21 Haziran 2010 Pazartesi

Havan topuna oturan Başbakan!

Türk 'aydın' kalabalığının üç gündür geveledikleri, yine yanlış mecrada olduklarının göstergesi. Konu başlığı 'terörle mücadele' olunca kerameti kendinden menkul profesörler, askeri dersler veriyor; diplomatlar çapraz karşılaştırmalar yapıyor, stratejistler ölüm yolunun anahtarını beleşe teslim ediyor. Hayatında Kürt coğrafyasına sıradan bir vatandaş gibi gidemeyenler, farklı düşünen üç Kürt ile sohbet edemeyenler, tek bir Kürt kaynağını okumayanlar tahlil bereketini saçıyor. Bunların hepsi 'terör' veya 'terörizmle mücadele' nasıl ve daha iyi yapılır egzersizleri... Başlık bu olduğu sürece bu kısır döngü de devam eder... 

Sondan bir önceki istasyon

Muhafazakar-demokrat ve daha bir yıl öncesinde 'büyük reformcu' diye takdis edilen Türk Başbakan'ın ölen askerler arasında yaptığı konuşma, kozmetiksiz, ambalajsız çıplak haliydi. Aslında bu kadardır ve kendi belirlediği yol haritasının taşıdığı yerdedir. Karşısındaki Kürtler olunca küçümser ve kesif bir nobranlıkla aşağılarsan sondan bir önceki istasyona varırsın. 'Tek'leye 'tek'leye sonunda gider havan topunun başında poz verir, icazet bekleyen müezzin gibi konuşur, ara kademe askerler tarafından brife edilirsin... 

Anti militarizmin alaturcası

Ondan bir anti militarist, reformcu, statükoya çomak sokan, halkçı bir pratik politika dehası çıkarmaya çalışanlar da arkasında çuvallar. 
Evrensel ve insani normlardan bihaber, kavramın tam anlamıyla uyuşmayacak bir mayanın ürünü olanların anti militarizm adına sergiledikleri iktidar beslemeli muhalefet de Türk'ün gücünün neden gösterilmediğinin yasını tutmaktan ibaret kalır. Anti militarizmin alaturcası da böyledir ve mealen şunları sorar: 
İsrail Heron operatörlerini niye çekti, ABD niye anlık istihbarat vermedi, karakol niye sağlam değil?... 
Komutan niye uyanık değil, termal kameraya ne oldu, çelik yelekler nerde, niye James Bondlar devreye girmiyor?... 
Elin oğlu Tunceli'de karakol basarken Hava Kuvvetlerimiz niye ortalığı cehenneme çevirmiyor; neden ecdadının 38 ruhuna başvurmuyor?... 
Paraysa para, araçsa araç, insansa insan, imansa iman daha neden 'teröristler'in inine girilmiyor, bataklık kurutulmuyor?...
Neden PKK'nin beslendiği vasata ilgili gösterilmiyor, Kürtlerin 'cici' olanları arttırılmıyor ve yeterince ihya edilmiyor, ekonomi, psikoloji?... 
Yok yok sınırlar; sınırlar nasıl bu koca ordu tarafından korunamıyor?... 
Irak ile neden sınırın yeniden çizilmesi konusu gündeme getirilmiyor?..

Yalanına inanıyor

Türk egemenlik sistemi uydurduğu yalanı bir süre sonra gerçek sanıyor. Şaki, eşkiya, sergerde, bölücü, anarşist, terörist, piyon, taşeron, diyerek devam ediyor. Türk medyasının manşetlerine bakın; Kemalist solundan, sağına kadar... Hepsi aynı: Özne 'biz'... ve öfke, kin, nefret, düşmanlık, şiddet, ölümü kutsama...
Mehmet Ağar, 'tuğlayı çekersem duvar yıkılır' demişti ya Türk egemenlik sisteminin inadı bundan... Yalan ve zulüm üzerine kurulu bir bina... 
Şimdi yine yeni yeniden sınırötesi operasyon pompalanıyor; yani 27'ncisi. Anti militarizmin alaturcası da destek veriyor: Örgüt Irak'a çekil!.. Çekilmezse de olacak ama çekilirse daha kolay olur. Sonrası şu: Çongar için 'altın vuruş'. Laçiner için 'büyük acı'...Yanisi Sri Lanka modeli... 
Bunun için şimdiden başladılar, sözümona savaş karşıtı bir cephe oluşturacaklar. Çok güzel de bu cephenin temel dinamiği,havan topunun başında poz veren muhteremin şakirtleri olacakmış, biraz da TRT-6 ile mest olan Kürtler ve iktidarın nimetlerinden beslenen 'kardeş halklar'... Mesele, savaş karşıtı bir refleksi Kürt gerillaların karşısına dikmek...
Farkındayız, kendilerini ağabeyimiz olarak görenler, bizi 'kapıcı', 'inşaat ustası', 'hamal', 'devşirilmiş devlet memuru', 'işbirliğinin ürünü politikacı', vs... olarak seviyor. Kusura bakmayın Fars dinciliği, Arap nasyonalizmi ve Kemalizm arasındaki Kürtler, artık bu oyunlarınızın farkında... Hava saldırılarında yaraladığınız ve şimdi tedavi gören 4 yaşındaki Şaxqewan Mihemedî bile bunun farkında...

18 Haziran 2010 Cuma

Kantopu gibi ittifak

Beklenen ama istenilmeyen oldu... 
Tarihi, güçlüyken daha da büyüme, yenerken yoketme ve uzlaşmazlık üzerine kurulu talancı bir egemenlikle kurgulanan; yenilgiyi tadınca da iyi bir barış ve uzlaşma partneri olan Türk devleti, yenemediği, yok edemediği ama yenilemediği Kürtlerle son savaşını yapmak istiyor. Buna o kadar hazır ve bir o kadar da istekli ki kendi içindeki kargaşa ve minik iktidar oyunlarını rafa kaldırıp toparlandı; Yasama, Yürütme, Yargı, Asker ve Medya hemen topyekun mücadele moduna geçti...
Kürt tarafının AKP'lileşerek sisteme entegre olmayı reddetmesi ve saldırı dalgasını fark ederek pozisyon değiştirmesi ardından devlet, kitlesel kıyım dışındaki tüm kozlarını sahaya sürdü: 
* KCK iddianamesi adı altında hazırlanan ve özünde Kürtlerin 20 yıldır binlerce insanını feda ederek legal alana taşıdıkları bütün kazanımları silmeyi öngören ferman hazırlandı ve mehkemece kabul edildi.
* Barış elçisi olarak gelen PKK kadroları ve sempatizanları 8 ayın ardından Başbakan Erdoğan'ın deyimiyle 'köksüz devlet', 'aşiret devleti' geleneğine uygun olarak tutuklandı.
* BDP hakkında kapatma davası hazırlandığı kulislerde dolaşmaya başladı, zaten bunu gerektirmeyecek yeni fezlekeler ve 'polis zoruyla mahkemeye' talimatları ilgililere yetiştirildi.
* Toplumsal gösterilere müdahale sertleştirildi, milletvekilinin kemiği tereddütsüz bir şekilde kırıldı, Türk kentlerindeki dinamik Kürt öğrenci grupları ölümcül örneklerle kontrol edilmeye çalışıldı/çalışılıyor.
* Rehin çocuklar ile ilgili düzenleme 'terörle mücadele' konseptinin öngördüğü bir güzergahta yürütülüyor.
* Ahmet Türk'ün burnunu kıran kişi, ilk duruşmada tahliye edildi.
* Sıcak savaş, Kuzey'in bütün alanlarına yayılırken, sınır ötesine sızmalar başladı.
* Psikolojik harbin gerekleri tam saha pres edildi/ediliyor.
* Öcalan'ın öldürülmesi olasılığı için nabız yoklanıyor.
* Ergenekon sanıkları küme küme evlerinin yolunu tutmaya başladı.

Herkes görevini yapıyor

Başbakan Erdoğan ile Türk Genelkurmayı'nın bugünkü açıklamaları yanyana getirildiğinde yine kantopu gibi bir uzlaşmanın sağlandığının itirafı niteliğinde.
Başbakan, tam bir Savaş Sözcüsü edasıyla konuştu. Çiller'in eril hali vardı karşımızda. 
Ona göre Kürtlerin gaspedilmiş hakları için verilen mücadeleye Türkiye Cumhuriyeti pabuç bırakmayacak. 
Yargının ideolojik kararlarından rahatsız olduğunu şimdiye kadar dile getiren Başbakan, Yasama, Yürütme ve Yargı'nın birliğini istedi. 
Asker, polis, jandarma ve istihbarat birimlerinin moralini bozmaktan kaçınılmasını emretti. 
'Ecdad' ve 'genler' ile konuşmasını süsleyen üç kıta yedi iklime kadar uzanan Erdoğan, legal zemindeki tüm Kürt yapılanmasını 'dosyalar gelecek' şeklinde tehdit etti.
Türk Genelkurmayı da aynı saatlerdeki brifinginde teknik ve rakamsal detayların içine gururla yedirdiği 200 insanın ölü bedeninin ardından İsrail ve ABD ile sorunsuz ilişkilerini anlattı. Başbakan ve AKP sözcülerinin sık sık dile getirdikleri ve önemli bir 'çözüm parametresi' olarak pazarladıkları kavramlar demeti, Türk Genelkurmayı'nca tekrarlandı. Savaşın yayılıp şiddetleneceğini paylaşan Genelkurmay, devlet tarafından ve topyekun şekilde yürütülen savaşın ekonomik, sosyo-kültürel, propaganda ve uluslararası alanlar gibi AKP ve Hükümeti'ne düşen kısmı ile senkronizasyonunun önemini kaydetti.

Kürtler ne yapabilir?

Barış kapısını herşeye rağmen açık tutan Kürt tarafının önünde çok fazla seçenek yok. Kürt hareketinin ana paradigması Kemalizm reddiyesi ve devletin zor tekeline müdahele üzerine kuruluydu. KCK'nin son açıklamasındaki 'sömürgeci hukuk sistemi' söylemi, çivisi çıkan Türk yargı sisteminin dışına çıkmayı öngörüyor. Buna göre Kürtler, varlıklarını yadsıyan bir Anayasa'nın şekillendirdiği ve dibine kadar siyasallaşan yargı erkini dikkate almayacak. Demokrasicilik oyununu bozacak ama bedelinin herzamankinden ağır olacağını unutmayacak. 

15 Haziran 2010 Salı

Erdoğan çözemezdi, çözemedi!

Türk şair Arif Nihat Asya'nın 'Bayrak' şiiri "Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü/Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü/Işık ışık, dalga dalga bayrağım!/ Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım." diye başlar ve "Sana benim gözümle bakmayanın/Mezarını kazacağım/Seni selâmlamadan uçan kuşun/Yuvasını bozacağım." şeklinde devam eder vee "Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:/Yer yüzünde yer beğen!/Nereye dikilmek istersen,/Söyle, seni oraya dikeyim!" şahlanışıyla noktalanır... Büyük Türk liberali(MHP'nin eski neferi) Taha Akyol ile karşılıklı oturup dörtlük dörtlük paslaşırken buğulanan gözleri sonra ıslanmıştı. Tahmininiz doğru: Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı'ndan bahsediyoruz yoksa Kasımpaşa'da top koşturan genç Akıncı arkadaştan bahsetmiyoruz... 
Arif Nihat Asya'nın şiirini okurken gözlerinden yaş akan, 'düşünmezsen yoktur' diyebilen biri, Kürtlerin gaspedilmiş haklarından kaynaklı devasa meseleyi çözemezdi, çözemedi...
"Çocuk da olsa kadın da olsa güvenlik güçlerim gerekeni yapacaktır" deyip iki günde 10'un üzerinde ölüme cevaz veren çözemezdi, çözemedi... 
"Tek milet, tek devlet, tek bayrak, tek dedik... Ha beğenmiyorsan burda işin nedir, git beğendiğin yere" diyen biri çözemezdi, çözemedi... 
Saddam'ın sınırlara yığdığı yüzbinlerce Güneyli Kürt için İstanbul'da hayırseverlerden toplanan yardımın bir kamyonunu ulaştırdığı için yıllarca Güney Kürtlerine 'nankör' diyen biri çözemezdi, çözemedi... 
Türkler dışındaki halkların sorunlarının olmadığını anlatırken Arap bir aileden olan eşiyle mutlu olmasını gösteren biri çözemezdi, çözemedi...
Uzatmanın ve buraya Kürt tarafının açtığı kredi ile 8 yıllık verileri eklemenin gereği yok... 
'Edebi zarafetini, iktidarın politik lağımında yitirenler', 'Sat-dost edin, dost edin-sat' koleksiyonu oluşturanlar ile 'Kürt aydın kontenjanı' Kürtler arasında en avam tabiriyle 'Tayyip cesurdur, adım atacak ama bırakmıyorlar' diye pazarlarken; O zaten Türk Genelkurmayı'nın yeni dünyaya uygun belirlediği mücadele stratejisini programlaştırmıştı... Üstelik çok da kabul edilebilir bir ambalajı vardı: Anneler ağlamasın...

Kardeşi Abdullah

Başbakan böyle de 'kardeşim Abdullah' dediği Cumhurbaşkanı'nın 'iyi şeyler olacak' dedikten sonra vardığı nokta daha mı hayırlı?
Retorik ve hamasetle örülen şiddet güzellemelerine kardeş Abdullah da merak salmış. Topluma ver gazı, ırkçı damarlar kabarsın... 
Malum 'eksen kaydı mı, kaymadı mı?' tartışması var ya kardeş ordan dalmış... 
'Eksen','kayma','vizyon' vs gibi kelimelerin, Türkiye öznesiyle pasif veya aktif bir cümlede fink atmasından artık iğrenmeye başladım ama ben Cumhurbaşkanı değilim. Bakın, soğuk savaşın evlatlığını(isteyen buraya kolektif veya anonim velayet gerektiren sıfatı koyabilir) mevcudiyetiyle beğendirme telaşınının yansımalarına... 
AKP Hükümeti zaten Çelik, Mercan, Kalın, Dağı gibi şahsiyetleri ABD'ye göndermiş. Bahşiş olanaklarını yitirme telaşındaki avuç açma hariciyeciliği, yeni şantaj noktalarını avlama peşinde... 
Cumhurbaşkanı Gül de Kore yolundan imdada yetişiyor. Gül, Kore'ye asker göndermeyi hala 'hür dünya'nın yanında olmakla 'böyle muhteşem şey' olarak izah ediyor... Türkiye'nin Afganistan'da, Kosova'da, Bosna'da, Afrika'da, Haiti'de güvenlik gücü bulunduğunu hatırlatıyor. Çünküsü şu: Sermaye budur, yani militarizm... 
Dolayısıyla Kürtler için sıralayacağı cümleler de şu oluyor: "Terör örgütünü izole etmek için bütün boyutlarıyla topyekun mücadele ediyoruz. Ne gerekiyorsa yapacağız, yapmak zorundayız. Yılamayız. Ne pahasına olursa olsun kurtulacağız, çıkacağız bu işin içinden...Bu işlerden kurtulacağız. Açıkçası Türkiye'de teröre gerekçe olacak hiçbir şey olmadığına da samimi olarak inanıyorum."
İşte böyle diye diye 40 yıl oldu... 
Sonuçta maalesef belagatinize daha afilli cümleler eklemekle varılan yer, kan kokuyor...
Devletin organizasyon kudretini hiç yadsımadan, karşımızdaki ahtapotu küçümsemeden soralım:
Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan’la serbest ticaret ve dolaşım bölgesi için düğmeye basmış...Güzel de ben Van'dan Hakkari'ye gidemiyorum. Dersim'de Dokuzkaya, Aliboğazı ve Ahpanos vadileri, Munzur ve Mercan yasak bölge ilan edildi.Yani köyünden 100 metre öteye gidemeyecek... Bu durumu belkemiği kardeşlik olan hangi cümlelerle izah edeceksiniz?
Başbakan Erdoğan Arap sokağında son derece popülermiş, rahmetli Nasır gibi ama bir haftadır Hakkari sokaklarında 'şık' olmayan sıfatlarla anılıyor... Kürtlerin Başbakan'a özel bir garezleri mi var?
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muammer Güler, 'Milli Birlik Projesi' Koordinatörü İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile Home Office’de 'terörle mücadele'nin sivil ayağını tetkik edecekmiş. İskoçya, Galler, İrlanda, Güney Afrika, İspanya özerk bölgelerinden uzmanlar  Amed'e kadar gelip Koordinatör'ü de davet ettiler, oralı bile olmadı. İskoçya, Galler, İrlanda, vs ile İngiltere'yi birarada tutan nedir, İrlanda ne oldu? Ayağı bırakıp da bunlardan olumlu dersler almamanın vebalini nasıl taşıyacaksınız?
Korku-şiddet-çürüme sarmalınızın eserleriyle yüzleşip, gaspedilen haklardan feragat edecek misiniz yoksa çaresizliğin şoven kıyıcılığını mı Kürtlerin üzerine salacaksınız?
Basiretsizliğin panzehiri basirettir. Çözüm yolu var: Kiminle savaşıyorsan onunla barışır, kimin haklarını gaspetmişsen iade edersin. Bu kadar basit.

4 Haziran 2010 Cuma

Serdar Turgut'un Pentagon anısı!

Yıl 2002. Temmuz'un 19'u. Hürriyet gazetesini alanlar, entelektüel birikimini pornografinin sınırlarında nöbete çıkaran, zekasına tutukluluk yaptırarak hileli bir mevzilenmede debelenen Serdar Turgut'un 'Bilmem anlatabiliyor muyum' yazısıyla karşılaştı. Tam 8 yıl önce yani Hürriyet Gazetesinin Washington temsilcisi olduğu 1994 yılından bir anısını aktarıyor.
Bir gün Serdar, o zamanlar sıkça görüşmeye başladığı bir görevliyle buluşmak üzere Pentagon'a gider.
Biraz erkence gittiği için Pentagon'un koridorlarında azıcık dolaşır ve daha sonradan belirtildiği üzere, katiyen girmemesi gereken bir odaya dalıverir.
İçerde biraz sonra buluşacağı arkadaş, Talabani ve Barzani'nin Washington temsilcileriyle hummalı bir toplantı halindedir.
Haritalar filan da açılmış ortalara.
Serdar'ı görünce hayli bozulurlar, ancak hepsini tanıdığı için tınmıyor.
Doğal olarak toplantıları zamansız sona ermiş ama Serdar hınzırlık yaparak dışarı çıkmayıp toplantının devam etmesini önler.
Talabani'nin temsilcisi de Dr. Barham Salih'tir.
Serdar'ın buluşacağı arkadaşı Harold Rhode ve eşlik edenlerden biri de Alan Makovsky.
Serdar, hikayesine artık arkadaşının önadıyla devam eder. Haroldcuğunun kariyer planlamasını nasıl ördüğünü ve tebdili kıyafetle Türkiye gezilerini anlattır. Şaşırmayın, çook samimiler ya ondan biliyor. Harold sonunda Pentagon'un Ortadoğu işlerinden sorumlu yetkilisi olur. 
Türkiye sevgilerinden en ufak şüphesi olmayan Serdar'ın arkadaşı ve onun arkadaşları maalesef Kürtler ile ilgili de bir plana sahipler. Ancak Serdar, 2002 yılında, "Bunun ne olduğu konusunu ben bilemem; çünkü başta da dediğim gibi girmemem gereken toplantıya girdiğimde ne yazık ki konuşmalarını yarıda kesmişlerdi, fazla bir şey öğrenemedim açıkçası" diyor.
Zaten içinden çıkamadığı için "Falan filan, işte böyle" deyip yazısını şu soru cümlesiyle bitiriyor: Bilmem anlatabiliyor muyum?

Al sana komplo işte

Yıl 2004. Şubat'ın 25'i. Akşam gazetesini alanlar yıllarca Genel Yayın Yönetmeni güzellemesi yapan Serdar Turgut'un Genel Yayın Yönetmenliğinin cicim devresindeyken revize edilmiş ve ambalajı değişmiş bir anısını okumak zorunda kalırlar. 'Bu da komplo teorisini hak etti doğrusu!' başlığındaki yazısında kamramanımız Serdar, bu kez kitabevinde raflar arasında dolaşır. 
Pat diye Yalçın Küçük'ün iki kitabı karşısına çıkar.
Serdar'ın birikimini pornografi fonundan absürd mizaha tahvil ettiği gibi Veli ile soyadı benzerliğini Ergenekon yatağından çiftleştiren Yalçın'ın kitapları satın alınır.  
Yalçın'ın kitapları İsrail ve yahudi düşmanlığıyla bezenmiş komplo teorileri, etnik secereler vs tahminleriyle dolu olduğu için epey okunuyormuş. Serdar biraz şaşırmış ama o da ne? Gerçek Hayat dergisinde yayınlanan Yalçın Küçük söyleşisinde bir 'tespit' Serdar'ın dikkatine mazhar oluyor. Küçük '..ben Barzani ve Talabani'nin İbrani kökenli olduğunu, orada kurulmakta olan devletin bir Kürt Judaik devlet olduğunu söylüyorum' diye konuşmuş.
Tanrım Serdar'ın aklına mukayat ol, çünkü ikinci yazı hemen ertesinde önüne geliyor. Sedat Ergin'in 'İsrail'in Kürt Devleti'ne Bakışı' yazısı... 
Ordan alıntılarını tamamlayan Serdar, 'Sevgili okurlar' diye biz gariban okurlara seslenerek kararını, "Bunca gelen açık istihbarattan sonra benim yeni bir komplo teorisi üretmeden durabilmem mümkün değil" şeklinde paylaşıyor ve hemen ekliyor: "1994 yılında Washington'daki Pentagon'da yanlışlıkla girdiğim odada Talabani'nin sağ kolu şimdiki Dışişleri Bakanı Barham Salih ve Barzani'nin adını unuttuğum temsilcisi Amerikan yetkiliyle oturmuş haritaları açmış Kürt devletini konuşuyorlardı. O yetkili de gayet tabii ki İsrail'i ikinci vatanı olarak seven dinine son derece bağlı Harold Rhode'du."
Serdar, yazısını, Yalçın Küçük'ten aşırdığı üfürüklerle sürdürüp, inanmamış gibi yapıyor, komplo teorisi diye mim koyuyor fakat "Eğer doğruysa o zaman Büyük Ortadoğu Projesi bence budur ve bu bence projelerin anasıdır" diyor. Ve yine bizi iki yıl önceki sorusuyla titretiyor: Bilmem anlatabiliyor muyum?

Teorisi değil komplo!

Yıl 2010. Haziran'ın 2'si. Habertürk gazetesini alanlar, 8 yıl önce ilk kez okudukları, 6 yıl önce revize edilmiş ve şimdi HT kalitesiyle tamamen değişen Serdar Turgut'un anısına maruz kalırlar. Artık teorisi yok komplo var ve İsrail-PKK işbirliği yeni Serdar'ın kesin sunumudur. 
Aktüel gelişmeleri kendi penceresinden okuyucusuna aktaran Serdar, "Ben bugün komplo diye anlatılan olayların yarın tarih bilgisi diye anlatılabildiğini bildiğimden komplo teorilerini bir noktaya kadar ciddiye alırım" diyor ve "İsrail-PKK işbirliği ve Kuzey Irak’ta bir Yahudi devleti kurulduğu teorisini, biraz sonra anlatacağım olay nedeniyle daha da ciddiye almaya başladım" diye ekliyor.
İki kez anlattığını tekrarlayacak olan Serdar, 'noktasına virgülüne kadar doğru' diyerek okuyucuyu ikna ediyor!
Serdar Türkiye’ye komplo hazırlandığını gözleriyle görmüş.
Olay ABD’nin başkenti Washington’da geçiyor(Ne tesadüf?)
O dönemde çalıştığı gazetenin Washington temsilcisi(ilginç!). 
En iyisi aradan çekileyim: 
"Türkiye’ye karşı komplonun hazırlanışını gördüğüm gün, Pentagon’da istihbaratçı olarak çalışan kişiyle randevum vardı. İlk önce odasına gittim. Oda arkadaşı, 'Bir grup misafiri vardı, aşağı katta kafeteryanın yanında bir odaya gittiler' dedi.
Ben de aşağıya indim.
O günlerde özellikle istihbarat konularında Amerikan devleti içinde Türkiye’ye bakan hemen hemen tüm personel Yahudi’ydi. ABD göçmen ülkesi olduğundan hepsi de Amerika’nın çıkarlarının yanı sıra İsrail’in de çıkarlarını koruduklarını açıkça söylerlerdi.
Pentagon’da görmeye gittiğim kişi de fanatik bir Yahudi’ydi... Neyse Pentagon’da o gün kahvemi aldım, bulundukları odanın kapısını bir tıklatıp içeriye dalıverdim.
Şimdi sıkı durun. Manzara şuydu:
İstihbaratçı masaya oturmuş ve önüne bir harita açmıştı.
Haritada Türkiye ve Kuzey Irak görülüyordu. Unutmayın, Irak savaşının
başlamasından 20 yıl öncesini anlatıyorum. Adam etrafındakilere, Kuzey Irak’a çizdiği bölgede sınırlarının bir bölümü Türkiye’nin güneydoğusuna da taşan yeni bir ülkeyi anlatıyordu.
Masada onu dinleyenler, Barzani’nin Washington temsilcisi (adını hatırlamıyorum), Talabani’nin temsilcisi Behram Salih ve PKK Washington temsilcisiydi.
Bugünlerin kaderi o günlerde, Pentagon’un ikinci katında bir odada öyle çizildi."

Anı da anıymış yani!

Serdar Turgut'un Pentagon anısının geçirdiği evrim böyle. Pentagon'daki turun güzergahları; arkadaşının yapısı; masa ve üzerindeki haritanın ölçeği; masanın etrafındakilerin Serdar ile ilgili tavırları değişime uğruyor, sürekli gelişiyor. Anı sabit durmaktan sıkılıyor. Son halinin en bariz değişimi ise modaya olan duyarlılığı ve masanın kenarına bir sandalye daha iliştirilmesi. Ee yıl 2010 ve İsrail ile problem var, üstelik PKK de eylemlerine başlamış, 'manidar' bulunmuş, Serdar ne yapsın?.. Kolayına kaçmış ve iliştirdiği masaya PKK Washington temsilcisini oturtmuş. Bu kadar basit işte.

Adını sen koy Serdar

Serdar Turgut hazretleri, bu üç yazının ardından ilave yapmanın anlamı yok. İdollerin olan Ron Jeremy seni cezalandırsın ardından Rocco Siffredi'ye havale etsin, ordan hayranı olduğun Uzakdoğu'nun sidikli banyosunda kırklan, dersem ne yazar. 
Seni Rana'nın haysiyeti ve Alp'ın onuruna havale ediyorum. 
Bari bunların hatırı için toplumsal meselelerde kalem oynatırken yalandan kaçın.
İnsaflı ol.

3 Haziran 2010 Perşembe

Ne de olsa Kürt!

İsrail destekli dedikleri 28 Şubat post-modern darbesinin sonucunda Necmettin Erbakan'ın siyasi mevtasına ayaklarını basarak yükselen kadronun ayrı dünyalardaki iyi ayağı açıldıkça çatlayacağı muhakkak. Bu kadronun 'gömlek değiştirdik' pişmanlık beyanlarını gayet samimi bulmuştuk. Bunun için de 'miş gibi' üzerine kurulu ve bütün sorunların çözümünde bırakın düşük yaptırmayı rahimde boğup bırakmayı tercih ettiğini iktidarlarının ikinci seneyi devriyesinde gördük. Onların gerçek ve samimi birer münafık oldukları kuşkusuzdu. Zaten kısa süre sonra başlarındakinin 'münafık' sıfatına 'katil' eşlik edecekti. 

Barzani'ye reva görülen

Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, Türkiye temaslarına bugün başladı. Ancak, yukarıda özetlediğimiz hasletlere sahip Türk hükümeti ve zihinsel bagajındaki egemen Türk devlet mantığının sergilediği tutum tam bir skandaldı. Bu öyle sıradan, basit, geçiştirilebilir bir skandal değil. Mesud Barzani'nin temsil ettiği Kürdistan Bölgesel Hükümeti'nin statüsü, hem uluslararası hukuk ve kabul hem de mevcut Irak Anayasası tarafından teslim edilmiştir. Dolayısıyla hukuki ve meşrudur. Türk Dışişleri Bakanlığı'ndaki basın toplantılarında yabancı konuğun temsil ettiği devletin sembolleri unutulmaz. Ama bugünkü toplantıda Barzani'nin yanında ne Irak ne de Kürdistan bayrağı vardı. Tercüman, hem Barzani'nin konuşmasındaki hem de gazetecilerin sorularındaki 'Kürdistan' kavramını ısrarla kullanmadı. Muhtemelen önceden uyarılmıştı. Davutoğlu'nun derin bir pişkinlik içindeki 'yerseniz' tadındaki jestleri de cabası...
Barzani'nin, 'bayraksızlık' ile ilgili soruya karşılık gösterdiği tavır ne kadar nezaketli ise Davutoğlu'nun sırıtan Irak tekrarı da o kadar hakaret doluydu. Tıpkı, 'barış, kardeşlik, çözüm ve işbirliği'ne yükledikleri samimiyetin dozajındaki tonaj farkı gibi...

KCK'den Barzani'ye kolaylık

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, Barzani'nin Türk devlet erkanı ile görüşmesinde elini güçlendirecek bir kolaylık sağladı. Başkanlık yaptığı yazılı açıklamada "Sayın Mesud Barzani’nin ilkesel duruşunun, Kürt sorununda demokratik-siyasal çözümü ve Kürtler arasında ulusal-demokratik birliğin gelişmesinde önemli bir rolü olacaktır" şeklinde onure ettiği Barzani'ye kamuoyu önünde şu taahhütte bulundu: "Bu ziyaretin Kürt sorununda adil, makul ölçülere dayalı bir siyasal çözüm sürecinin gelişmesinde bir rol oynamasını diliyoruz. Böyle olması durumunda bizim de olumlu karşılayacağımızın bilinmesini istiyoruz. Önderliğimizin son çağrısı çerçevesinde bu ziyaret vesilesiyle Türk devleti ve AKP hükümetinin köklü, ciddi bir adım atması ve bunu pratikleştirmesi halinde bizim bunu değerlendirmeye alacağımız açıktır."

Barzani'nin yol haritası

Barzani, Türk devletinin zehirli şeker teklifine aldanamayacak kadar tarihi tecrübeye 'tam işbirliği'nden anlayacak kadar da Kürtlük ferasetine sahiptir. Zaten 'Kürt ve Türk gençlerinin ölmesini istemeyip barış ve diyalogu' işaret etmesinin; 'Türkiye'yi Avrupa'ya köprü olarak görmelerinin karşılığında Kürdistan'ın da Ortadoğu ve mücavir sahanın köprüsü olduğu' vurgusunun; 'Kerkük için formülün 140. madde olduğu' hatırlatmasının ilkesel dayanağı da budur. 

Barzani'ye İsrail sorusu ve BDP

Mesud Barzani'ye İsrail'in, Gazze ablukasını delmek isteyen Türk yardım gemisini engellemesi ve bazı aktivistleri öldürmesi de soruldu. Soruyu soran Türk gazeteci İlnur Çevik, muhtemelen Türkleri memnun edecek bir yanıt bekledi. Barzani'nin yanıtı çok kısa ve net oldu: "Sivil insanların ölmüş olmasından büyük üzüntü duyduk."... Türk gazeteciler devamını bekledi ama devamı yoktu. Güney Kürdistan'a saldırı kararını oybirliğiyle alan Türkiye Meclisi'nin İsrail'i aynı ruhla kınamasına imza atan BDP'ye de umarım bir şeyler ifade ediyordur.

Kürtlerin kanlı direnişi

Herşeye rağmen Barzani'nin 'aşiret reisi' diye aşağılandığı, bir 'korucu başı' üniforması biçildiği bir dönemin ardından üst düzeyde ağırlanması olumludur. Bunun bedeli kanlı bir direniş olmuştur. Eğer, Türk egemen mantığını 'tam işbirliği' imkansızlığından barışın imkanlarına yönlendirecekse ne ala...

1 Haziran 2010 Salı

İsrail mi dediniz?

İki devşirme Kürt (Hüseyin Çelik ve Kemal Kılıçdaroğlu), İskenderun'daki eylem ile İsrail'in yardım gemilerine saldırısının aynı zaman dilimine denk gelmesini 'manidar' bulmuşlar. Elbette benzer şeyleri daha önce Başbakan, Kürt gerillalarının Karadeniz hattındaki eylemleri için ifade etmişti. Türk medyasının 'önemli' kalemleri de bunun argümanlarını denkleştirme telaşına düşmüşlerdi. Kürtler, başından beri benzer suçlamalara maruz kalıyor. Kimi zaman 'Rus piyonu', kimi zaman 'emperyalizmin uşağı' olarak anıldılar. Bunlardan tatmin olmayan Türk düşün dünyası, 'Yok ya aslında Kürt hareketi bizim devletin bizzat kurduğu, yönlendirdiği ve varlığından memnun olduğu bir organizasyon' demişken birden yine rotayı kırdılar. Şimdi en popüler 'düşmanları' İsrail. Kürt hareketi de olsa olsa İsrail'in taşeronu... 
Bu adamlar cahil dersem olmaz, cahil demezsem de şimdi uğraş uğraş izah et... Kimisi iktisat profesörü, kimisi siyaset profesörü... Gazetecisi, sivil ayaklarına yatanı, asker emeklisi, yazarı, çizeri, kontenjandan eşantiyonu, simsarı, vs... Kulağına üfürüleni, ağzına tükürüleni, eline sıkıştırılanı, ensesi sıvazlananı, ayaklarına mecal verileni, omurgasına takoz konulanı, vs... Hadi 86 sana ağır geliyor, al benden büyük indirim; bari son 40 yıllık tarihini merak et... Bugün medyandan insanlık alemine saldığın ırkçılığın, kesif bir ikiyüzlülükle örtülemeyeceğini artık gör. Umurlarında değil kimin öldüğü, kimin kaldığı. Şimdi binmişler bir alamete gidiyorlar; kendi kulvarlarında vuralım havasındalar. Vatanseverlik gösterinizi yapın ama.. 
Kürtler, AKP'nin yedek gücü, hafi partneri değil; Kürtler üzerinden AKP işletmesine hanutçuluktan vazgeçin... Kürtler, 'Rus piyonu' olmadıkları gibi, 'İsrail taşeronu' da olamazlar; Türk ırkçılığına cephane taşımaktan vazgeçin...

Ne yaptınız?

Kürt hareketi, iki yıldır askeri faaliyetini rölantiye almış sizden kabul edilebilir bir çözüm zemini istiyor. Bunun için bütün esnekliği hatta zaman zaman kendi toplumsal nüfuzunun baskısına rağmen 'tavizler' veriyor. 4 Şubat'ta şunları yazmıştım:

Barışa koridor açma ve riskler

"Karşılık bulmadığı için tek taraflı kalan ve ardından 'savaş'a hızlı bir geçiş yapan ateşkes/eylemsizlik/çatışmasızlık yani barışa koridor açma gayreti, maalesef kendisini tekrar ediyor... 1993, 1995, 1998, 1999, 2006, 2007, 2009 ve devam ediyor... Türk devleti ve ittifakları, her barış girişimine kapıları kapatıp, daha büyük bir terbiye etme hamlesi başlatarak karşılık veriyor... Bu son deklarasyon, olmasını asla istemeyeceğimiz şiddete doruk yaptıracak bir döneme fırsat verilmemesinin büyük bir gayretidir.

17 yıl önce

Bundan tam 17 yıl önce yani Kürt silahlı muhalefetinin bütün alanlara yayıldığı, 'ikili iktidar' döneminin uzun süreli halk savaşı staretejisi gereği formüle edildiği dönem... 1993 yılında dönemin PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan, Kürt sorununun siyasal ve demokratik yoldan çözümünü sağlamak; Türk ve Kürt halklarının barış içinde yaşamalarını gerçekleştirmek için tek taraflı ateşkes ilan ettiklerini kamuoyuna duyurdu. Öcalan, bugün değil tam 17 yıl önceki basın açıklamasında Türkiye’den ayrılma arayışında olmadıklarını, kör düğüme dönüşen Kürt sorununun çözümü için Türkiye’ye bir şans tanıdıklarını ve muhatap aradıklarını ifade etti. Bu girişim ve irade beyanı, devlet zorunun topyekün teröre evrildiği korkunç bir buldozer ile karşılandı.

İkinci kez

1995 yılına gelindiğinde yaşanan ağır tahribata rağmen Kürt sorunu ve PKK gündemdeydi ve diriydi. PKK, ikinci kez tek taraflı ateşkes ilan etti. 'Çakıl taşı' edebiyatı Türk devletinde revaçtaydı ve savaşı daha da tırmandırmakta bir sakınca görmedi.

1 Eylül 1998

Kürtler, üzerlerindeki büyük şiddet sınırlı da olsa durdurulur, insan hakları ve demokrasinin gelişmesi; siyasi sorunların çözümünde diyalog yönteminin esas alınması halinde, kendileri kadar barışçıl yönteme hasret bir halkın olacağını sanmadıklarını muhatabına duyurdu. PKK, 1 Eylül l998'de ateşkes ilan etti. Türk devleti, uluslararası ittifaklarının güvencesiyle saldırıları arttırdı, bölgesel savaş tehdidin parçası olma durumunu lehine devşirerek, 15 Şubat 1999 yılında Öcalan'ın Türkiye’ye getirilmesini sağladı.

Ağustos-Eylül 1999

Öcalan, 1 Ağustos 1999'da İmralı’dan PKK Başkanlık Konseyi'nin 13 Temmuz 1999 tarihli 7 maddelik değerlendirmesine verdiği yanıtta, "90'larda yoğun dile getirdiğimiz özgür birliğe dayalı ortak vatan ve demokratik cumhuriyet" tespitini hatırlattı. 2 Ağustos'ta gerillayı Türkiye sınırları dışına çıkarma çağrısı, PKK Başkanlık Konseyi tarafından 5 Ağustos'ta olumlu karşılandı; "Bu adım tam bir tıkanma noktasına gelmiş olan Türkiye'nin demokratikleştirilmesi ve Kürt sorunundaki kilitlenmeyi çözebilecek tek geçerli adımdır” şeklinde teyid edildi. PKK, 1 Eylül 1999’dan itibaren gerilla güçlerine savaşın durdurulması talimatını verdi; gerilla güçlerini Türkiye sınırları dışına çekmeye karar verdi. Türk devleti, zafer sanrılarıyla fırsat bilip ölümcül darbeler vurmaya çalıştı. PKK, tahhüdünü yüzlerce kayba ve psikolojik tahribata rağmen yerine getirdi. PKK, Merkez Komitesi imzalı bir mektupla Barış ve Demokratik Çözüm gruplarını Türkiye'ye gönderdi. Türk cenahında olumlu bir karşılık bulunmadı.

Barış Projesi

PKK, 7. Olağanüstü Kongresi'nde karar altına alınan Demokratik Barış Projesi'nden sonra çeşitli tarihlerde barış çağrıları ve diyolog arayışını sürdürdü. Sırasıyla 20 Ocak 2000'de Barış Projesi, 04 Kasım 2000'de Demokrasi ve Barış için Acil Eylem Planı, 19 Haziran 2001'de Acil Talepler, 22 Kasım 2002'de Acil Çözüm Bildirgesi ile 2000'in başında ve 2002'nin sonunda olmak üzere iki defa Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve tüm siyasal partilere Kürt sorununun çözümü konusunda mektuplar gönderildi. 2 Ağustos 2003'te KADEK Yönetim Kurulu adına Barış ve Demokratik Çözüm İçin Yol Haritası adıyla bildiri yayınlandı.
KONGRA GEL Yürütme Konseyi, Eylül 2004’te Demokratik ve Kalıcı Barışın Yol Haritası sundu; 12 Kasım 2004’te Demokratik Birlik ve Kalıcı Barış Projesi adıyla yeniledi. KONGRA GEL Genel Kurulu 19 Mayıs 2005 tarihli bildirisinde yeni çözüm önerileri sundu; taleplerini 5 madde halinde sıraladı.
15 Ocak 2006 tarihinde KONGRA GEL ve KKK Yürütme Konseyi, Türkiye’de Kürt Sorununa Demokratik Çözüm İçin Barış Projesi'ni kamuoyuyla paylaştı.
KKK Yürütme Konseyi, 20 Ağustos 2006 tarihinde Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Deklarasyonu ile çözüme hazır olduklarını bir kez daha kamuoyuna duyurdu. Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, 30 Haziran 2006 tarihinde düzenlediği basın toplantısında, 1 Ekim 2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere bir ateşkes sürecinin ilan edilmesini karar altına adıklarını ilan etti.
30 Kasım 2007 tarihli 7 maddelik deklarasyonda, 'Kürt kimliğinin tanınması ve Türkiyelilik üst kimliği çatısı altında tüm kimliklerin anayasal güvenceye kavuşturulması, Kürt dili ve kültürü önündeki engellerin kaldırılması, anadilde eğitim hakkının tanınması, PKK önderliği dahil tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması, siyasal ve toplumsal yaşama katılımlarının engellenmemesi, özel savaş amacıyla Kürdistan'da bulunan güçlerin çekilmesi, koruculuk sisteminin lağvedilmesi ve köylülerin köylerine geri dönüşü için sosyal ve ekonomik projelerin geliştirilmesi, yeni bir yerel yönetimler yasası ile yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılarak yeniden düzenlenmesi' talep edildi. Bu girişimlerin karşılığı, 'ABD tam ishibarat' ve belki de 'operasyonel destek' veriyor denilerek dikkate alınmadı. Hem Kuzey'de hem de Güney'de bütün ordu mekanizması devreye sokularak operasyonlar düzenlendi. 7 maddelik deklarasyon, Türk tarafının dikkatine mazhar olmadı.

Mart seçimlerinin önü-arkası

Yerel seçimler öncesi AKP'de odaklanan devlet gücünün yerel iktidarlardan Kürtleri uzaklaştırma stratejisi eşliğinde Türk ordusu atıl kalmayı yeğledi. KCK, çatışmasızlık uygulamasını seçime kadar uzattı. Seçimlerden, devletin beğenmediği; hesaplarını tekrar gözden geçirdiği bir sonuç çıktı. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, 29 Mart’a kadar ilan edilen çatışmasızlık ortamını 13 Nisan'dan itibaren 1 Haziran’a kadar sürdürme kararı aldı. "DTP seçimlerde Özgür Kimlik, Özgür Önderlik ve Demokratik Özerklikle Kürdistan halkının, Türkiye ve uluslararası kamuoyunun karşısına çıkmıştır. Bu projenin Kürdistan halkı tarafından onaylandığı ve demokratik siyasal temelde pratikleştirilmesini istediği net biçimde görülmüştür’’ diyen KCK, saldırı olmadığı taktirde eylemsizlikte kararlı olduğunu açıkladı. KCK Yürütme Konseyi “Kürdistan’da Barış ve Demokratik Çözüm Perspektifleri” başlığı altında, meşruluğu tartışılmayacak önerilerde bulundu.
Bütün bu çabalara karşı başta Türk yönetimi olmak üzere Kürt sorunuyla ilgili ve ilişkili çevrelerden olumlu ve çözümleyici bir karşılık alamadıklarının farkında olan KCK, Türk Genelkurmayı'nın 27 Nisan 2007 tarihli muhtırasından sonra çok yönlü geliştirilen imha ve tasfiye amaçlı saldırıları anımsattı. Çünkü hem hava saldırıları, hem karadan Güney'i işgal girişimi hem de yerel iktidarları kapma hamlesi savuşturulmuştu. Bu objektif başarılara rağmen KCK, ateşkesi uzatarak, "Biz hareket ve halk olarak barış ve demokratik çözüme de hazırız, saldırılar karşısında toplumsal irademizi, onurumuzu savunmak üzere yetkin bir savunma savaşına da hazırız. İsteğimiz ve tercihimiz birincisinden yanadır" diyerek, topu Türk sahasına sürdü.

Yeni Kürt politikası

Ancak Türk devleti, revize ettiği yeni Kürt politikasına devam etti. Kürt muhalefetini siyasi alandan çıkarma, kalan unsurları rehabilete ederek sisteme monte etme gayretlerini, bütün organlarını senkronize ederek uygulamaya soktu. Bunu da değişik isimler altında, klasik 'şeker-kamçı' mirasına sahiplenerek yaptı. Bu durum devam ediyor.

İki taraf farkında

Dinamo konumundaki Kürt hareketinin, kısmi revizyondan geçmiş sisteme eklemlenmesi zor. Bunun, iki taraf da farkında. Kürt tarafı, bunun için çıtayı belki de en asgari düzeyde tutarak, arayışlarının olabilirliğini göstermeye çalışıyor. Askeri ve siyasal gücünü ve nüfuzunu, iki olasılığa da hazırlamanın meşru zeminini berraklaştırıyor. Türk devleti ve ittifakları ise Ortadoğu'da kurmaya çalıştıkları yeni denklemde PKK'nin olmasını istemiyor. Bu istememezliğin taşlarını düşüyorlar. 'İyi Kürt' arayışı da bunun önemli bir parametresi.

Artık ötesi yok

İşte yine bu tıkanmayı aşmak için KCK, 3 Şubat'ta yeni bir deklarasyon yayınladı. Demokratik Çözüm ve Barış Deklarasyonu... Bu deklarasyon, Kürt hareketinin 93'ten beri tasarladığı ortak yaşamayı-gönüllü birlikteliği sağlayacak yolun açılmasını öngörüyor. Başlarına 'Demokratik' getirilen ve özünde Türk tarafından itiraz edilmemesi gereken 'Ulus, Vatan ve Cumhuriyet' üçlemesinin ortaklaştırılması... Bu çerçevenin içini dolduracak bağlantılı basamaklar olabilecek dört adım: Karşılıklı olarak silahların susturulması, 14 Nisan’dan bu yana tutuklanan tüm Kürt siyasetçilerin hemen serbest bırakılması, Öcalan'ın ilk adım olarak ev hapsi gibi bir statüde kalmasının sağlanması ve taraflar arasında müzakerelere başlanarak sürecin ilerletilmesinin sağlanması...
Bunun gerisi, Kürt hareketinin Türk devlet tezlerini kabul etmesi, nüfuz alanının ve yansımalarının sisteme entegre olmasına göz yumarak; önce izole olma, sonra marjinal kalma ve ardından tarihe veda etmedir... Ancak Türk devletinin ve Kürt hareketinin karekteristiğini bilenler, şunu çok rahatlıkla teslim ederler: Bu çerçeve ve adımların reddi, sonu şimdiden kestirilemeyecek, yüksek şiddet de bırandırabilecek bir kaos ortamıdır...

Medya ve son hatırlatma

Onun için bu deklarasyonu birinci sayfalarına ve anahaberlerine değer bulmayan Türk medyası da bir kez daha düşünmeli.
Son olarak Türk devlet aklına, Basil Henry Lidell Hart'ın şu tespitini hatırlatalım: "Eğer, sonraki sonucunu düşünmeden sadece zafer üzerinde yoğunlaşırsanız, varılan barışın yeni bir savaşın tohumlarını içinde barındıran kötü bir barış olacağı neredeyse kesinken, barıştan yararlanmayacak kadar yorgun düşebilirsiniz."

31 Mayıs'ı duymayan mı kaldı?

4 şubat'ta yazdıklarımız ortada. Sonrasında Öcalan'ın her görüşme notlarına yansıyan 'muhatap bulmazsam, çözüm istenmezse çekilirim'; nihayetinde de '31 Mayıs'tan sonra çekiliyorum' açıklamaları oldu. Kimse bunlardan haberdar olmadığını söyleyebilir mi? Bunlar açık kaynaklardan yayınlandığı gibi bugün 'şaşırmış gibi' yapanlara muhtemelen sözlü olarak da iletilmiştir. Bütün bu verilere rağmen 'İsrail demek' maalesef yine kamuoyunu aldatmak, hileli uzatmaları oynamaktır.

Timsah gözyaşları

Riyakarlıkla ‘islam’ adına ateş püskürenlere, hatta 'Hitler'in çocukları' diyebilecek kadar kendinden geçenlere de bir çift laf söylemek lazım. İsrail, devlet terörünü bir yöntem olarak yeni kullanmıyor. İsrail’in saldırılarına yönelik timsah gözyaşlarını dökerken, Türk devletinin her alanda uyguladığı terörü görmezden gelerek tamamen öz kimliklerine kavuşabilme becerisi gösteriyorlar. Bunlar, 2006'da da K.Kürdistan’daki çatışmaları İsrail’in Lübnan saldırısıyla bağlantı içinde gösterip ABD-İsrail ittifakına işaret etmişlerdi. Bütün yaşamları katmerli devlet şiddeti altında geçen ve bugün bu şiddete direnme yolunu seçen Kürt gençlerinin bu kısa ömre sığdırmak zorunda kaldıkları duygu, akıl, bilgi ve tecrübeleri ne diyor? sorusunu sorma cesareti gösteremiyorlar.

Sizin gömleğinizi niye giysin?

Türk devleti soğuk savaş döneminden bu yana ABD’ye göbeğinden bağlı devletlerden biri. Bu bağlılık her dönem yeniden revize edilerek sürdürülüyor. İsrail de şimdi çekişme gösterisi yaptığı önemli partneri. 
On yıllardır Türk devletinin bu ittifak politikasının ana hedefi Kürt hareketidir. Bu ittifak sonucunda bir çok operasyon yapılmış ve Kürtlerin önüne diplomatik bir set çekilmiştir. Kürt hareketi, İsrail saldırılarına karşı Filistinli gerillalarla birlikte savaşıp kayıplar verirken; bugün AKP’ye yamanan cenah, ABD eliyle komünizmle mücadele adına silah başındaydı. Bu ittifak sayesindedir bugün hala Kürtlerin siyasal iradesi görmezden geliniyor. Kirli bir savaş her alanda yürütülüyor.
Ortadoğu’nun en önemli güçlerinden biri reel politika deyip farklı ittifaklara girebilirdi. Mevcut gerçeklik bu ittifakı gerektiriyor deyip İsrail ve ABD’yi dikkate alabilirdi. Ama bunlar Kürtlerin içinde de dillendirilmesine rağmen yapılmıyor. Ne dünyayı algılama biçimi ne de felsefi paradigmasının gereği belirlenen çözüm stratejisi bunu öngörmüyor. 
Sizin Müslümanlıktan anladığınız nedir? Kürtler sizin belirlediğiniz gömleği giymek zorunda mıdır?

İkiyüzlülüğü bırakın

Şimdi yine yeniden üzerimize saklama gereği duymadıkları ırkçılıklarını ikiyüzlüce boca edenler, Güney Kürdistan semalarında fink atanlar, 'uluslararası hukuk', 'hak', 'adalet', 'devlet terörü', 'insani meşruiyet' kavramlarını kullanıyor. İsrail düşmanlığı pompalayıp, bir tarafına da Kürt hareketini monte edip, manipülasyon oyunları oynuyor. Size ve 'manidar' bulan Kürt devşirmelerinize şimdilik sadece HERON diyelim, siz de anlayın.