahmet Turan Alkan, hem Türk dünyasının silkelenmesini istedi hem de Sivas'ın insan etiyle yükselen dumanına bandığı diliyle BDP'lileri aşağıladı. "Eylemin 'itaatsizlik' faslı kolay da 'Sivil' kısmı nereden denkleştirilecek bilmem? O şeref payesi, Avrupa'dan gelen Batılı insan hakları gözlemcileri tarafından bahşedilecek anlaşılan" cümlelerinin ardından nerede durduğunu bildiğinin inancıyla araya "söyleyince adımız ırkçıya çıkıyor" hüznünü serpti. Bütün şiddet eylemlerinin başına "sivil" ekleyerek, Zaman'ın kaos şerbetinden nemalanan A.T. Alkan, kendisini tutamayıp ülkücü bir komando kudretiyle kalemine yükleniyor, finalde gevrekleşerek sırıtıyor: "Böyle saçmalıklara epeydir alıştık ve hipimize tabii görünüyor., fakat dikkat edilmeli, tutarsızlık tabiat haline gelmesin!"
Eskiden devletin savcısıydı, derin Osmanlı aşkını güncelleştirmek isterken mağdur edildi. Kısa sürede mağduriyetin tadını çıkardı, çok geçmeden Fethullah Gülen medyasına savcı olarak transfer oldu. Artık mahkeme salonlarında değil, televizyon stüdyoları ve Bugün'ün sayfalarında yargılıyor. BDP'ye sivil itaatsizlik dersleri verebilme icazetini Wikipedia'nın ilgiden bunalan sayfasından alan Bugün yazarı Gültekin Avcı, "BDP'nin sivil itaatsizlik eylemi tam bir istismar ve manipülasyon" teşhisiyle noktaladı...
Prof. Hasan Tahsin Fendoğlu, hem Anayasa hukukçusu hem de hobi niyetine stratejist takılıyor. Fendoğlu da Türk Hükümeti'nin büyük gayretlerine eşlik eden Kürt nankörlüğünü gayet 'bilimsel' bir dille, biz aciz kullara izah ettikten sonra necip Türk milletinin müsterih olmasını sağladı: "Siyasal parti olmanın gereklerini yerine getirmeyenler, bu tür fuzuli eylemlerle, halkın huzurunu ve güvenliğini bozan işleri yapmakla bir yere varamazlar."
Prof. Mehmet Ali Bulut, bütün Türk-İslamcı portallar tarafından kapışılan geniş 'makale'sinde eşik atladı. Prof. Bulut da zahmet buyurup Wikipedia tıklayanlardan. Ancak o, istismarı bile utandıracak bir isme ulaşmak için Polonya üzerinden ilerledi. "Lech Valesa aynı manivelayı kullanarak ülkesini komünizm belasından kurtarmayı başarmıştır" köprüsüyle Bediüzzaman'a anılma talihsizliği yaşatan Prof. Bulut, onun sözlerini çarpıtarak uyarlıyor. Finalde zehirini sıçratmak için "PKK, Ergenekoncu cuntanın yıkıcı faaliyetlerinin örgütlü halidir. BDP ise Ergenekoncuların Kürtler içindeki sivil(!) uzantılarıdır" diyerek, taşıdığı titrin hakkını veriyor. Yetinmiyor beyaz medeni, kamçısını sallıyor: "BDP'lilerin sivil itaatsizlik diye yutturmak istediği şey, en iyimser haliyle 'serserilik'...'sivil'liğin 'S'si bile yok. Medenilik ise hak getire!"
Bir çok ismi geçiyorum ve ünlü Y. Akit gazetesinin istikrarlı yazarı Abdurrahman Dilipak'a geliyorum. Dilipak bile iktidarın şehvetiyle dilinin sonundaki paklığı kirletmeyi göze alabilmiş: "BDP sivil itaatsizlik başlatmış! Gel de gülme. BDP sivil bir oluşum değil ki... Hem siyasal bir oluşum hem de paramiliter bir grup..."
Şimdi vereceğim örneği, lütfen aklınızda tutun veya bir yere not edin. Melih Altınok... Türk medyasının yeni Genç Türkleri kategorisinde. Oray Eğin, Cüneyt Özdemir, Adem Yavuz Arslan gibi isimlerle birlikte birbirlerini gübreleyerek büyüyenlerden. Ayrı bir yazı konusu. Şimdilik 'Solaçık' tabelasına rağmen sağ deparlara kalkışındaki iştahı göz kamaştıran Taraf yazarı Altınok'un sivil itirazıyla yetinelim. STV'de "organik aydın" ve "ezilenlerin pedagojisi" cakasıyla itaatsizliğe yürek kıvıran Altınok'u, zihninde sıkışan Bengi Yıldız'ın şemsiyesi ve kulağından pesleşen Sabahat Tuncel'in yarım tokatıyla bırakalım...
Vatan yazarı Hasan Celal Güzel ise bu genç kardeşine el vererek, haya perdesinden koca cüsesini sarkıttı. "Sivil itaatsizlik"i duymanın bile suratını bayrak kırmızısına dönüştürdüğü Güzel yığın, oldukça detaylı bir küfürname kaleme aldı. Doya doya küfür ettikten sonra AKP'nin oy üstünlüğünün kıralamayacağını, devlete ve millete müjdelemeyi ihmal etmedi...
Türk milliyetçiliği ve Türklük kavramlarına dair muhteşem izahatlarını bilimsel metodlara veya toplumsal realitelere, hatta insan doğasına küserek kaleme alan kürpe rektör Sedat Laçiner'e kulak verelim. "Tatlıses en Kürt haliyle yükselmeyi başardı ve silah olmadan da bu ülkede Kürde hayat olduğunu kanıtladı..." hiper tespitiyle Tatlıses'i PKK'ye vurdurtmaktan vazgeçmeyen ve devletin güvenlik politikasını oluşturan havuza tespitlerini akıttan Star yazarı ulu stratejist Laçiner, sivil itaatsizliği, silah dışında siyaset yapmayı bilmeyen PKK'nin şaşkınlığıyla geçiştirdi...
Ee bütün bunların ardından 'Teşkilatın Kalemşoru'nun Silivri'den postaya verecek bir çift lafı vardı. Soner Yalçın, son yazısında Ahmed Arif şiirlerini pistleştirerek; "Çırpınırdı Karadeniz" marşı eşliğinde ırkçı figürlerle bezeli vals yaparken "tey tey" diye tempo tutmamızı istedi. Yalçın, "sivil itaatsizlik"eylemlerinin 'yurt-halk birlikteliğini' yıkacağı endişesini Kürt siyasetçilere hatırlattı...
Yukarıdaki örnekler ve farklı kostümlerdeki türevleri, merak etmeyin daha çok şey öğreneceksiniz. Haris iktidarın anaforuna çekerek benzeştirdiği teşneler, çıkış yatağındaki "fahişe kahkahası"nı atmayı sürdürün. Biat etmeyen Kürtlerin kesintisiz direnişi, en azılı katillerinize, en küstah siyasetçilerinize bile pes ettirdi. İstiyoruz ki imparatorluk kompleksi altında ezilen abartılı ideolojinizin devlet rahmine bıraktığı yeni ucubenin 'mehdi' olduğuna inanmayın. Kürt halkı, sizi de insanlaşmakla şereflendirecek. Yeter ki, hepsini tüketmeyin; edepsizliğinizi depreştiren militarist mirasınızdan feragat edin...