23 Aralık 2013 Pazartesi

Yerel seçimleri aştı!..

Türk devleti, karakteri, yapısı ve iktidar bileşenlerinin konumlanışı açısından gayri meşruiyet üzerine bina edildi; dayandığı mirasın modernizasyonuyla küçülerek eklemlendiği 'Batı paktı'nın kabul edilebilir skalada tuttuğu acımasız bir tetikçi olma vasfını korumakla yetindi. Gayri meşruiyetinin gereği olarak içeride insanlık normlarını berhava etti, dışarıda ise içerideki pozisyonu öncelleyen biatla övündü. 10 yılda bir tekrarlanan kanlı güncellemeler; 28 Şubat ve Susurluk mevzusu ile 27 Nisan ve bugünkü çatışma, Türk devletinin bu tarihsel kabiliyetini diri tutan bin yıllık 'ortak aklı'nın eseridir. Devlet yapısı ve onun ortak aklının, Kürt halkına bugünkü çatışma süresince 'teskin'; sonrasında ise 'teslim' dışında vaadi yok. Bunun aksi, yapısı, karakteri ve bileşenleriyle birlikte adı değişen bir devlet demektir…
Devlet aklı, bugünkü iç kavganın kaçınılmazlığını zaten biliyor, buna uygun hazırlıkları yapıyordu. AKP'deki dizayn ve altına dizdiği dinsel yapılanmalar; CHP ve MHP ile çeperlerindeki tahkim; İran ekolünün devlete karşı ehlileştirilip Kürtlere karşı hazır kıtada sabitlenişi; hatta BDP ve HDP'nin yönlendirilmesi gayreti…
AKP Hükümeti, modern dünyanın cevaz verdiği gibi bir hizmet aracı olan devlet aygıtının pilotajında bulunmanın ilelebet olmadığını anlamamakta ısrar ediyor. İdeolojik varlık olarak, toplumun bütün dokularına nüfuz ederek, devamlılığını sağlayacak bir oranı sabitlemek istiyor. Demokrasinin diğer parametrelerini dışlayan sandık fetişizmi, esnek, pragmatik ve detayları önemsemeyen geniş bir çerçeveye açık örgütlenme ağı geliştiriyor. İktidar eksenli bütün din yorumlarının hayat bulması, AKP'ye rıza üreterek kendi ajandalarına devam etmesi mümkün. Devletin imkanları seferber edilerek, yasallık ve meşruiyet sorunu yaşamaları engellenip toplumsal dönüşümün dişlileri haline getiriliyor. Karşılığında AKP'ye oydaşlığın yanı sıra ideolojik angajman devşiren yapıların bir bölümü, sınır aşırı ağlara da sahip ve Türk dış politikasının yumuşak/destekleyici yüzü niteliğinde. Her dişli, sektörel genişliği seven birer 'dinci' örgütün, cemaatin, tarikatın veya hepsini bünyesinde barındıran toplamın alt birimleridir. Bir bölümü şu anda Rojava'da Kürtlere karşı savaşan çeteler için devşirilebilecek eleman potansiyelinin zeminini hazırlıyor, bir bölümü savaşçı devşiriyor, bir bölümü o savaşçıya lojistik sağlıyor, bir bölümü devlet himayesinin ana bağlantısı oluyor, bir bölümü artık devşirilen elemanın üye olduğu çetenin imajyapıcılığını üstleniyor. Tamamının üstünde AKP iktidarı ve kullandığı devlet aygıtının aktif üniteleri var. Türk devleti, hem Sünni bir rejim ikame etmek hem de Rojava'nın bu bütünlük içinde entegre olmuş bir silik yığın olmasını istiyor. Bu kadar çetrefilli istemin yarattığı zorluğu aşmanın temiz bir yolu yok. Bunun için sözünü ettiğimiz bütün ağları, içeriden dışarıya doğru motive etti. Kürt savaşını Rojava'ya sıkıştırarak, resmi sınırları dışına çıkarmanın konforuyla içerideki çözüm sürecine de 'top çevirme' olarak yansıtıyor...
İşte son olarak Batı ile entegrasyondan taviz vermeyen, ABD ve İsrail ile uyumlu olmanın nimetlerine karşılık İran ve El Kaide karşısında pozisyon alan ama aynı zamanda Kürt savaşında kontrollü olmaktansa mutlak mağlubiyetin gözükaralığına soyunan yapının desteğini yitirmeyi göze alan AKP Hükümeti, yerel seçimlere bütün bu düzenlemelerle gidiyor. Dolayısıyla yerel seçimlerin Kuzey Kürdistan ayağında BDP'nin karşısında AKP adı altında Türk devleti var. Bu yerel seçimler, kendisini takip eden diğer iki seçimi belirleyecek; yani tarihin bu en kritik kavşağında Türk devletinin 10 yılının iktidar şeması çizilerek geleceğe aktarılacak. Kavganın şiddeti, uzlaşmanın ilkesizliği, kuraldışı manevraların ahlaksızlıkta zirve yapmasının nedeni, basit bir hükümet icraatına talip olmaktan ziyade Türk devletinin ontolojik kaygısının tezahhürüdür...
AKP listesinden Mersin'den Mardin'e kadar Rojava'ya dönük hat ile Kuzey Kürdistan'ın tamamında aday gösterilenlerin profiline bakıldığında daha net anlaşılır. Mersin'de hem Güney hattına yönelik ticaretin mantığına hakim hem de kentin demografik yapısına uygun bir devlet bürokratı aday gösterildi. Mustafa Sever, Hazine Dış Ticaret Müsteşarlığı'ndan Ekonomi Bakanlığı Yardımcılığı'na uzanan devlete sadakat üzerine kurgulanmış bir kariyer…
Hatay'da, devletin son yıllardaki bütün sırlarına vakıf, bütün iç meselelerde MİT ile birlikte çalışan, kentin Sünni Araplarından ve bu hattaki faaliyetleri pratik olarak yürütebilecek ehliyete sahip Adalet Bakanı Sadullah Ergin…
Kilis'te iki dönemdir milletvekiliği yapan, yereldeki güçlü bir ailenin mensubu, üstelik kendilerine ait Ardışlı Nakliyat aracılığıyla çetelere lojistikle görevlendirilen; Öncüpınar'ın emanet edildiği Hasan Kara. Mevcut devlet tezgahı açısından Kilis için bulunabilecek en 'kara' isim…
Antep, Suriye ve Rojava'ya doğru iteklenen bütün silahlı grupların, cephe arkası hayat kurguladıkları bir kent. Metropol karakterinin yanı sıra üretim açısından küçük bir Çin. Kürt kimliği bastırılmaya, Alevi nüfusu CHP'ye monte edilmeye çalışılan kentin, iktidar partisinin elinden çıkması, Kuzey ile Akdeniz arasındaki köprünün uçurulması gibi addedildiği için Bakan Fatma Şahin tayin edildi. Hasan Celal Güzel gençleştirelemeyeceğinden bu kent için güvenebilecekleri kadife eldivenli en 'şahin' isimde karar kılındı…
Mardin, artık büyükşehir ve ilçeler toplamıyla merkezdeki sabit iktidar oyları yetmez. Bunun için şimdiye kadarki tercihler bir kenara bırakıldı, BDP'nin karşısına geleneksel düşmanlıklar da okşanarak bir aday dikildi. Şansını zorlamaktan usanmayan Mehmet Vejdi Kahraman…
Urfa'nın bu dönem için önemi Türk devleti açısından Amed derecesindedir. Sadece AKP'nin kazanması değil, tercih edilen ismin kazanması gerekiyordu. Devlet burada büyük oynadı. Kentin Kürt, Arap ve Türkmen nüfusu; kendi içlerindeki aşiret dağılımıyla birlikte Rojava savaşının geleceği gözönüne alındı ve direkt atama yapıldı. Serêkaniyê savaşının koordinatörü olan Urfa Valisi Celalettin Güvenç, devlet adına yarışacak. Üstelik kardeşi Sıtkı da Maraş Milletvekili…
Yukarıda sıraladığımız profillere bakıldığında Kuzey Kürdistan'ın diğer kentlerindeki adayların da benzer hassasiyetler doğrultusunda seçildiğini detaylandırmaya gerek yok. Bingöl, Batman ve Van adayları, hem yereldeki dini kombinasyon hem de devlet referansı baz alınarak belirlendi. Ağrı, Muş, Adıyaman, Amed, Hakkari, Bitlis, Siirt, Kars ve Iğdır adayları, işbirlikçi komprador olmalarından kimi zaman tahriş ederek 'Kürtçe' ve 'Kürt' yalanını akıtan ve bununla akıtılan Kürt kanını kirletmeye çalışan unsurlar. Dersim, Elazığ, Malatya, Maraş, Erzincan ve Erzurum, eskinin çatışma zeminleri de dikkate alınarak, iç çemberin 'münasip' uzantılarıyla konsolide edildi…
Rojava Devrimi, Kuzey'in geleceği ve Türk devletinin egemenliğinin sürdürülebilirliği açısından önemli bir kırılma noktası olacak Mart'taki yerel seçimler, bütün bu karanlık tabloya rağmen muazzam bir fırsatlar demeti sunuyor. Kürt Özgürlük Hareketi, buna uygun bir vizyon sunarak BDP ve HDP'nin elini rahatlattı. Gerisi BDP ve HDP'nin kısır, dar, sekter ve piyasa laçkalağına teslim olmadan, tarihin bu doğru zamanına doğru isimler toplamıyla müdahalesine kalıyor...

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

Devrimlerin bileşkesi Rojava*

Amansız bir kuşatmaya karşı verilen soluksuz direnişle birlikte inşasını da sürdüren devrim, çetin bir yılı arkasında bıraktı. Devrim, sadece boyun eğmeyen bir askeri hat değil, aynı zamanda nüfuz eden ruhuyla bir toplumsal şahlanış sathıdır. 
2013'e ramak kala başladı saldırılar. Kasım ayında startı verildi, Aralık'ta püskürtüldü. Böylece Rojava halkının askeri ve siyasi gücü ile iradesi sınanmış oldu, beklentilerinin kolay olmadığı anlaşıldı. Mart ayı ile birlikte saldırı merkezi olarak Halep seçildi. Rejim güçleri ile senkronize çete saldırıları iki Kürt mahallesinde (Şêx Maqsûd ile Eşrefiyê) yoğunlaştı. YPG ve YPJ, buna karşı meşru savunma hattını ördü. Bu cephedeki durum, devam ediyor.
Halep’teki saldırıların şiddetinde hafif düşme yaşanırken 28 Mart'ta Efrîn'e yönelindi. Uluslararası güçler ile bölgesel müttefikleri ve yerli işbirlikçilerin kurduğu kirli koalisyonun koçbaşı görevi görevini gören çeteler, Efrîn ve çevresine taarruza geçti. İlk hedef, Şêrava nahiyesinin stratejik alanı olan Lelûn Dağı'ndaki köyler oldu. Yaklaşık iki ay kadar bu alanda çatışmalar sürdü. YPG ve YPJ güçleri ile dayandığı  toplumsal taban, muazzam bir direniş gösterdi; YPJ Askeri Meclis ile şehidini verdi: Slava…
Akibê, Bênê, Cilbir, Basilê ile birlikte Kürt köylerinin tamamı çetelerden temizlendi, çatışmalar durdu.

Yine yeniden Serêkaniyê

Efrîn cephesindeki durgunluğun hemen ardından kirli koalisyonun dönemsel tetikçiliğini yürüten çeteler birliği, El Nusra'nın öncülüğünde kısmen konumlandıkları Serêkaniyê de şanslarını denedi. Artık, sadece pasif savunmayla yetinilemezdi; aktif savunmaya geçildi. Rojava savunma güçleri, bu perspektifle devrimci operasyonların başlangıç vuruşunu yaptı. İlk önce Serêkaniyê’deki kısmî çete varlığına son verildi; sınır kapısı denetime alındı; ardından kent çevresinde süpürme harekatı devam etti. Menacîr’e kadarki alan çetelerden temizlendikten sonra çetelerin merkez haline getirdiği, Türk devlet desteğinde köprü rolü oynayan tarihi kent Tel Halef kuşatmaya alındı. Çeteler, direnemedi ve kent nihayet YPG ve YPJ güçlerinin denetimine geçti.

Til Koçer'e varmadan

YPG ve YPJ güçleri için artık durmanın anlamı yoktu. Devrimci operasyonlar kapsamında Çil Axa, Tirbespiyê, Derik ve çevresi ile Rimelan'a yerleşen çetelerin üzerine gidildi. Alan boydan boya çete gruplarından arındırıldı. Bir tek stratejik öneme sahip Til Koçer kalmıştı. YPG ve YPJ'nin bünyesindeki özel kuvvetlerin de katılımıyla tam teşekküllü gerilla hamlesiyle Til Koçer’e Kürt güçlerinin bayrağı dikildi.

Stratejik zafer: Til Koçer

Til Koçer, coğrafi konumunun yüklediği siyasal, ekonomik ve askeri olarak stratejik bir öneme sahiptir. Detaylandıralım. Kürt bölgesi olmakla beraber içinde yoğun olarak Arapların da yaşadığı, Araplarla sınırın olduğu; aynı zamanda Suriye ve Irak’ın temel kapısıdır. Sınırın Irak tarafında bir yanında Êzîdî Kürtler, bir yanında Şebek Kürtler, Musul ovasına doğru da Sünni Araplar mevcut. Suriye zamanında bile dış dünyaya açılan temel kapılarındandı; ihracat ve ithalatının büyük kısmı oradan yapılmaktaydı. Bağdat-Şam ilişkisinin sağlandığı alandır. Dolayısıyla burayı elinde tutan, siyasal olarak bölgeye hakim olan güçtür. Ayrıca Kürdistan Bölgesi Yönetimi'nin Rojava Devrimi'ni hiç sayarak boğmaya çalıştığı dönemde buranın alınması oldukça stratejiktir. Yeni bir nefes borusu demekti.

Atmê'deki sert karşılaşma

Bu süre içinde Efrîn bölgesindeki Atmê taraflarından çetelerin saldırıları yeniden başladı. 15 gün amansız bir direniş sergilendi. Çeteler Kürt köylerine hakim tepelerden atıldı. ÖSO Askeri Konseyi'nden bir heyetin araya girmesiyle kısmi uzlaşmaya varıldı; YPG, Rojava'nın resmi savunma gücü olarak kabul edildi. Daha tam bir uzlaşamaya varılamadan kendisini Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak tanımlayan çete harekete geçti. Türk devletinin de kuruluşuna katkı sunduğu ve Irak'ın ardından Suriye'de de vazgeçilmez bir aparat olarak gördüğü bu çete, Azaz sınırındaki Qestel Cindo Köyü'nün tepesindeki kontrol noktasına saldırdı. 2 Ekim'de tarihinde başlayan saldırılar ve gösterilen karşı direniş sürüyor.
Bütün bunlar devam ederken çeteler her yenilgi ardından canlı bombalar/bombalı araçlarla saldırılar düzenledi. Çoğu boşa çıkarılan her saldırıda kontrol noktalarındaki Asayiş görevlileri kendilerini feda etti…

Grê Sipî ve Sûsik

Kobanê, Tel Ebyad hattındaki Kürt köylerinden Grê Sipî ve Sûsik'teki görkemli direnişin hakkı teslim edilmeden olmaz. Bu alanda Askeri Meclis üyeleri Dilovan ve Viyan ile PYD Eşbaşkanı Salih Muslim’in oğlu Şervan Muslim, Kürdistan şehitleri kervanına katıldı. YPG ve YPJ güçleri, burada çetelere ağır darbeler vurdu. Bu yüzden kirli koalisyon, Rakka, Cerablûs, Mumbîc’teki sivil Kürtlere yönelmeye başladı. Antep’te, Türk devleti koordinatörlüğünde yapılan toplantıda alınan karar gereği Azaz-Cerablûs-Halep üçgenindeki Kürt belde ve köylerinde katliamlar yapıldı.

Askeri güç kendisini kanıtladı

YPG ve YPJ, soluksuz direnişi ve aktif savunma kabiliyeti ile varlığı için kaçınılmaz gördüğü halk desteği sayesinde uluslararası güçler ve sömürgeci devletler ile yerli işbirlikçi/hain gruplara Rojava’daki halkların meşru savunma gücü olduğunu kanıtladı. YPG ve YPJ’nin artık yenilmez oldukları, herkes tarafından kabul gören bir realite oldu. İnanç, umut, ülkeye/toprağa ve halkla bağlılığı temel motivasyonu olan YPG ve YPJ, giderek büyüdü. Bugün artık 50 bini aşan bir rakama ulaştı. Teknik, askeri, lojistik donanımı sağlayacak imkanlara kavuştu.

Devrimin inşası

Rojava'da devrim, kendisini salt bir askeri hat üzerinden örmekle yetinmedi; toplumsal inşanın en küçük dokulara nüfuz etmesini esas aldı. Geciktirmeden, ertelemeden, savsaklamadan ve küçümsemeden, bütün enerjisini toplumsal dönüşüm ve bütünleşmeye aktardı. Karakterini uzun uzun anlatmaya gerek duymadığımız Suriye devletinin tazyikinin kapattığı toplum, özüyle rahat buluşmanın güveniyle açıldı. Açık toplum, her alanında yeniden organize oldu. Meclislerin dışında onlarca örgütlenme modele gelişti. Devletin sadaka kültürünün yarattığı muhtaç modundan sıyrıldı; kendi kendine yetmeyi esas aldı. Küçük örneklerle izah edelim. Rejim döneminde fırın çalışmadığı gün aç kalan toplum, bugün bazen günlerce bu bağımlılığı kırdı. Elektriksiz hiçbir şey yapamayan toplum, şimdi bir sürü alternatif elektrik modeli geliştirdi.

Eğitimde toplumsal model

Yaratıcı özellik ve yeteneklerini yeniden keşfeden toplum, rejimin köreltme kabuğunu parçaladı. Devletin eğitim sistemlerinin dışında bir eğitimin oluşturulamayacağına alıştırılan toplum, şimdi ilkokuldan yüksekokula kadar kendi dilinde ve toplumsal gerçekliğine uygun eğitim yapabilir duruma geldi.

Sağlıkta mahkumiyete son

Devlet, Kürt illerinde hastane ve sağlık ocaklarını yapmayarak, halkı büyük şehirlere mahkum etmişti. Şimdi, geliştirilen hastanelerle bu sorun önemli oranda aşılmış durumda. Kürdistan halkının desteğiyle Rojava'daki acımasız abluka aşılıyor.

Yereldeki hizmet gelişti

Belediye ve hizmet sektöründe de benzer gelişmeler oldu. Su işlerinde çalışanların işe gitmedikleri gün şehirler susuz kalıyordu. Şimdi bu sorun, önemli oranda yerel güçle aşılmış durumda. Devletin vereceği bütçeye bağlanmış belediyeler, çok az hizmet sunarken; devrim sürecinin doğası ve kısıtlı imkanlara rağmen halkçı belediyecilik geleneğiyle belediye hizmetleri önemli oranda arttı.

Dostluk kültürü canlandı

Mevcut ulus devletler, halkları birbirine düşman etmeyi varlıklarının önemli güvencelerinden sandı. Devrimin en büyük kazanımlarından biri, bu alanda oldu. Yıllarca birbirine düşman edilen halklar, yeniden birlikte yaşamaya, dost olmaya başladı. Dostluğun kültürünü yeniden canlandırdı. Araplardan ve diğer halklardan da askeri taburlar oluşturulması, Asurice/Suryanicenin resmi dil olarak kabul edilerek okulların açılması, çeşitli dinlerin ve inançların ibadethanelerinin korunması, onarılması; üstelik yan yana olup kimsenin bundan rahatsızlık duymaması, devrim kültürünün çarpıcı göstergesidir. Geçici Yönetim için oluşturulan Kurucu Meclis'in yanı sıra bütün kurumsal yapılanma ve karar süreçlerinde diğer halklar/azınlıklar/inançların olması da bu kültürün bariz yansımasıdır. Yollarda çok dilli tabelaların olması da cabası.

Özgürlüğün sanatı

Sanat boyutunda da ciddi açılımlar oldu. Sanat, devletin belirlediği kalıpları söküp attı. Otantik özünü koruyarak evrensel vizyonuyla buluşmanın tohumları filizleniyor. Her yerleşim biriminde vücut bulan kurumsal gayret, her dalda yaratma azmindeki yaratıcı kuvvet, devrimin heyecanına ortak oluyor. Kimi zaman devrimin sesi, kimi zaman gösterisi, kimi zaman unutulmaz fotoğrafı oluyor. Şehadet ve direnişin kutsal özünü, özlem ve hedefin umuduyla buluşturan devrim marşları, ajitatif tekerlemeleri çoktan aştı.

Yaşamı besleyen ekonomi

Askeri kuşatma ve saldırı ile irade kırmayı esas alan ambargoya rağmen ekonomi, hayatın onurlu güzergahına kanalize edildi. Yollar ve köprüler yapıldı. Öz imkanlar ölçüsünde petrol arıtmaya gidildi. Devlet, yıllarca Kürt bölgelerinde bir değirmenin oluşmasına izin vermezdi, bugün yetecek kadardır. Bağ ve bahçe sulamaları, tümden devletin tekelindeydi; devletin izni olmadan bir kuyu kazmak bile suçtu. Şimdi birçok arazide kuyular kazıldı; sulu tarım yapılmakta. Küçük sanayi işletmeleri kurma girişimleri var. Zeytin ve zeytin ürünlerine bağlı sektörlerde (sabun ve deterjan yapımı gibi) belli bir gelişme sağlandı.
Til Koçer sınırı, rayına oturacak. Türkiye sınır bölgesinde kapı açma girişimleri devam ediyor. Sêmalka üzerindeki uzlaşma arayışı sürüyor. Bazı yerlerde insani amaçlı da olsa Türkiye’den kapılar açılmış durumda. İster kaçakçılık, ister sınır ticareti olsun devam ediyor.
Tüm bu işleri, oluşturulan Ekonomi Meclisi organize ediyor.

Kriminal suçların azlığı

Rojava Devrimi, demokratikleşme kültürünün gelişmesi ve birlikte yaşamanın önünü açmakla yetinmiyor, can ve mal güvenliğini sağlıyor. İçinde hırsızlığın, uyuşturucunun, fuhuş ve kadın ticaretinin en az olduğu alan Rojava'dır. Göç ve yıkımın en az olduğu alan olmakla birlikte yaşam güvencesi ve kalitesini geliştiriyor.

Kadına hükmetmeye son

Rojava Devrimi'nde kadın öncü rolündedir. Ordulaşmadan ekonomiye kadar tüm varlığıyla dahil olan kadının devrimidir. Cinsiyetçiliğin aşılarak eşitliğin geliştiği gerçek ve radikal demokrasinin hayat bulduğu alandır. 5 bin yıllık erkek egemenlikçi tarihe son verilerek, eşitlerin birlikte koştuğu özgürlükle buluşma azmidir.

Merkezi yapıyı dağıtıyor

Esası ve üslubu, tarihsel dayanağı ve projeksiyonu itibariyle Rojava Devrimi, Kürt devrimidir; dört parçanın odaklandığı ve kaderini belirleyecek Kürdistan devrimidir. Bu temel gerçeği muhafaza ederek belirtelim ki; Özgür Kürdistan'ın yanı sıra demokratik Suriye de demektir. Geçici Yönetim'in oluşum süreci ve yapısı, bunun somut halidir. Diktatörlük temelli oluşturulan merkezi yapı böylece dağıtılmakta. Her şehir, her bölge kendi kendini idare eder, yönetir duruma getirilmekte.
Ortadoğu'ya etkisi de buradan anlaşılacak. Bu özellik, Suriye sorununun çözümünün kilit noktasıdır. Devrimin kendini ispatlaması ve kalıcılaşması halinde uzun vadede Ortadoğu’daki etnik, dinsel, kültürel, mezhepsel sorunların çözümünü getirecektir. Böylece Ortadoğu’yu da demokratikleştirecektir.

Yüzyılın muştusu

Rojava Devrimi'nin bu özelliklerinden ötürü başta Türkiye gelmek üzere birçok bölge gücü onu hazmedemedi/hazmedemiyor. Uluslararası güçlerin, yereldeki çetelere askeri katkıları ile uluslararası platformlardaki diplomatik blokajlarının kaynağı budur. KDP'nin ve tasallutundaki Güneyi Kürdistan Yönetimi'nin, kısmen Rojava içinden, Türkiye üzerinden ve uluslararası alandaki bütün atraksiyonlarının gerekçesi de devrimin bu özüdür. Rojava Devrimi, insanlığa 21. yüzyılın muştusu olmaya devam ediyor.

 *(Dilovan Servan/YÖP 2013 Özel Sayisi icin)

30 Eylül 2013 Pazartesi

Büyüksün usta!..


Türk Sultan dün yine hünerini gösterdi. Üzerine çevrilen spot ışıkların altında tezgahına koyduğu paketi açtı. Kadim işgüzarlığını, günümüz pazarlama tekniklerinin takviyesiyle şahlandırdığı satış performansını takdir etmezsek haksızlık olur. Paketin ambalajı, maddelere geçmeden önceki tanıtım faslına harcanmış emek, hitaptaki müthiş ses ayarları, yüze yansıyan büyük oyunculuk ile kafa ve ellerin senkronizasyonu, göz doldurdu. Sahne, dekor ve salondaki yerleştirme tekniğinin modern hatları meczeden alaturka dizaynın, seçmen kitlesine uygunluğu şahaneydi. Üstelik akreditasyondaki incelik de teslim edilmeli... 
Hamasetle bezenmiş uzun girizgahın sonuna doğru malzemesinin kalitesini bildiği için defalarca "son değil" diyerek, seçimlerle kurduğu diyalektiği; "esas olan mücadelenin siyasi zeminde sürdürülmesi" şifresiyle pazarlık yapmadığını söylediği güç ile iletişimini yadırgamıyoruz. Ancak, hepimizi "aynı geminin içine" koyup rota belirleme yetkisine sahip önkabulünde yanılıyor. Tıpkı "ölümsüzlük iksiri bekleyenler" olduğunu söyleyebilecek kadar gerçeklikten koptuğu halde, kişilik geçişlerindeki hızıyla örtebileceğini sandığı gibi… 
Peki Kürtler ne bekliyordu? Elbette etrafındaki 'Kürt kökenli' kardeşleri ile çeperlerindeki "iyidir işte" sinizmindeki teslimiyet temsilcilerini; insanlığındaki aşınmayı ekonomik kütlesine ekleyerek huzur arayanları kastetmiyoruz. Hakları için ayakta olan ve bunu omuzlama sorumluluğundaki Kürt nüfus ile siyasi temsilinden bahsediyoruz. Kürtler, gasp edilen tüm haklarının iadesini, atılacak adımların da buna hizmet etmesini istiyor. Anadil önündeki bütün engellerin kaldırılması, esir/rehin alınanların serbest bırakılması, yerel yönetimlerden merkezin feragati, demokratik siyasete filtresiz katılım, ekonomik farkın kapatılması, paramiliter yapıların lağvedilmesi, militarist yoğunluğun sonlandırılması gibi, mücadeleyi şiddetten arındıracak, doğal mecrasına sürükleyecek kısa ve orta vadeli talepler...
Türk Sultan'ın açıkladığı pakette, bunlar olmadığı gibi ima eden bir tarif de yok. Burada yer alabilecek kısmi düzenlemeler bile sadece dikkate alınmadığı afrası için dışında bırakılmış. Kürtlerin, yasaları ve anayasayı çiğneyerek hayata geçirdikleri eşbaşkanlık gibi düzenlemeler kabul edilmek zorunda kalınmış. Milliyetçilik rahatsız edilmeden başörtüsü ve yardım toplama kolaylığıyla milliyetçi-muhafazakar çoğunluk tahkim edilmiş…
Yardımcısının 'hayal bile edemeyecekleri' şeklindeki placebo uyarısı, kendisinin 'şaşıracaklaarr' sireni eşliğinde varılacak durağın hacmini, 5 Temmuz tarihli 'Beklentiler çatışması!..' başlık yazıda "Kürt tarafının tam tersine tek yetkili organ, bağlayıcı karar mercii olan Türk Sultan'ın Afyon nutku ile parti programı ve son kongre beyannamesinin belirlediği kutsal teslisten/temel doğrultudan milim sapmadan" diye not düşmüştük. Yine de büyük gürültünün hatırına, seçim barajı, yerel yönetimler özerklik şartı, TMK ve TCK'deki kısmi değişikliklerle siyasi davaların hafifletilmesi, ibadethane tercihine müdahaleden vazgeçilmesi gibi iyileştirmelerin olabileceği beklentisini yadırgamıyorduk. Zaten bunlar da kutsal üçlemesini aşmıyordu...
Baldıran zehiri gösterip el çabukluğuyla zemzemle değiştirerek ölü taklidi yapabilecek tıynetteki siyasi zihniyetten ölümsüzlük iksiri beklemiyoruz. Bir süre önce "paket maket yok" diyen, "çekilme durdu" alarmı verildikten sonra ise bu kadar zahmete katlanıp paket hazırlayan siyasi pragmatizmin boş bırakılmayacağının farkındayız. Türk Sultan, 'büyük usta' olabilir ama Kürtlerin, illüzyon gösterilerini deşifre edebilme yeteneği kadar itici gücü de küçümsenemez. Elbette bugün dünden kötü değildir, ama dünden çok daha iyi olabilecekken yarına tehir edilmesine şükredemeyiz. Henüz kısa vadedeyiz...

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

19 Temmuz 2013 Cuma

Rağmına özgürlük!..

Türk devletinin geleneksel refleksleri, Kuzey'de tutukluluk numarasıyla sıyırma hesapları yaparken Rojava üzerinden sensorlarının ayarlarıyla oynuyor. Devlet bileşenlerinin hem meşreplerince çözüm yanlıları hem de suret-i haktan görünüp berhava etmenin türlü mekanizmalarını tetikleyenleri de tehdit ve kışkırtmayı senkronize hale getirdi.
Övündükleri bin yıllık devlet gelenekleri ile karşılarındaki PYD'nin reflekslerini, insanlığın evrensel kriterlerine, diplomatik teamüllerine vurun; sıkletlerini kaplayan bayağılığın ağırlığını hemen fark edeceksiniz. PYD Eşbaşkanı'nın BBC'ye verdiği demece yansıyan diplomatik zarafet, ilkesel duruş ve politik esneklik ile büyüyen Kürt'ün vizyonunu destekleyen; Serêkaniyê'deki yeşil lejyonerlerin defedilmesinin ardından sınır kapısının, bölgenin sosyolojik bileşiminin temsiline devredilmesine bakınız. Bunun karşısına dikilen Türk Sultan'ın sağ ve sol loplarının tedarikçilerinin kaba, ajitatif, şark kurnazlığıyla bezenmiş talimatnameleri ile 'vur' emirli F-16'lar, uçaksavarlı zırhlılar, özel birlik takviyeleri yaygarasına bakınız...
Madem Kuzey Kürtleri ile tarihi bir anlaşma/entegrasyon evresindesiniz, Güney Kürtlerinin meşru statüsünü resmen kabul edip buna göre resmi kodlarınızla oynamışsınız, nedir sizi Batı Kürdistan'da rahatsız eden?
Bunun uzun izahat gerektiren ama çok yalın, net ve kısa bir cevabı var: Rağmına özgürlük!
Sömürgeci egemen kibir, zulüm üzerine bina ettiği gururunu incitmeden hakları kontrollü lütfetmeyi münasip görür. Hangi hak gaspından ne zaman, nasıl, hangi yöntemlerle feragat edeceğine 'görülen lüzum üzerine' karar vermek ister. Herhangi bir itiraz gücünün etkisini yadsır, bunun böyle anlaşılmamasını dikte eder. Buna uygun beklenti yaratıp rahatça yönetir, cilalı ambalajında sununca da karşılığında büyük minnettarlık ve sonsuz bağlılık bekler. Heybetli hacmine halel gelmesine tahammül etmediği için Kuzey'deki Kürtlerin sık sık 'pazarlık yok', 'anlaşma yok', 'karşılık beklemeden adım atıyoruz' demelerini salık verir, bunları duydukça yükselmiş nabzını yapay tebessümlerle bastırır...
Rojava'da ise ona rağmen özgürlük tadılıyor. İstedikleri olmuyor. Elbette her yolu mübah gördü, yoğun mesai harcadı, denedi ama olmadı. Dünyanın bütün yeşil lejyonerlerinin toplama ve dağıtım merkezi oldu; lojistikle yetinmedi, stratejik akıl ve taktik komutanlığa kadar vardırdı. Bu tarz grupların içerden tetikçi devşirmesi için cömertçe alan açtı. Güney Kürdistan yönetimini müdahil olmaya zorladı, uluslararası blokajla Rojava siyasetini izole edip gayri meşruiyette tutabileceğini sandı. Hepsinden önemlisi Kuzey Kürtlerinin ölü taklidi yapmasını sağlamaya çalıştı. İmralı üzerinden sapma atraksiyonlarını aşıp PYD ile gizli görüştü…
Hem Kürt Hareketi hem de ağırlığı PYD'de temsil edilen Rojava Kürtleri, komplekse kapılmadan, karşılıklı hassasiyetleri ve oluşturulmuş imajları gözeterek, rasyonel bir iletişim ve kabul üzerinde yol almak istedi. Halen de bunda ısrar ediyorlar. Ancak bunu yaparken özgürlüğü, efendi-köle diyalektiğinin dışında tutmanın ahlaki diskurundan taviz vermediler. Taktik esnemeler, stratejik tutarlılığa ve demokratik toplumsallaşmayı sağlayan erdemler manzumesine dokunduğu anda hükmünü yitirir...
Bütün telaşın kaynağı bu. Yoksa Türk devleti de bilir ki; 'Kuzey Irak' adındaki alaturka çadır, Kürdistan Bölgesel Hükümeti'ni örtmediyse 'Kuzey Suriye' diye mesafe bırakıp 'PKK devleti' şeklinde tehdit algısının menziline yerleştirip güvenlik alarmları çalmakla yeni realite de örtülmez.
Bin yıllık devlet geleneğiniz varken kaçınılmaz tecellinin görünmesi karşısında zihinsel formasyonunuzu kemiren fobilerinizin dürtmesiyle paralize olan stratejik aklınız, cinnet geçirmesin. Mevcut iktidarınıza ve yerel partnerlerinize tahammül beklediğiniz dünya, Baas - Neo Kemalizm - Fars Şiası arasına sıkıştırılmışken bir de ortak yapım El Kaide çetelerinin üşüşmesi karşısında çıkış arayan Kürt'e her türlü belayı müstahak görsün istiyorsunuz. Biliyoruz, cinnet haliniz vahşettir ama şundan da eminiz: Artık hiçbir ateş sadece Kürt'ü yakmayacak. Gemi azıya almanın size de faydası yok; rağmınıza Rojava'da olanlara alışın, uzlaşı donanımlarınızı gerçeğe uyumlu moda getirin. Zaten Sultan hazretleri, yeni devlet aklınızın hem real politiği hem de 'kazan kazan'ı marifet hanesine eklemekte beis görmediğini ifade buyurmuşlardı. İşte size bin kilometrelik sınav!..

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com

İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

11 Temmuz 2013 Perşembe

Genel Kurul ve Türk medyası!..

Abartıldığı ve son dönemlerin nostaljik dalgalarıyla sörf yapıldığı gibi koca imparatorluk döneminde de Türk egemenliği ve esir aldığı Türk toplumunun, dünya insanlık mirasının entelektüel birikimine katkısı yoktu. Saray ve tebaa arasındaki kanlı gelgitlerin dışında ortak bir kültürel üretimden de söz edilemezdi. Göçebelik, fetih ve talana ayarlı bir yığının, anlamaktansa dikte etmek, anlaşmaktansa yenmek üzerine inşaa ettiği kutsal devlet, bugün de varlığını, ulusu için yeterli sayıyor. Bu patalojik aşk ilişkisi, hep kötülük üretti ve üretmeye devam ediyor. Problem çözme yetenekleri olmadığı gibi insanlık hayrına tek bir buluşları da yok. Devlet formatında somutlaşan güç böbürlenmesi, genetiğiyle uyumlu din yorumuyla biatı da bütünleştirince düşünsel tembellik, başka maskelerle geçiştirilebiliyor. Bırakın uzmanlık sahalarında uluslararası kabul gören isimleri, 40 yıldır cebelleştikleri, gasptan vazgeçmemek için onbinlerce insanın canına mal ettikleri en temel meseleyi 'anlamak', 'tanımak' ve 'anlatmak' güzergahında ilerleyip de deposunda devlet yakıtı olmayanlar, bir elin parmak sayısını geçmez. Neredeyse artık her kentinde üniversitesi, onlarca tematik kanalı, gazetesi, dergisi olan, yılda binlerce kitabın raflara çıkarıldığı Türkiye'de, PKK üzerine istihbarat müdahalesi olmayan kitap veya makale sayısı yine öyle. Yazılan ve konuşulanların çoğu MİT, Emniyet İstihbarat ve JİT kaynaklı. Bir bölümü bunların rafinerisinde işlenip cafcaflı hale getirilip bağımlı kalemler üzerinden piyasaya sunuluyor, bir bölümü siyasiler marifetiyle böğürmenin incileri yapılıyor. Eğer, sözkonusu servisler ve temsil ettikleri siyasi alanlar arasında sorun yoksa zenginleştirilmiş tek düze şeylerle karşı karşıya kalırız ama sorun varsa meşrebince yorumlar dökülür. Öyle bir güruh ki, her tarafı her bir köşeyi doldurmuşlar, 'tıpkı yaz sinekleri gibi sürü halinde her yere doluşup her şeyi kirletiyorlar'. Schopenhauer'ın edebiyatın yabani istilacı otları için söylediğini uyarlarsak aynı tezgahtan çıkmışcasına tek biçimli, benzer koşullar altında hep aynı düşünen ve asla görüş ayrılığı taşımayan Türk medyasının bu istihbarat suflörlü mümtaz kalemlerinin değersiz süprüntülerini sırf okumak zorunda olduğumuz için okuyoruz. İspanyollar "Onur ve para aynı kesede bulunmaz" derler. Maalesef biraz daha edebiyle çaba sarfedenler de bir süre sonra sahne ışıklarıyla kamaşan gözleriyle okumaya, alkışların sersemlettiği kulaklarıyla duymaya başlarlar. Büyük bir gayret ve sebatla konularının peşine düşmeleri, aynı titizlik ve ciddiyetle paylaşmaları gerekirken optik yanılsamalarını, akademik veya mesleki titrlerinin hatırına kabulünü isterler.

Cehaletin PKK ile imtihanı

KONGRA GEL 9. Genel Kurulu'nun yapılması ve alınan kararlar, önceki gün duyuruldu. Şimdi Türk medyasına yansımasına bakalım. Önce birinci safyalar:
Hürriyet, Posta, Güneş, Sözcü, Yurt, Akit, Yeni Asya, Yeni Mesaj, Şok, Takvim, BirGün, Milli Gazete ve Sol gazeteleri, birinci sayfalarında yer verecek değerde görmediler. Listeden anlaşıldığı üzere eskinin amiral gemisi Hürriyet, Milli Görüş'ün yayın organı Milli Gazete, lümpen ulusalcılığın semireni Sözcü, lümpen dinciliğin semireni Akit ve TKP'nin kitle gazetesi Sol, muhtemelen farklı saiklerle benzer tutumu almış.

Gülen Grubu

Gülen Grubu'nun gazeteleri, süreci okudukları gibi Genel Kurul'u yansıtmışlar. Zaman gazetesi, birinci sayfanın manşet kenarından "KCK, silahlı kanadı güçlendirme kararı aldı" başlığıyla Emniyet İstihbarat'ın yemin billah ederek aslında meselenin PKK'nin toparlanıp yeniden ve daha güçlü eylemlere girişmek olduğu tezini, kadim iki işbirlikçinin müthiş yorumuyla süslemiş. Yanılmadınız: İbrahim Güçlü ve Ümit Fırat...
Gruba ait Bugün gazetesi, manşetten "Öcalan'dan Kandil ayarı" ile vermiş, ancak bu değişikliğin hükümeti köşeye sıkıştıracağı üzerine kurulmuş. Kaynağı Emniyet İstihbarat olan bir haber-yorumda Türkiye içindeki eylemlerin artırılacağı kehaneti yapıştırılmış.
Taraf gazetesi de yine Gülen Grubu'nun CİHAN'ını rehber edinerek "Başkan değişti" gibi soğuk bir sürmanşeti, içeride "Öcalan ve Karayılan'a darbe" diye ısıtmış. Sürpriz olmasın, burada da İbrahim Güçlü, yine Emniyet İstihbarat ile pişti olmuş: "Öcalan’a ve hükümete ise 'Sizin anlaştığınız kararları biz hayata geçirmeyeceğiz' mesajı verildi."

İlle de AKP diyenler

Başbakan'ın damadının yönetimindeki Sabah gazetesi, "Karayılan'ın yerine Bayık" şeklindeki başlıkla birinci sayfadan duyurmuş. Köşe yazarı yok, istihbaratın teziyle harmanlanmış haber içeride sunulmuş.
Mustafa Karaalioğlu yönetimindeki Star gazetesi, birinci sayfanın ikinci yarısında iki sütunluk "Kandil'de revizyon" başlığıyla duyurmuş. Haber, çözüm süreci için gayet iyi oldu, hükümetimiz en iyisini biliyor havasında verilmiş.
Özal'dan sonra Erdoğan'a nasip olan İhlas Holding'in gazetesi Türkiye, manşetten "Kandil'den Alevi açılımı" diye selamlamış!
AKP'ye haykırıp 'beni de görün' diyenlerin gazetesi Milat da "Çözüm ayarı" manşetiyle verdiği haberi, geniş zamanlı yardımcı fiillerle biten edilgen cümlelerle kurgulayıp BDP'nin görüşünü de araya sıkıştırmayı ihmal etmemiş.
Enerji sektöründeki önlenemez yükselişini yeni iktidarla da sürdüren Ciner Grubu'nun Habertürk'ü "PKK'da barış ataması" başlığıyla birinci sayfanın alt kısımında görmüş ve müthiş çıkarımını yapıştırmış: "Şahin kanattan Cemil Bayık'ın sürece entegre edildiği söyleniyor."
Biraz daha liberal sol diye pazarlanan Radikal gazetesi ise logo üstünden Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can'ın "Karayılan'ı kim niye gönderdi?" başlığıyla duyurup yanına iki kutucukla da Deniz Zeyrek ve Cengiz Çandar'ın yazılarını iliştirmiş.
TMSF marifetiyle AKP'nin malı yapılan ve sadık elemanlarıya yeni adayların üşüştüğü Akşam gazetesi, birinci sayfanın altında "Kandil'de vitrin değişikliği" diye afilli bir başlık seçmiş. İçerik de patronajın keyfince.

Demirören Grubu

Demirören'in elindeki iki gazete, tereddüt yaşamış. Vatan gazetesi birinci sayfanın kenarından "Çözüm süreci için yeni kadro" başlığıyla haberi duyurmuş ve hemen yanında Murat Çelik'in PKK bölgeden çekiliyor mu güçleniyor mu? şeklindeki oldukça zor sorusunun cevabını içeriye bırakmış.
Grubun diğer gazetesi Milliyet ise "Kandil'den süreç ayarı" ayarıyla Kürt tarafının açıklamaları, BDP'nin ilk yorumu ve elbetteki Ankara'nın dizginlenemez katkısıyla Serpil Çevikcan'ın kaleminden aktarmış.

Kemalist ve Ergenekon

Malumunuz Cumhuriyet gazetesi "PKK'de süreç değişikliği" diye duyurmuş, Emniyet İstihbarat'tansa MİT'in yorumunu tercih etmiş. Öcalan'ın önerisiyle ve çekilmenin kontrol edilmesi amacıyla gerçekleştiğini belirtmişlermiş!
İşçi Partisi'nin gazetesi Aydınlık ise "PKK savaşa hazırlanıyor" başlığıyla iki sütünlük bir haber ve yanına Mehmet Faraç'ın yazısının duyurusunu eklemiş.

MHP'nin yayın organı

MHP'nin yayın organı Ortadoğu gazetesi, kendisi için küçük ama gazetecilik için büyük bir adım atmış. Sayfanın üçte ikisini PKK'ye ayırıp Genel Kurul'u duymama mucizesine imza atmış.

Yorumlara bakın

KONGRA GEL Genel Kurulu ile ilgili haberler böyle de yorumlar nasıl? Kürtlerin de pek yadırgamak istemediği Hüseyin Yayman'dan başlayalım. Sürecin üç kalemşorundan biri, akademik titri ve tuğla kadar kitabı olan Yayman, hemen aynı gün yazarı olduğu Hürriyet'e analizini postaladı, sosyal medyadaki takipçilerinin teveccühüne mazhar oldu. "PKK'daki değişiklik ne anlama geliyor?" sorusunu başlığa çıkaran Yayman, bize cevabını tane tane anlatıyor. Keşke hatırlattığımız sorumluluklarının gereği bir cevaplar bütünü olsaydı ama değil. Yayman, bize 21 cümlelik röntgenin ardından 7 maddelik mutlak çıkarım sunuyor.
21 cümlenin 19'u, akedemiyi mezara gönderen geniş zaman fiilerinin dolaylı aktarımıyla meçhul/meşhur kaynağa hoperlör oluyor. Olamaz mı, elbette olabilir, ancak doğru bilgi üzerinden farklı yorum opsiyonunu ihlal, sadece disipliner etikten uzaklaşmak değil aynı zamanda ahlaki normların tekmelenmesidir de. Açık kaynaklardan alınan tahrif edilmiş bilgilerin yanı sıra MİT'in direkt operatif sızdırmalarının meczedilmesinden daha ötesi de oluşmazdı. Öcalan'ın mektubunun içeriğine kadar bilgi paylaşılacak derece güvenirliği garantilemiş Yayman'ın iki cümlesini "iddia ediliyor" ile bitirmesi de dikkat çekiyor. Birincisi Öcalan'ın AKP Hükümeti'ne yönelik rahatsızlığı, diğeri de Sabri Ok'un Avrupa'ya gönderileceği. Çak hassas değil mi? Geçelim 7 maddelik cevher topuna. Yayman, Avrupa'da KNK ve KON-KURD kongrelerinden haberi yokmuş gibi değişiklik beklendiğini söylemiş ama keşke bu kadarla kalsa. Yabancı istihbarat örgütlerine mesaj verdiriyor, yeniden yapılanmanın olası yansımalarını kehanetmiş gibi monte ediyor. Sonunda MİT, Emniyet İstihbarat'ın etkisindeki kitleye sesleniyor: "PKK tüm bu değişiklikleri ‘yeni bir savaş başlatmak için değil siyaset dönemine uygun bir yapılanmaya gitmek’ için yapıyor."

Sürmanşetten yorum

Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can, Hüseyin Yayman ve Abdülkadir Selvi ile birlikte sürecin kontrollü bilgi pazarlamacılarından. Can da, bilindik şeyleri tekrarlamış ama kalemi sürçmüş, "Murat Karayılan görevinden alındı" diye yazıvermiş. Peki nereden bu sonucu çıkarmış. Bilmiyoruz, sürçmüş işte!

Haydi Abdülkadir!

Kendi halinde, her devrin uyumlu muhabiriyken AKP döneminde ihya olanlardan Abdülkadir Selvi, hem AKP kulislerinden hem de MİT'ten yeterli lojistiği alanlardan. Yeni Şafak'tan Selvi de Yayman ve Can gibi komşu ülke istihbarat servislerini devre dışı bıraktırmış. Bir önceki yazısını sloganlarla bitirip İhvan'ın şehadetine koşturan Selvi, level atlamış. Selvi'ye göre Cemil Bayık, Urmiye'de bir villada yaşıyor. Gerisi tekrar.

Emektar Murat Çelik

Şimdi Vatan'da yazan Murat Çelik'i Ankara'nın türlü mahfillerinden hatırlarsınız, şimdi biraz yıldızı sönük olsa da idare ediliyor. Vatan'ın konuyla ilgili tek analizini kendisi döktürmüş. Şöyle buyurmuş: "Bölgede, ‘çekilme süreci tamamlandığında, devletin dağdan inenlere iş imkanı yaratmak gibi birçok avantaj sağlayacağı’ görüşü hakim. Bu beklentinin, son dönemde PKK’ya katılımları artırdığı bilgisi de istihbarat raporlarında yer alıyor."
Evet evet, bunun köşesi, televizyon programı var. 20 yıldır böyle geçinip gidiyor.

Aydınlık ve Akit

Kemalist lümpenler ile dinci lümpenlerin iki yayın organı ve yorumcusu ise şaşırtmamış. Aydınlık'tan Mehmet Faraç, ABD'den girmiş Suruç'tan çıkmış. Bildiğimiz şirretlik. Doğru tek bilgi yok, yorumlar da rezilce.
Akit'ten Yener Dönmez, dümeni Emniyet İstihbarat'tan yana kırmış. Savaş kabinesi kurulduğunu, zaten Ankara'nın da böyle algıladığını yazmış. Muhtemelen Abdülkadir Selvi ile Hüseyin Yayman'ın Ankara'sından bahsetmiyor. Selvi, Cemil Bayık ile ilgili uçunca Dönmez de şahlanmış ve hoop Cemil Bayık'ı Alevi yapmış.
Türkiye kamuoyunun üstüne püskürtülen ve kanaatlerinin oluşmasını sağlayan malzeme budur. Geçmiş olsun!

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com

İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Modifiye sağcılık!..


Örgütlü toplumun gereği olan kolektif iradeden yoksun amorf  halimizin geçmişi iki kuşağı bile bulmadığı için vardığımız noktanın sınırlı bir insan çabasının ürünü olmadığının farkındayız. Kısmi ve sınırlı itirazların bile barbarca bastırıldığı, kimi zaman da embriyo halindeki itirazlara düşük yaptırılarak acımasızca uzun süreli terbiye seanslarına alındığını unutmuyoruz. Toplumsal demoralizasyon ve düş kırıklığının katmerli bir örtüye dönüştüğü zamanlarda, Gramsci'nin tarifiyle yıkım üstüne yıkım geçirmiş ve öylesine alçaklık ve korkaklıklar selini başıboş bırakmıştır ki, ancak yüreğini ve iradesini bir kılıç kadar keskin tutabilenler, insanlığın disiplin ve özveri ruhunu bükülmez kılan mirasını da sahiplenerek isyan tohumu oldular. Bu miras, insanlığın itiraz hasleti, değişim arzusu, adalet arayışı, paylaşım ihtiyacı ve eşitlik özlemi üzerine inşa edilip ahlakla beslenen soylu bir mirastır. Kürtlerin itiraz gücünün bu membadan beslenmesi ne tesadüftü ne de keyfi, tamamen isabetli bir gereklilikti. Doğasınca değişim ve gelişimi ile ileriye projeksiyon tutan özgücü sayesinde insanlığın bugünü ve yarını için halen günceldir. 
Mevcut, olağanmış gibi içinde çare arayışları, büyük bir yanılsamayı doğurdu. Bütünü dokunulmaz kılıp detayları arasında boğulmayı marifet sayan bu talihsiz yanılsamanın, normalleşmeyen insan malzemesine yansıması, zihinsel deformasyonu mümkün kıldı. Halbuki mevcut, olağanüstüdür; işgal, zor, gasp, tecavüz ve talan devam ediyor. Ülkeden insana, topraktan suya; tenden tine kadar fiziki ve zihni taarruzun yapılmadığı alan kalmamış. Askeri zora dayalı işgalini, rıza temin ederek bütün kurumsal uzuvlarıyla kuşatan sömürgeci sistem, Bingöl'deki kız çocuğuna uzman çavuşlarıyla Mardin'deki erkek çocuğuna da ilmihal hocasıyla tecavüz eder.
Sömürgeci sistemi reddetmeyip şu ya da bu mazeretle yanaşmayı sürdürdükçe bedenin gibi beynine de hükmeder; iğfal etmenin zamanı/mekanı/koşulları da onun keyfine kalır. Bu pespaye hal içinde debelenip sistemden adalet ve insaniyet beklerken bir süre sonra onun adaletsizliğine de mazeret üretecek kadar hipnotize olunur. Artık bugün ve geleceğe dair kabul var, müdahil olma iradesi felce uğramıştır; ütopyalar yoktur, hayaller bile izne tabidir. Zihin dünyası o kadar esir alınmış ki, bütün bu halin müsebbibi olarak itiraz iradesi görülür. Farklı gelişim seyrine rağmen başlangıçlarına yanlış teşhisle şimdileri aynılaşan topluluğun, gerekçelerinin zenginliği ve şu ya da bu siperde konuşlanmaları, aynı cephede yer aldıkları gerçeğini değiştirmez. Şimdi hem teslimiyetçi hem perdeleyicidir; devleti kanıksatan bütün kavramların en hızlı müşterisi, en maharetli pazarlamacısıdır. Sağduyu, itidal ve kesif oportünizm, farklı referanslara dayanan sinizmin sağlam kopçaları olur; 'provokasyon' bastonlu mihrak/lobi/uluslararası güç heyulası ve karşı şiddeti lanet, konformizmin pişmanlık kompartımanında cennet simülasyonuna dönüşür. 
Dört egemen ulusta, muadillerinden beslenmesine rağmen kendine özgünlüğü olan, anlaşılabilir sağcılığın, kötü bir taklit olarak 'Kürt'e sirayet eden hali, realiteye sırt çevirmenin gereksinimi olan bahaneler bütünüdür. Dolayısıyla agresif bir tecridi değil, objektif teşhisi, şefkatle anlamayı gerektirir. Başta iktidar gücü olmak üzere sömürgecinin siyasal kurumlarıyla birlikte ekonomik emziklerine sarılarak kendisine müreffeh bir alan yaratma heyecanı taşıyan firari kümenin, temel iki motivasyon gücü var: PKK düşmanlığı ve din/mezhep kardeşliği. 
Kişisel hikayelerin hüsran ve pişmanlığının hayıflanma nöbetleri arasında salık verdiği tembellik ile işgüzar zihinlerin kütlesel yılışmayı, hayata müdahil olmaktansa seyrine karışmayı vaaz ettiği huzur, muktedirin hükmetme oburluğuna meşruiyet devşirir. Kökenleri ve gerekçeleri farklı olsa da meşreplerince dizildikleri kulvarların hacmi ve konforu benzemezse de bulundukları havuz 'sağcılık'tır. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek isteyenlerin, 'Hükümete dokunulmazlık' ile 'Türkiyeli muhaliflere alerji'den uygun tramplen imal etmek istediklerini bilelim. Maalesef çakma 'bağımsızlık', 'milliyetçilik', 'anti Kemalizm' ve 'barış' montajıyla modifiye edilen sağcılık havuzuna atlayanlar/atlamak isteyenler giderek çoğalmaktadır. 

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

5 Temmuz 2013 Cuma

Beklentiler çatışması!..

Vaat ve sonuç arasındaki gerçek durumun tahrifi üzerinden tarif edilen algılardan oluşturulan beklentiyi yaratmak kolay ama bunu yönetmek maharet ister. Olasılıklar, riskler ve sürpriz müdahalelerin yanı sıra algıların gerçeğe dönüşmesi, vaat edilen geleceğin benimsenmesi ve halkın bu beklentilere uymasını sağlayacak araçlardan/verilerden yoksun kalınabilir. İki temel aktörlü ama çok oyunculu bir sahnede oluşabilecek ani refleksler ve kontrolsüz parlamalar da cabası.
Vaat edilen geleceğe yönlendirerek kontrol edilebilir iyimserlik aşılama ile oyalamanın hissedilebilirliğinin çatışması, bütün kurguyu devirebilir. Beklenti yönetiminin esas ve şahane yolu, halkın güvenini sağlamaktır. Çünkü beklenti yönetiminin gücü ve enerjisi, bunu yöneten kurumlara olan güven ve itibardandır. Gerekli olan güven aşınır; beklentiler de pratikle çelişerek yeterlilik şartını yerine getirmezse sürdürülebilirliği kalmaz. Tasavvur ettiğiniz geleceğe ulaşmanızı ve bugünkü rolünüzü oynamanızı sağlayacak stratejiler bütünü, diğer aktörün pazarlama yeteneği üzerine bina ettiği idareci tarz karşısında savunmasız kalırsa heba olur. Bunun kendi cenahınızda tüzel kimlik kapsamındaki insan kaynağı ile ilk halkadaki kolektif bütünlüğe ve giderek topluma yaşatacağı travma, karşı cenahın "hayal bile edemeyecekleri" isimli placebo sunumuyla giderilmeyecek kadar canlı/kanlı ve derin olur.

Savuşka'nın niyesi

Demokratik Çözüm Yürüyüşü'nün ilk grubunda yer alan 22 yaşında, lise mezunu, 90'ların zorunlu göç mağduru bir ailenin mensubu 4 yıllık kadın gerilla Savuşka'nin kamuoyuna yansıyan şu ifadelerini hatırlayalım: "Barış sürecinden pek umutlu sayılmam. Ben Önderlikten umutluyum, ona inanıyorum… Onca yıl çekilen acılar, şehitler... Şimdi yine çekiliyorsun kendi yurdundan, kendi toprağından... Niye peki?.. 1999 hatırlanıyor. Önderliğimize, Partimize inancımız sonsuz...”
Kürt tarafının onbinlerce sayfayı bulan her düzeydeki açıklama ve izahatlarının temel dayanağı, özünde Savuşka'nın tekrarıydı. Ancak Kürt tarafı, bu olağanüstü güveni, kendisine sunulan mutabakat çerçevesi ve ona müdahil olma gücünün ekleyeceği potansiyel iyileştirmelerle besledi. Böylece kabul edilebilir, gerçekleşebilir, kısa ve orta vadedeki beklentilere cevap verebilir bir yol haritası somutlaştı. Bunun üzerinden oluşturulan beklenti, toplumun her katmanıyla paylaşıldı, tereddüt oluşan noktalarda 35 yıllık pratik ile "Savuşka'nın niyesi"nin cevabı, teminat olarak gösterildi.

Sultan'ın dev 'ben'i

Türk tarafının özlemini duyduğu menzil, bugünü dizayn yöntemi, karşısındaki gücü tarif biçimi, kullandığı araçlar; bunların toplamından açtığı istikamete doğru oluşturduğu beklentiler ve yönetim tarzı ise özünde tamamen farklı. Kimi tali yollarda kesişen, çakışan, benzeşen yönler olsa da esası etkileyecek mahiyette değil. Türk tarafı hem kendi içinde hem Türkiye toplumunun önemli bir kesimiyle hem de kimi bölgesel güçlerle çatışma halinde; dışa dönük lüzumsuz abartma ve afraları da ekleyelim. Karşısındaki temel sorun ve onun üzerinden varlığını sürdüren en büyük itirazı teskin ederek, ekonomik ve siyasal güç dopingine dönüştürme hevesi, makul çözüm rayına yerleştirmeye engel oluyor. Üstelik Kürt tarafının tam tersine tek yetkili organ, bağlayıcı karar mercii olan Türk Sultan'ın Afyon nutku ile parti programı ve son kongre beyannamesinin belirlediği kutsal teslisten/temel doğrultudan milim sapmadan. Türk tarafının yapacaklarına dair Kürt tarafına vaat edildiği varsayılan hiçbir metinde, Sultan'ın açıklanmış onayı/teyidi yoktur. İmralı'da üzerinde varılan mutabakat, Kürt tarafı için hızla kararlara dönüşürken, Türk tarafında Sultan'ın ikna edilmesini ve mümkünse onayını bekliyor. Zaten bu realiteyi hem İmralı'ya giden devlet heyeti hem de BDP ile görüşmeleri sürdüren bakanlar, muhataplarına aktarıyor. Dolayısıyla Sultan, sözünü ettiğimiz iç çatışmalar ve dış çelişkilere göre ittifaklarını sağlamlaştırarak, Türkiye toplumunun çoğunluğunu sabitleyen iktidar hedefine uygun stratejisinin gereği olarak Kürtlerde sükuneti sağlayıp minik adımlar ama büyük umutları imayla yetinmek istiyor. Türk devletinin '97 konseptinin devamına halel getirmeden militarizasyonu kendi lehine güçlendirip ilerlemeyi hesapladığı için önce başdanışmanı, sonra etrafındaki 'Kürt kökenli' işbirlikçiler ile sevdalısı kalemler, birbirinin fotokopisi yazılar yazmaya başladı.

Önce umut ölür

Türk devleti, varlığını tehdit eden Kürt öfkesi, büyüme hedefleri ve bölgesel konjonktör gereği Öcalan'ın çözüm önerisini kabul etmek zorundaydı. Kürt tarafı ise dört parçadaki gelişmeler, savaşın seyri, toplumsal güç ve yönetim anlayışının gereği onayladı. Kürt Hareketi'nin sorumluluğu hep ağırdı ama bugün çok daha ağır. Sömürge toplumları için yadsıyan teslim olmuş kişiliği öldürerek, kurtuluş umudunu taşımak ilk basamaktır. Sömürgeci devletler için ise statüyü sürdürmenin ve itiraz gücünün iradesini kırmanın ilk basamağı umudu öldürmektir. Kürt Hareketi, Kürdistan halkının, işgalcilerin birgün gideceği umudu ile Kazakistan'daki Kürt'ün bile ülkesizlik ve devletsizliğin acısını çocuklarına devretmek istememe azmini zinde tutmak zorunda. 15 yıldır içselleştirdiği demokratik çözüm ve barış umudu ile eski statünün sürdürülemeyeceği gerçeğini birarada tutmak zorunda olduğu gibi. Vaat edilmiş beklenti ile gerçeklik arasındaki makasın fazla açılması hem hakikate zarar verir hem de umudu sarsan travmalara yol açar. 40 milyon nüfusu ve artık siyasi nüfuzuyla 4 sömürgeci devletin yanı sıra bölgesel dengeleri etkileyebilecek Kürtler ve dinamik kitle mobilizasyonu mahareti olan örgütlü politik hareketinin stratejik hata yapma lüksü yok.
Türk devletinin yeni aklının şuna inanmasını dilerim: Kürt Hareketi, Öcalan'ın alıntılayacağım şerhini dikkate almakla yetinmiyor, ahlaki zorunluluk ve halk hareketi sorumluluğuyla Türk Sultanı'nı makul çözüme teşvik etmeyi sürdürüyor: "Bana tanrısal güven ihanettir, felakete götürür!"

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com

İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

10 Mayıs 2013 Cuma

Türk devleti!..


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Aslında devlet Türk devletidir" sahiciliği, kapsama alanına dair sanal tesellesini örtemeyecek netliktedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti yerine 'Türk devleti' diyen Gül, sonuna kadar haklıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, norm-form; yapı-fonksiyon olarak Türk egemenliğini esas alan fiktif bir ırk devletidir. Demografik yapı ve özellikler, güç menzilinde olduğu için pek umursamadı. Cari anayasanın, değiştirilemez ikinci maddesinde dokunulmaz kılınan başlangıcı, vatan, millet ve devletin adlandırmasını belirtmekle yetinmiyor; bunları tanımlayarak egemenliğini tescilliyor. 6. maddedeki egemenlik ve millet korelasyonuyla pekiştirerek 66. maddede muazzam bir hileyle 'Türk' tanımı yapıp vatandaşlığı da bu cendereye alıyor…
Devletin, Türk devleti; milletin Türk milleti; egemenliğin de kayıtsız şartsız Türk milletinin olduğunu hem bağlayıcı metinler hem de zoru tereddütsüz kullanan devlet aygıtlarından biliyoruz. Anayasadan başlayıp bütün yasal metinlere hakim olan Türk egemenliği, hakimiyetini de tahkim etmek için karakterini zerkettiği devlet aygıtını kendisiyle birlikte kutsallaştırıp varlığını ve bütünselliğini dokunulmaz kılarak, silahla muhafaza etti. Bunun için millet, savunma ve vatan mefhumlarını alabildiğine istismar ederek teslim aldığı 'Türk' kimliğiyle oynayıp, kapsamında yücelttiği ama gerçekte  endoktrinasyonla kötürümleştiği kalabalığı da gönüllü neferlere çevirdi. Devlet tanrısına secde eden çeşitli kıyafetler içindeki ortak imanlı kalabalık, 'Türk'ün egemenlik iştahını abartıp obur, bayağı, bol maskeli bir zorba olarak varlığını sürdürmesinin zemini oldu. Devlet-milleti döngüsünün simbiyotik sürdürebilirliği üzerinde sefa süren 'Türk' egemen zorbalığının karşı zor üreteceği muhakkaktı. 'Büyük', 'yüce', 'aziz', 'kutsal' gibi sıfatların seri üretimini tarihsel barbarlığının küçük ölçekli tatminine tahvil ederken ayağına gelen basışın, yarım yüzyıl sonra yüzüne çarpan soğuk gerçeklik olduğunu geç fark etti. Bütün hünerlerine rağmen inatçı bir itirazın ötesinde kutsal döngüsünü bozan kabusa dönüşen karşı zorun, çatlatma potansiyelinin artık gerçekleşebilir aygıtlara kavuşma riskini en az hasarla atlatma telaşında. Bunun tatlı bir telaş olmasını dilerdik ama zoraki bir pozun donan görüntüsünün ardından rutine devamın asabiyeti sarmış…
Şimdi devlet kendi içinde çalkalanırken bağlı/bağımlı bütün uzuvlar sallanıyor. İktidar kavgası, safların yeniden belirlenmesini, direkt/dolaylı bileşimleri, göz süzmeleri, el  uzatmaları, ayak sürtmeleri sesli hale getirmeye başlıyor…
Bir egemenlik maskesi olan üretilmiş 'Türklük' üzerinde halklara yeniden 1924 model tornalarından kalıp çıkarmak mümkün olmayacak. Sorun, zaten fiilen çoklu olan toplumsal bileşenlerin, teorik tekleştirmenin ardından fiilen tekleştirme ameliyatlarına maruz kalmasıdır. Devlet, ya siyasi coğrafyasındaki farklı milletlerin olacak ya da kendi ulusunun olmakla yetinecek. Farklılıkları kabul edip yerel ve yerinden yönetim temelli bir anayasal çerçeve oluşturmak zorunda. Bu çerçeve, adlandırmalardan işlevlerine kadar, hem bağlayıcı metinlere hem de kurumsal ifadelerine sirayet etmeli. Bugün bu kadarına rıza gösteren bir Kürt siyaseti var, yarın bunu da bulamaz…

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

24 Nisan 2013 Çarşamba

Ekrem neden Dumanlı?..


… Onlar ise kibire kapıldılar ve büyüklük taslayan (zorba, küstah) bir topluluktu/olmuşlardı(46)… Mü'minun



'Cemaat' tanımına sığmayıp iktidar sevinize yenik düşerek, her kademenin bir bileşeni olmaya başladıktan sonra hakikat ile realite arasında başınızın dönmesi kaçınılmaz. Hayatın dışına çıkıp apolitik bir toplam olmanın objektif koşulları yok, ancak toplumsal gücü iktidar güzergahına doğru devşirip insani ve manevi niteliğini dejenere etmektense topluma geri dönüşümle birlikte idareyi hayra sevkeden doğal bir basınçla yetinilebilinirdi. İktidar postunun çetin mücadelesine girmenin kaçınılmazı, hak ve meşruiyet gözetmeksizin bütün kontrol mekanizmalarına sızmak, hakim olmak; böylece bütüne hükmetmenin hazını, mütevazi bir abid veya mürşide tercih etmektir…
Fethullah Gülen Hocaefendi, yetenekli bir vaiz, çalışkan bir din alimi ve sabırlı bir teşkilatçıdır. Hocaefendi'nin, Kürtler, Kürt ve Kürdistan meselesi ile onun kaçınılmaz sonucu PKK konusundaki görüşleri, siyasi konuşma ve angajmanı ifşa etme aşamasından beri sorunlu ama revize edilerek olumluya doğru yol alıyor. Hocaefendi'nin, yetiştiği etnik, sosyal ve kültürel çevrenin algılarına maruz kalarak bina ettiği 'mesafe'nin, 'nur'un gücü karşısında bile kapanmadığı açıktır. Bediüzzaman Said-i Kurdî'nin üretiminden beslenmesine ve metodolojisini sahiplenmesine rağmen söz konusu kodların blokajı sayesinde 'Türk' ve 'devlet' hassasiyetini muhafaza etti/ediyor. Hitabeti, sabrı ve teşkilatçılığı ile iktidar harisliği koridorunda ilerlerken çevrilen her projeksiyonun kumanda merkezine sızıntının çatlaklarını keşfetti. Asla çekirdek örgütlenme modeli ve katıksız disiplini ile yetiştirilenlerin yetiştirmesi döngüsünden taviz vermedi. Güç karşısında munis, uzlaşmacı ve kabul edilebilir eşikte durmaktan yüksünmedi; manevra kabiliyetinin kıvraklığını, vizyonerliğinin gereği olarak meşrulaştırdı. Bugün artık bir 'cemaat' değil, hayatın bütün alanlarındaki seksiyonlarıyla sınıraşırı; politik ayağı ihmal edilmeyen büyük bir 'güç'tür...
Türkiye'de de haliyle iktidarın/devletin temel ortaklarından biridir. Hocaefendi'nin liderliğindeki güç, bu realiteyle yetinmiyor, potansiyelin farkında olduğu için iktidar obeziteliğini tetikliyor. Dolayısıyla 20 milyonluk Kürtlerin 'yüzde 5'nin helak olmasına 'amin' isterken; kısa süre sonra 'milli gurur, milli onur, tek devlet'e halel getirmeden bu 'yüzde 5' ile 'devletin parçalanması'nı engellemek için 'sulh' sağlanabileceğini söylüyor. Gerekçeleri, referans noktaları ve rezervleri arızalı olmasına rağmen 'sulh'a kerhen de olsa rıza göstermesi hayırlıdır. Bu kaygıları, neredeyse bütün orta kademe ile sahadaki kadrolarının Kürt olmasıyla birleşince Kürtçe yayınlara bile vize verdi…
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin sevenleri ve saygı duyanları için taşıdığı manaya dokunmadan, özellikle medya departmanındaki elemanları ile devlet içinden beslenen operasyonel unsurlarına dikkat çekeceğim. Çünkü bu eleman ve unsurlar, 'kerhen sulh'a rızayı tüketmek için sinsi taktiklerden sakınmıyorlar. İP ile MHP arasındaki bütün tonların kısmen gürültülü ve alenen sergiledikleri savaş çığırtkanlığından uzaklar ama Türk Hükümeti ve ana kitlesi ile PKK ve Kürtlere yönelik tazyik ve tahriki, sureti haktan görünerek yapıyorlar…
Kontollü güç olduğu için elini ovuşturmakla yetinmiyor, diş gösteriyor, burnundan soluyor, tahkimat yapıyor ama sineye çekiyor. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, prototipimiz olsun. Dumanlı, "Devlet, terör örgütünün belini kıracak… Devlet, elbette bu şer güçlerin nefes borusunu tıkayacak… Tabii ki terörizmin belini kıracak, beynini dağıtacaksınız…" diyordu ama olmadı. 'Kerhen sulh' moduna girdi. Ancak silinen balataların sesinin çirkinliğiyle "Liderin esaret ve çaresizlik içinde davayı sattığı" temennisini birleştirdi. Yetinmedi, 'İmralı notları'nın ardından büyük bir coşkuyla 'Habur sürecine dönüştürülmüştür' diye kestirip attı. Üstelik PKK'nin, MİT'in içine sızdığı ihtimalinden sakınmayarak… Bu da olmayınca Türk Hükümeti'ne 'biz oynamayız' mesajı eşliğinde Kürt tarafına küfür etmeye başladı. Tıpkı yıllardır Hocaefendi'ye küfür edildiği gibi "Psikiyatrik bir analize tabi tutulsun… pervasız ‘çehresi'… küstah… narsist… dünyayı boynuzunda taşıyan varlık… Stalin özentisi… kendine tapınan bir megaloman… kendisi ‘tescilli ajan'… su katılmamış bir emperyalist kuklası… ırkçılık yaparak kendi kafasına göre fitne atıyor... ırkçı soytarı…" diye devam etti. İşte bu ´derin fikriyat´ üzerinden PKK'siz/Öcalan'sız çözümün de olabileceğini, devletin bu seçeneğe mahkum olmamasını salık verdi/veriyor…
Milliyetçi köken ile ıslah edilmemiş nefis bir araya gelince, egemen ulus zorbalığına dayanarak bariz ırkçılık yapan 300 Türk tipi okur-yazara kendisini siper eden örneğimizdeki prototip, aynı çemberdeki operasyonel unsurların (burada da prototipimiz Eme Uslu olsun) dikkate alınmayan savlarına 'ciddiyet' katarak, ikili kışkırtma püskürtüyor. Kürtlere dönük kısmında, Roboskî gibi trajediler üzerinden sorgulama teşviki. Türklere ve iktidara ise "Öcalan'ın koşulları, yönetim modeli, PKK'nin varlığı, özsavunma, 'terör' kavramının tedavülden kalkması, zaman kazanma, Türksüzleştirme, hatta büyük Kürdistan" gibi uzun bir liste fırlatılıyor. AKPM'nin son raporunda terörizm kavramına veda etmesini bir tek Zaman gazetesi manşetine taşıyarak, Sözcü'nün hayıflanma çıngarının usturuplu versiyonuyla sunuyor…
Hakkını yemeyelim hemen geri dönüş sağlayan Yalçın Akdoğan, teskin etmeye çalışıyor. Kimi zaman paydaş argümanlarını faş etmek pahasına… Cizre'deki bir hadiseyi dillendirince iki gün sonra polis, sokak ortasında Kürt çocuklarını yere seriyor. Muhtemelen, 14 yaşındaki A.T'nin sağ gözünü yitirmesi karşısında "İşte bu!" demiştir…
Gidişatın umduklarını veremeyeceği kanısı güçleniyor, bunun için de bir taraflarının durmayacağını hesaba katarak şimdiden yatırım yapıyorlar: "Anladığım kadarıyla 'süreç'in gidişatından endişe duyan ya da sürecin bir noktada sıkışacağını tahmin eden güçler, ta baştan bir günah keçisi ilan etmeye hazır gibiler."
Başbakan grip oldu diye koca ilan veren bir iradenin, sadece gasbedilen haklarını isteyip kimsenin onuru, gururu, şerefi ve haysiyetine dokunmayan mazlum Kürt halkı ve onun temsilcilerini aşağılama, küçümseme haksızlığını bırakması lazım. Egemenlik kibiri kolektifleşince bağlanan basiretin kıyımları ortadadır. Kibirle taşan insan vicdanı, hakikatin idrakinden korkar, kaçar. Haksız yere böbürlenenlerin, milli kibrine dini kisve giydirenlerin akıbetini hatırlasınlar. Kürtlerin, Fethullah Gülen Hocaefendi ve kadrolarından beklentisi, demokratik çözüm ve barışa samimiyetle destek vermeleri, dini eğitim ve donanımlarının gereğini pratize ederek, bünyelerinde uyanan Türkçü illeti yok edemiyorlarsa bile yeniden uyutmalarıdır… Hocaefendi, en azından hem Bediüzzaman´a borcunun gereği hem de bütün zahmeti yüklenen Kürt kadroları için şımarık prensleri frenleyebilir...
Ankebut ile bitirelim: "…Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de yalancıları da mutlaka bilir(3) Elbette kendisine iman edenleri de ve elbette münafıkları da bilir(11)…"

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

19 Nisan 2013 Cuma

Kurumsal miras ve DTK!..


Tarihi binlerce yılın ötesine götürüp Türkçe kaynakların/okumaların bize sunduğu veriler üzerinden hayıflanacak bir Kürt asrı saadeti kurgulamayı, 'baskın gerçek' yerine 'gerekli yanlış' masumiyetinde bırakırsak; son bin yıldır yönetilen yığının, hizmete koşturulan yedek gücün, hüneri dış sarayda sergilenen seçkinin, hazin akıbetli itirazcının mirasıdır kalan. Bu miras bütünlüğünün varisleri, kabullenme ile tercih; muhafaza ile yüzleşme; tekli sahiplenme ile hesaplaşma döngüsünden çıkışlar aradı/arıyor. Böylece aktif veya zımni konuşlanmaya göre 'şimdi'ye dokunmayıp içinde eriyenler ile 'şimdi'ye yanlış müdahale edip ilişenler ve 'şimdi'yi reddedip yaşanılır kılmak isteyenlerin, çoklu iç ve dış karşılaşması sürdü/sürüyor. Bu kaosu sonlandırma veya kabul edilebilir doğasına çekme sancısının yaşandığı 'şimdi'nin içinde yer alanları zorlayan temel gereksinimler; kurumsal devamlılık ve kolektif şuurdur. Kürtler, ikisinden de mahrumiyetinin gecikmeli azabını çekiyor. Hem kolektif şuurun gayrete rağmen tamamlanmaması hem de bu şuurun tamamlandığı kadarıyla cisimleştiği organların, ontolojik tereddüdü bundandır...
Kuzey Kürtlerinin örgütleşme, sonrası örgütlenme ve depar atanın kapsama alanını genişleterek halklaşma serüvenine paralel olarak kurumsal somutlaşma da gündeme geldi. Ancak, yukarıda bahsettiğimiz objektif halin, sunduğu zemin ve bıraktığı mirasın yetersizliği ile alan öncelikleri, ideolojik donanım, üzerine gelecek tesis edilemeyen belirsizliğin ağır bastığı projeksiyonun kısa menzili olması, örgütçü harislikle birleşince zorluk katmerleşti. Hepsinin toplamından daha fazla da devletin ölümcül kuşatma, saldırı ve sızmalarına rağmen kurumsal altyapılara yönelindi. 90'dan itibaren basın-yayın, siyasal, sosyal, kültürel kurumlar legal olarak kuruldu. Koşulların cevaz verdiği alan ve kapsamda ise illegal yapılanmalara gidildi.
Kürdistan Ulusal Meclisi, bu dönemin ürünüydü. Entelektüel namusları, bulundukları yerdeki fedakar pratikleri gözetilerek seçilen insanların çoğunlukta olduğu bu deneyim, trajik oldu...
Sürgünde Kürdistan Parlamentosu, bu trajik sondan çıkarılması gereken dersler dikkate alınarak ülke dışında oluşturulan bir organdı. Meşruiyetin, temsille yer üstüne çıkarılıp uluslararası sahnede sergilenmesine vesile edilen bu organın çapı, yüksek beklentilere ve devasa misyona yetmedi. Kuruluşundaki hız ve heyecan, yerini yetkisiz bir formalitenin hazin sonu ile bu sonun ürünü öfkeler ve dirayetini koruyanların oluşturacağı yeni umutlara bıraktı.

Bölgesel parlamento

Kürdistan Ulusal Kongresi ve '99 değişiminin ürünü Halk Kongresi, kısmi revizyonlarla varlıklarını koruyor.
Kuzey kaynaklı bu deneyimlerin somutlaştığı Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Kürtlerin kendilerini yönetme iradesinin ürünüdür. Yapı ve fonksiyonundaki uyum ile yetki ve sorumluluğundaki balans gözetilerek, Kuzey Kürdistan'ın en büyük sivil organı, bir nevi bölgesel parlamentosu olarak benimsenen DTK'yi yeni dönemin zorlukları bekliyor. Şimdiye kadar bileşenlerini zenginleştirerek toplam iradenin temsilini sağlamaya çalışan DTK, çalıştaylarla bilgi üretimi, daimi toplantılar, kurultaylarla siyaset rafinasyonu ve bağlayıcı kararlara imza attı. Bazen gecikti, bazen erken davrandı. Ankara ile Amed sarkacında, kapsamı ile dili arasında zaman zaman denge sorunu yaşadı. Devlet, müdahale etmekte geciktiği ve polisiye yontmalarla da kötürümleştiremediği için görmezden gelerek, kurumsal meşruiyetine mesafeli duruyor.
Askeri mücadelenin geri plana çekileceği yeni dönemde DTK'nin, farklılıkları birlikte buluşturma, ortak yaşamın ilkesel temsilini sağlama ve realize edilebilir kararları kolektifleştiren misyonunu öne çıkarması lazım. Bunun için de Kuzey Kürdistan'daki bütün örgütlü/örgütsüz kesimlerin kendilerini bulabildiği bir organ olma uğraşından taviz vermek yerine, yoğunlaşmalı.

Sorun alanları

Kuzey Kürdistan, etnik ve inanç çoğulculuğun; ceberrut devlete, siyasal sekterliğe, dinsel/mezhepsel fobilere ve operasyonel kışkırtmalara rağmen yaşandığı bir alan. Kürt hareketi de bu kozmopolit zeminin farkındalığını ilk günden idrak ederek; kaba materyalizm, dışlayıcı milliyetçilik, mezhepsel gericilik ve zor tekelini kırmanın sağladığı güvenden şımarmayarak çoğunluk tasallutundan imtina etmeye çalıştı. Pozitivist modernite ile benzeşen alternatiflerini geride bıraktığından itibaren ise demokratik toplumun zenginliğini korumayı, yaşamsal zorunluluk olarak teorize ediyor.
Buna rağmen son dönemde Kürt toplumunun sinir uçlarıyla oynamayı hedef alan iki saldırı sözkonusu.
Birincisi; Türk talebe birliği ile bazı cemaatlerin fideliğinde yetiştirildikten sonra İran'ın genetik kodlarıyla oynadığı, ardından Türk devletinin aşısını yenilediği garabet. Tetikçiliğini, bugün de zihinsel lümpenizmin kirli diliyle seriye almaya çalışan bu yapının necasetini, İslam dinine bulaştırmaya çalıştığını bilmemiz lazım. Dolayısıyla karşımızda demokratik toplumun müsamaha göstereceği politik bir hareket değil, iki sömürgecinin ortak yapımı ahlaksız bir siyasi operasyon var. DTK, sosyolojik realetiyi dikkate alarak siyasi parti sıfatını alan bu yapının görünen yüzüne meşruiyeti dayatıp yeryüzünde tutarak, en azından nötrleştirebilir.
İkincisi; çeperinde bulunduğu halde Kürt hareketinin kaynaklarına bakma tenezzülünde bulunmayarak, İslamofobi nöbetleri geçirip milliyetsizleşmeyi göze alanların koalisyonu. Sağ ve sol Kemalizmin kirlettiği kuyulardan afiyetle nasiplenerek beyaz Türkçülüğün laiklik illüzyonuna mest olup uyuşanları gözardı etmeden Alevi halkımıza siper olunmalı. DTK, arkaik ve sol maskeli ırkçılığın abanmaya çalıştığı bu alandaki halkımızın gerçek temsilcilerinin özgünlüğüne saygı duyarak; dikte etmek yerine olduğu gibi kabullenip milli şuur sunmalı.

Amed'den bakmak

DTK, herhangi bir siyasi parti gibi değil, Kuzey Kürdistan'ın bütün renklerinin yan yana durabildiği, seslerini duyurabildiği, iç sorunlarına çözüm bulabildiği, gönüllü rızanın üretilebildiği itirazsız bir üst organ olabilmeli. Gözünü Ankara'ya dikenlerin değil, Amed'i merkez alanların yüzü olmaya devam etmeli. İçinde bulunduğumuz dönem, Kürt halkına gülsuyunun TOMA'lardan sıkıldığı dönemdir. Aynı TOMA'lardan tazyikli su sıkıldığını, asıl derdimizin TOMA'ların varlığı olduğunu bilelim. Bu da kurumsallaşan iradenin kolektif şuurla donanmasıyla olur.

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

5 Nisan 2013 Cuma

Kürt savrulmaları!..


Güney'de mevcut statü hem yetmemeye başladı hem de merkez tarafından hazmedilemiyor. Tartışmalı bölgeler için yapılması gereken referandum ertelendikçe, yeraltı kaynaklarıyla ilgili tasarruftan merkez uzaklaştırıldıkça artan gerilim, örtülü bir savaş şeklinde devam ediyor. Şiilerin nüansları bir kenara bırakıp safları sıklaştırma arayışı ve İran'ın Güney'deki Kürt yapıların içine en az Türkiye kadar nüfuz etmesi de cabası. Barzani'nin bütün olasılıkların masada olduğunu açıklamasının ardından Kürt parlamenterlerin boykot kararı, restleşmenin fiziki kırılma arifesini işaret ediyor. ABD'nin moderasyonunun ve balans civatalarına koşturmasının ne kadar etkili olacağını göreceğiz.
Batı'da 19 Temmuz'dan itibaren boy veren fiili durumun yarattığı sarsıntı ve iki fay hattında derinleşen yeniden aktifleşme durumunun sancıları, kanlı bir girdaba doğru sürüklenebilir. Baas kalıntılarının yanı sıra yerelde Türkiye pilotajındaki muhalifler toplamı, İran'ın hem rejim üzerinden sarkması hem de geleneksel koçbaşlarının uyandırılmasının oluşturduğu keşmekeş, görece en zayıf halka Kürtlere patlıyor. Dolaylı siyasi kontrol ile direkt fiziki müdahelenin senkronizasyonunu sağlama uğraşındaki bölgesel güçler ve dış ittifaklarının büyük resimde 'tahammül' etmek zorunda kaldıkları alan, renk ve çarpıcılığın belirtileri, Kürtlerin beklentilerini karşılamaktan uzak olabilir. Sahaya bakıldığında kaosta hem ayrışan hem karışan güçlerin kimi zaman yan yana kimi zaman karşı karşıya ateş etmelerinin, Kürtlerin naif zihinsel formasyonunu istismar etmeyeceğinin garantisi yok. Üstelik erken egemenlik hastalıkları ile ağabey gölgeleri arayışındaki Kürt örgütçüklerinin yaratacağı kesiklerin acısını da küçümsememek lazım.
Doğu'da oluşturulan geçici sessizliğin akıbetini bilecek tarihsel deneyim ve sürekli güncellenen bellek sahibi Fars egemenliğinin, Ortadoğu'daki gücünü konsolide etmekle yetinmeyip uç mayınları/düzenekleri güçlendirerek dışardan bariyeri sağlamlaştırması sürüyor. Fars devleti, son yüzyıldaki bütün Kürt trajedisindeki payını şöyle gözden geçirip Irak ve Suriye'nin son etaplarının kaderine baksa bile kendisine yaklaşan büyük öfkenin faturasının ağırlığını bilir. Doğu'daki en örgütlü ve askeri gücün, politik ilke ve esneklik marjını şimdiden kabullenip ona göre hem Doğu'da hem de gölgesinin düştüğü diğer alanlarda aktifleşme ile paralize etmenin vitesini değiştereceği kaçınılmaz.
Kuzey'de yeni devlet aklının bölgesel hatta dizilmenin eksik halkalarını tamamlamaya çalışırken 'iç bünyesi'ni restore etmesinin gereklerine bigane kalamayacağı netleşti. Arkasındaki dış rüzgara ve ön açıcı saha temizliğine rağmen ilerleyememenin kendisini denkleme sokamayacağını vurula vura anlayarak havlu atması sürpriz olmadı. Ancak bu dezavantajlı pozisyondan en az hasarla; 'baldıran zehiri' metaforuyla sıyrılmanın gayretinde. Yeni devlet bileşenlerinin de en az Fars egemenliği kadar tarihsel birikim ve deneyimle donandığı sır değil. Üstelik bu zinde kadronun paralel toplumdan devşirilme gibi zamanın ruhuna oturan uyum yeteneği var. İyi bir şefleri, maharetleriyle matuf orkestraları ve önceden hazırlanıp refleksleri kurgulanmış; hangi koltuk sırasının nerede nasıl reaksiyon göstereceğinin belirlendiği bir aktif izleyici kitlesi var. Salonun iç ve dış güvenliği tolere edilebilir zaaflara rağmen tetikte. Kürtler için büyük risk; 'felç edenlerin tekerlekli sandalye vermekle yetinme' olasılığı…
Dört cepheden süren açık veya örtük; kanlı veya kansız hesaplaşmanın yerli ve kadim aktörü; kurbanı, mağduru ve oyun bozanı Kürtlerdir. Önce iki imparatorluk, ardından bölgenin kaderiyle oynayan yeni devletler ile yerli müttefiklerince parçalanan Kürtlerin, 6 milyona yakın Güney'deki devletleşen siyasi aktörleri formel kalıbında bırakırsak, temel gücü KCK ve şemsiyesi altındaki organizasyon şemasının bütünüdür. Tarihin tam da bu döneminde Kürt hareketi, kılıç üzerinde dengesini koruyarak, kılıcın dayandığı zemini, kendisinin dayanma kapasitesini, geride bıraktıklarını, önünde duranı, etraftaki sesleri hesaba katarak ilerlemeye çalışıyor...
'Eşik aşıldı' yazımda ifade etmeye çalışmıştım. Bu süreci eleştirmek, kaygıları dile getirmek ve hatta argümanlarıyla birlikte itiraz etmek de meşrudur. Bunu Kürtler ve dostları yapmalı. 40 milyonluk bir halktan tek tip bir insan modeli yaratamayız, kimsenin de böyle bir gayesi yok. Bu halk, bütün zenginliğiyle yaşadı, yaşayacak. Elbette, geleceğe dair farklı tasavvurlarımız, tasarımlarımız, umutlarımız olabilir. Hala 70 bin Kürt, resmen devletin korucusudur, gerisini saymaya bile gerek yok. Ne sosyolojik gerçeklerimizi ne de güncel depresyonlarımızı inkar edemeyiz. Ancak, Kürt hareketini küçümsemek, aşağılamak, yetmedi küfür etmek, ihanetle suçlamak, gevezelik malzemesi yapmak, en kibar ifadesiyle doğru değil...
Alevilikten radikal İslamcılığa; Ermeni dostluğundan Türk düşmanlığına; bağımsız devlet istemekten kayıtsız teslim olmaya; Türkiye sevdasından AB rüyasına; Şii hattından sosyalizm duyarlılığına uzanan kümelerin bileşkesine Kürt hareketi düşmanlığını oturtma mucizesine hayret etmemek mümkün değil...
Böyle bir dönemde 'sesler' ve 'yankısı' ile yaratacağı manevi ve fiziki tahribatın kaynağından da sorgulanması gerekir. İşte bu noktada oldukça rahat, pervasız, gereksiz, faydasız, firari çıkışlar ile abartılı abanmalar, yetki ve sorumlulukta endazeyi kaçırmalar yarışmaya başladı. Bunu 'mevcut hal'in lehine yaptığını iddia edenler orta ve uzun vadede, aleyhine yaptığını söyleyenler de kısa vadeden başlayarak uzun vadeye de yüklü bir faiz bindirdiklerinin farkında olmalılar.
Biraz sakin olun! Hiddetinizi, nefretinizi, öfkenizi kardeşlerinize boca etmekte gösterdiğiniz cömertliği niye düşmanlarından sakındığınızı iki dakika düşünün. Arkanızda bıraktığınız örgüt enkazlarını boş verdik ama hayatınızın herhangi bir kesitinde harcadığınız samimi emeğinize saygılı olun...
Kürtlerde okur-yazarlık ile militanlığın yarattığı orta ölçekli bilirkişilik, dış akademiye tüneyerek beslenen siyasi doğruculuk, devlet okulları ile talebe yurtları ürünü utangaç kontenjan titrlerinin, samimi bir muhasebeye ihtiyaçları yok mu? 40 milyonun derdiyle dertlendiyseniz düşünsel üretiminiz, politik dehanızın rehberlik marifeti ve bugünü besleyip geleceğe de taşınabilecek bilumum yaratıcılığınızı niye görmüyoruz? Çok azını tenzih ederek belirteyim ki; siyasi mesafe korkusu, konformizm, oryantalist yabancılaşma ve tamamen özentiyle taçlanan taklit/benzeşme iştahı, obur egolarla dolu silik 'iyi Kürtler'den başka malzeme çıkarmadı. Şimdi sayfalarda ve ekranlarda gördüğünüz kısık sesli mahçup ile çıtayı en tepeye 'zahmetsiz' koyup sırıtan ukalalar, bu 'kardeşler'dir...
Örgütlerini maalesef tarihin değerli bir köşesine yerleştirmektense hurda deposuna postalayan ya da hala o depoda bir mucize yaratacağını sananlar ile sıfır ideolojik itiraz ve alternatif sunumdan aciz düşerek havlu atan 'eski' hanesini sıfat edinenlerin sesi de geliyor. Onlar pişmanlık, hüsran ve pişmanlık döngüsünde hayata tutunmaya çalışırken travmalarını, nefrete dönüştürenler. Nefretlerinin hedefindekinin yok oluşunu görmekle ontolojik bir bağımlılık yaratan bu 'mağdurlar', bir noktaya kadar anlaşılabilir ama sözlerinin hacmi, kendilerini de esir alan bir yalana dönüşünce, geriye sefalet yığını kalır. Böylece ne ciddiye alınır bir eleştiri, ne de değer verilebilir bir uyarılar manzumesi ortaya çıkar. Halbuki bazıları, ağır bir pratiğin ardından kırmadan dökmeden hayatın bir ucundan tutmayı başarabildi. Mahçup ama saygın kalmak da bir yoldur... Elbette Kürtlerin kadim dostlarına ve değerlerine saldırma cüretinde bulunan istihbaratın konjonktürel piyonları ile onlara karşıymış gibi duran madrabazlardan bahsetmek bile abestir…
Gelelim yeni sürece dayanıp sabitlenerek, ölçüyü kaçıranlara. Kürt halkı, bütün Kürt aktörlerin söylemlerini tolere etmez. Lütfen siz de sakin olun. Kürdistan'ın en fedakar, en cefakar bölgesinden milletvekili seçilip yurtdışındaki bir otelde Türk bayrağının olmamasından cıngar çıkarmanın bugün Şemzinan sokaklarında izahı olmadığı gibi Amed'den milletvekili seçilen birinin "Kürt halkının bayrakla sorunu yok" deme yetkisi yok… Kürt devleti isteyen gençleri, verili duruma saldırmaktan men etmeye ikna etmek, pratik sahayı hatırlatmak yerine onları rencide edip başka kapılara savrulmalarını sağlamak, Kürt gazetecilerin/televizyoncuların işi değil. İki Kemal, bir Kamer ve üçünün mahsulü Hüseyin'in saldırdığı, 'Türkan hanım koruculuğu' ile 'onlar çekilmeyecek' provokasyonunun meczedildiği bölgede istifa patlatanların aklı nerede? Başbakanlık tarafından duyurulan Akil İnsan Heyeti ile ilgili kem-kümü aşamayan inisiyatif yoksunluğu; mektuplara hakim olup "halkın bildiği kadar biliyoruz"un siyasi aklı nedir? Kuzey Kürdistan'ın en büyük sivil organı, milletvekilliği gibi iki yetki ve sorumlulukla yetinmeyip bir gazeteye 'siyaset ile politika' arasındaki farkı bulmanın heyecanını anlatıp ortak bir etnisite müjdelemek, hemen ardından da diğer bir gazeteye savruk buhran tablosu çizmenin fazlalığı yok mu? Öcalan'ın doğum gününü, Amara'da özgürlüğünü istemeye vesile edip eylem yapmak elbete mücadelenin bir parçası; bunun için can bile verildi. Bugün ve bu insanların anısına saygılı olunmalı. Fakat 'Maddi Uygarlık' eleştirisini aşan alternatif sunmaya kalkışan Öcalan için Kürtlerde olmayan bir tüketim geleneğini devreye sokup pasta kesmeler; Tanrılaştırmanın bir lidere yapılabilecek en büyük kötülük olduğunu söyleyen; bütün yazdıklarını, 'taslak, tasarı, deneme, çaba, çözümleme, savunma' olarak adlandıran Öcalan'ın köyünde bazı yapılanlar, herkesten önce kendisine haksızlık ve kötülüktür...
Kürtlerin bütün bileşenleriyle Kürt hareketinin öncülüğüne en azından saygı göstererek, asgari müştereklerde bir arada durmalarını gerektiren bir dönemdeyiz. Bu öyle klasik bir 'safları sıkıştıralım' propagandası değil, geçen yüzyılın tahribatlarını nihayete erdirecek momentin emridir. Unutmayalım: "Geçmişin ihanete uğramış kahramanlarının ülkülerini gerçekleştirecek olanlar bugünün hainleri değildir."

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret