18 Haziran 2010 Cuma

Kantopu gibi ittifak

Beklenen ama istenilmeyen oldu... 
Tarihi, güçlüyken daha da büyüme, yenerken yoketme ve uzlaşmazlık üzerine kurulu talancı bir egemenlikle kurgulanan; yenilgiyi tadınca da iyi bir barış ve uzlaşma partneri olan Türk devleti, yenemediği, yok edemediği ama yenilemediği Kürtlerle son savaşını yapmak istiyor. Buna o kadar hazır ve bir o kadar da istekli ki kendi içindeki kargaşa ve minik iktidar oyunlarını rafa kaldırıp toparlandı; Yasama, Yürütme, Yargı, Asker ve Medya hemen topyekun mücadele moduna geçti...
Kürt tarafının AKP'lileşerek sisteme entegre olmayı reddetmesi ve saldırı dalgasını fark ederek pozisyon değiştirmesi ardından devlet, kitlesel kıyım dışındaki tüm kozlarını sahaya sürdü: 
* KCK iddianamesi adı altında hazırlanan ve özünde Kürtlerin 20 yıldır binlerce insanını feda ederek legal alana taşıdıkları bütün kazanımları silmeyi öngören ferman hazırlandı ve mehkemece kabul edildi.
* Barış elçisi olarak gelen PKK kadroları ve sempatizanları 8 ayın ardından Başbakan Erdoğan'ın deyimiyle 'köksüz devlet', 'aşiret devleti' geleneğine uygun olarak tutuklandı.
* BDP hakkında kapatma davası hazırlandığı kulislerde dolaşmaya başladı, zaten bunu gerektirmeyecek yeni fezlekeler ve 'polis zoruyla mahkemeye' talimatları ilgililere yetiştirildi.
* Toplumsal gösterilere müdahale sertleştirildi, milletvekilinin kemiği tereddütsüz bir şekilde kırıldı, Türk kentlerindeki dinamik Kürt öğrenci grupları ölümcül örneklerle kontrol edilmeye çalışıldı/çalışılıyor.
* Rehin çocuklar ile ilgili düzenleme 'terörle mücadele' konseptinin öngördüğü bir güzergahta yürütülüyor.
* Ahmet Türk'ün burnunu kıran kişi, ilk duruşmada tahliye edildi.
* Sıcak savaş, Kuzey'in bütün alanlarına yayılırken, sınır ötesine sızmalar başladı.
* Psikolojik harbin gerekleri tam saha pres edildi/ediliyor.
* Öcalan'ın öldürülmesi olasılığı için nabız yoklanıyor.
* Ergenekon sanıkları küme küme evlerinin yolunu tutmaya başladı.

Herkes görevini yapıyor

Başbakan Erdoğan ile Türk Genelkurmayı'nın bugünkü açıklamaları yanyana getirildiğinde yine kantopu gibi bir uzlaşmanın sağlandığının itirafı niteliğinde.
Başbakan, tam bir Savaş Sözcüsü edasıyla konuştu. Çiller'in eril hali vardı karşımızda. 
Ona göre Kürtlerin gaspedilmiş hakları için verilen mücadeleye Türkiye Cumhuriyeti pabuç bırakmayacak. 
Yargının ideolojik kararlarından rahatsız olduğunu şimdiye kadar dile getiren Başbakan, Yasama, Yürütme ve Yargı'nın birliğini istedi. 
Asker, polis, jandarma ve istihbarat birimlerinin moralini bozmaktan kaçınılmasını emretti. 
'Ecdad' ve 'genler' ile konuşmasını süsleyen üç kıta yedi iklime kadar uzanan Erdoğan, legal zemindeki tüm Kürt yapılanmasını 'dosyalar gelecek' şeklinde tehdit etti.
Türk Genelkurmayı da aynı saatlerdeki brifinginde teknik ve rakamsal detayların içine gururla yedirdiği 200 insanın ölü bedeninin ardından İsrail ve ABD ile sorunsuz ilişkilerini anlattı. Başbakan ve AKP sözcülerinin sık sık dile getirdikleri ve önemli bir 'çözüm parametresi' olarak pazarladıkları kavramlar demeti, Türk Genelkurmayı'nca tekrarlandı. Savaşın yayılıp şiddetleneceğini paylaşan Genelkurmay, devlet tarafından ve topyekun şekilde yürütülen savaşın ekonomik, sosyo-kültürel, propaganda ve uluslararası alanlar gibi AKP ve Hükümeti'ne düşen kısmı ile senkronizasyonunun önemini kaydetti.

Kürtler ne yapabilir?

Barış kapısını herşeye rağmen açık tutan Kürt tarafının önünde çok fazla seçenek yok. Kürt hareketinin ana paradigması Kemalizm reddiyesi ve devletin zor tekeline müdahele üzerine kuruluydu. KCK'nin son açıklamasındaki 'sömürgeci hukuk sistemi' söylemi, çivisi çıkan Türk yargı sisteminin dışına çıkmayı öngörüyor. Buna göre Kürtler, varlıklarını yadsıyan bir Anayasa'nın şekillendirdiği ve dibine kadar siyasallaşan yargı erkini dikkate almayacak. Demokrasicilik oyununu bozacak ama bedelinin herzamankinden ağır olacağını unutmayacak. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder