24 Nisan 2013 Çarşamba

Ekrem neden Dumanlı?..


… Onlar ise kibire kapıldılar ve büyüklük taslayan (zorba, küstah) bir topluluktu/olmuşlardı(46)… Mü'minun



'Cemaat' tanımına sığmayıp iktidar sevinize yenik düşerek, her kademenin bir bileşeni olmaya başladıktan sonra hakikat ile realite arasında başınızın dönmesi kaçınılmaz. Hayatın dışına çıkıp apolitik bir toplam olmanın objektif koşulları yok, ancak toplumsal gücü iktidar güzergahına doğru devşirip insani ve manevi niteliğini dejenere etmektense topluma geri dönüşümle birlikte idareyi hayra sevkeden doğal bir basınçla yetinilebilinirdi. İktidar postunun çetin mücadelesine girmenin kaçınılmazı, hak ve meşruiyet gözetmeksizin bütün kontrol mekanizmalarına sızmak, hakim olmak; böylece bütüne hükmetmenin hazını, mütevazi bir abid veya mürşide tercih etmektir…
Fethullah Gülen Hocaefendi, yetenekli bir vaiz, çalışkan bir din alimi ve sabırlı bir teşkilatçıdır. Hocaefendi'nin, Kürtler, Kürt ve Kürdistan meselesi ile onun kaçınılmaz sonucu PKK konusundaki görüşleri, siyasi konuşma ve angajmanı ifşa etme aşamasından beri sorunlu ama revize edilerek olumluya doğru yol alıyor. Hocaefendi'nin, yetiştiği etnik, sosyal ve kültürel çevrenin algılarına maruz kalarak bina ettiği 'mesafe'nin, 'nur'un gücü karşısında bile kapanmadığı açıktır. Bediüzzaman Said-i Kurdî'nin üretiminden beslenmesine ve metodolojisini sahiplenmesine rağmen söz konusu kodların blokajı sayesinde 'Türk' ve 'devlet' hassasiyetini muhafaza etti/ediyor. Hitabeti, sabrı ve teşkilatçılığı ile iktidar harisliği koridorunda ilerlerken çevrilen her projeksiyonun kumanda merkezine sızıntının çatlaklarını keşfetti. Asla çekirdek örgütlenme modeli ve katıksız disiplini ile yetiştirilenlerin yetiştirmesi döngüsünden taviz vermedi. Güç karşısında munis, uzlaşmacı ve kabul edilebilir eşikte durmaktan yüksünmedi; manevra kabiliyetinin kıvraklığını, vizyonerliğinin gereği olarak meşrulaştırdı. Bugün artık bir 'cemaat' değil, hayatın bütün alanlarındaki seksiyonlarıyla sınıraşırı; politik ayağı ihmal edilmeyen büyük bir 'güç'tür...
Türkiye'de de haliyle iktidarın/devletin temel ortaklarından biridir. Hocaefendi'nin liderliğindeki güç, bu realiteyle yetinmiyor, potansiyelin farkında olduğu için iktidar obeziteliğini tetikliyor. Dolayısıyla 20 milyonluk Kürtlerin 'yüzde 5'nin helak olmasına 'amin' isterken; kısa süre sonra 'milli gurur, milli onur, tek devlet'e halel getirmeden bu 'yüzde 5' ile 'devletin parçalanması'nı engellemek için 'sulh' sağlanabileceğini söylüyor. Gerekçeleri, referans noktaları ve rezervleri arızalı olmasına rağmen 'sulh'a kerhen de olsa rıza göstermesi hayırlıdır. Bu kaygıları, neredeyse bütün orta kademe ile sahadaki kadrolarının Kürt olmasıyla birleşince Kürtçe yayınlara bile vize verdi…
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin sevenleri ve saygı duyanları için taşıdığı manaya dokunmadan, özellikle medya departmanındaki elemanları ile devlet içinden beslenen operasyonel unsurlarına dikkat çekeceğim. Çünkü bu eleman ve unsurlar, 'kerhen sulh'a rızayı tüketmek için sinsi taktiklerden sakınmıyorlar. İP ile MHP arasındaki bütün tonların kısmen gürültülü ve alenen sergiledikleri savaş çığırtkanlığından uzaklar ama Türk Hükümeti ve ana kitlesi ile PKK ve Kürtlere yönelik tazyik ve tahriki, sureti haktan görünerek yapıyorlar…
Kontollü güç olduğu için elini ovuşturmakla yetinmiyor, diş gösteriyor, burnundan soluyor, tahkimat yapıyor ama sineye çekiyor. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, prototipimiz olsun. Dumanlı, "Devlet, terör örgütünün belini kıracak… Devlet, elbette bu şer güçlerin nefes borusunu tıkayacak… Tabii ki terörizmin belini kıracak, beynini dağıtacaksınız…" diyordu ama olmadı. 'Kerhen sulh' moduna girdi. Ancak silinen balataların sesinin çirkinliğiyle "Liderin esaret ve çaresizlik içinde davayı sattığı" temennisini birleştirdi. Yetinmedi, 'İmralı notları'nın ardından büyük bir coşkuyla 'Habur sürecine dönüştürülmüştür' diye kestirip attı. Üstelik PKK'nin, MİT'in içine sızdığı ihtimalinden sakınmayarak… Bu da olmayınca Türk Hükümeti'ne 'biz oynamayız' mesajı eşliğinde Kürt tarafına küfür etmeye başladı. Tıpkı yıllardır Hocaefendi'ye küfür edildiği gibi "Psikiyatrik bir analize tabi tutulsun… pervasız ‘çehresi'… küstah… narsist… dünyayı boynuzunda taşıyan varlık… Stalin özentisi… kendine tapınan bir megaloman… kendisi ‘tescilli ajan'… su katılmamış bir emperyalist kuklası… ırkçılık yaparak kendi kafasına göre fitne atıyor... ırkçı soytarı…" diye devam etti. İşte bu ´derin fikriyat´ üzerinden PKK'siz/Öcalan'sız çözümün de olabileceğini, devletin bu seçeneğe mahkum olmamasını salık verdi/veriyor…
Milliyetçi köken ile ıslah edilmemiş nefis bir araya gelince, egemen ulus zorbalığına dayanarak bariz ırkçılık yapan 300 Türk tipi okur-yazara kendisini siper eden örneğimizdeki prototip, aynı çemberdeki operasyonel unsurların (burada da prototipimiz Eme Uslu olsun) dikkate alınmayan savlarına 'ciddiyet' katarak, ikili kışkırtma püskürtüyor. Kürtlere dönük kısmında, Roboskî gibi trajediler üzerinden sorgulama teşviki. Türklere ve iktidara ise "Öcalan'ın koşulları, yönetim modeli, PKK'nin varlığı, özsavunma, 'terör' kavramının tedavülden kalkması, zaman kazanma, Türksüzleştirme, hatta büyük Kürdistan" gibi uzun bir liste fırlatılıyor. AKPM'nin son raporunda terörizm kavramına veda etmesini bir tek Zaman gazetesi manşetine taşıyarak, Sözcü'nün hayıflanma çıngarının usturuplu versiyonuyla sunuyor…
Hakkını yemeyelim hemen geri dönüş sağlayan Yalçın Akdoğan, teskin etmeye çalışıyor. Kimi zaman paydaş argümanlarını faş etmek pahasına… Cizre'deki bir hadiseyi dillendirince iki gün sonra polis, sokak ortasında Kürt çocuklarını yere seriyor. Muhtemelen, 14 yaşındaki A.T'nin sağ gözünü yitirmesi karşısında "İşte bu!" demiştir…
Gidişatın umduklarını veremeyeceği kanısı güçleniyor, bunun için de bir taraflarının durmayacağını hesaba katarak şimdiden yatırım yapıyorlar: "Anladığım kadarıyla 'süreç'in gidişatından endişe duyan ya da sürecin bir noktada sıkışacağını tahmin eden güçler, ta baştan bir günah keçisi ilan etmeye hazır gibiler."
Başbakan grip oldu diye koca ilan veren bir iradenin, sadece gasbedilen haklarını isteyip kimsenin onuru, gururu, şerefi ve haysiyetine dokunmayan mazlum Kürt halkı ve onun temsilcilerini aşağılama, küçümseme haksızlığını bırakması lazım. Egemenlik kibiri kolektifleşince bağlanan basiretin kıyımları ortadadır. Kibirle taşan insan vicdanı, hakikatin idrakinden korkar, kaçar. Haksız yere böbürlenenlerin, milli kibrine dini kisve giydirenlerin akıbetini hatırlasınlar. Kürtlerin, Fethullah Gülen Hocaefendi ve kadrolarından beklentisi, demokratik çözüm ve barışa samimiyetle destek vermeleri, dini eğitim ve donanımlarının gereğini pratize ederek, bünyelerinde uyanan Türkçü illeti yok edemiyorlarsa bile yeniden uyutmalarıdır… Hocaefendi, en azından hem Bediüzzaman´a borcunun gereği hem de bütün zahmeti yüklenen Kürt kadroları için şımarık prensleri frenleyebilir...
Ankebut ile bitirelim: "…Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de yalancıları da mutlaka bilir(3) Elbette kendisine iman edenleri de ve elbette münafıkları da bilir(11)…"

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com
İletişim: https://twitter.com/tuncelfikret

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder