3 Eylül 2010 Cuma

Koşanerdoğan!

Amed, Türk Başbakan Erdoğan'ı, Kutbettin Arzu'muzu tahrik ettiği 23 Şubat 2009'da çatkapı ağırlamak zorunda kalmıştı. Mitingi izledikten sonra şunları yazmıştım: "Türk Başbakan nihayet bütün güçleriyle Amed’de bir miting yaptı ve gitti. Şunu hemen belirtelim ki; Amed, mitingte yoktu. Mitinge, tercihini yapmış Diyarbakır’daki misafirler, 8 AKP’linin ve bilumum Türk patentli cemaat devşirmeleri vardı. Bir devletin Başbakan’ı işgal ettiği bir coğrafyaya her halükarda gider ama rahat gitmez; tereddütlüdür, yüksek güvenliklidir, dolaylı mesajlarla yüklüdür, omurgasına monte edilmiş işbirlikçi iliğe rağmen titrek dizlidir. Eğer bu Başbakan, Türk-İslam tornasından çıkmış, Türk devlet geleneğinin çıkınındaki ikinci yedek ‘İslamcılığın’ sosuna da bulanmış bir konjonktürel figüran ise elinde düşürmediği ve bir tarafında münafıklık diğer tarafından hilekarlık akan kılıcının parlaklığının farkında oluruz. Amed’in gözü kamaşmaz..."
Amed'in gözü kamaşmamıştı ve 'Kutbettin Ankara'da kalsın' demişti. Başbakan Erdoğan, bugün yine Amed'deydi ama bu kez amacı farklı. 
Son Kürt savaşını yürütecek olan 9'uncu Türk Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, seleflerinin kötü bir kopyası ancak, Türk Başbakan'ın Kürt meselesindeki manevra alanını belirleyen temel aktör. Koşaner, görevi alır almaz tekçi Türk devlet sisteminin bir süre daha direneceğini ortaya koydu. Erdoğan da Türk Genelkurmayı'nın ulus devlet ve üniter yapı hassasiyetinin militer muhafızlığını, muhafazkar-demokrat bir dille savunur.
Koşaner, Türk ordu ve devlet zihniyetinin resitalini çekerken Başbakan hayran hayran dinler. 
Koşaner, aslında devlete de komuta ettiğinin özgüveniyle evrensel kavramların tanımını ve çerçevelerini de kendisinin belirleyebileceği hayal dünyasından seslenir, Erdoğan daha kıvrak bir atakla çarpıtmayı yeğler.
Koşanar'e göre, Kürtler (O Kürtler demiyor, dememek için uzun cümleler ve kirli bir dil kulanıyor) demokrasi ve hukuk devletinin sağladığı hak ve özgürlüklerin arkasına gizlenerek, bireysel seviyede kalması gereken talepleri siyasal alana taşımaya çalışmakta ve her geçen gün adeta devletle pazarlık yaparcasına, bu talepleri bir adım daha ileriye götürmekte. Erdoğan, adını anar ancak başlarını okşayarak uslu olanlara şeker verip gerisini kamçılamanın haklılığını sorgulatmaz. Kürtlerle görüşmeyi kirlenme olarak görür, onun için ya şapka değiştirerek kendisi yapar ya da operasyonel bir iş olarak 'memurlar'a bırakır.
Koşaner, Kürtlerin hedefinin, ulus devlet ve üniter yapıyı ortadan kaldırmak olduğunu açıkça gördüğünü belirtir. Erdoğan, "Ama paşam" diye araya girerek, diplomatik kabiliyetlerinin Kürtleri yalnızlaştırdığını eklemeyi ihmal etmez.
Koşaner, Türk ulusu tanımına katı bir çerçeve çizer ve 'Kürt halkı'nın kabulüne niye karşı olduklarını "Bir ulusu ulus yapan değerler, tüm vatandaşların paylaşacağı ortak değerler olan; dil, kültür ve ülkü birliğidir. Bu değerler ulusun bir arada tutulmasını ve bir arada yaşamasını sağlayan ortak değerlerdir" şeklinde izah eder. Başbakan, buna itiraz etmez ancak ona muhafazakar şırınga ile manevi katma değer kattığını sanır. Dolayısıyla 'Tek Millet'in içine aldığı Kürtlerin, o tek milletin adı olan 'Türk'e itirazına ümmetçi bir blokaj kurar.
Koşaner, Kürt halkının kendisini Türkiye Cumhuriyeti içinde yönetmesinin bir formülasyonu olan 'Demokratik Özerklik'e olan öfkesini gizlemez. "Türk Silahlı Kuvvetleri, ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir" diyerek, namlusunu gösterir. Erdoğan, öfkesini ikiye katlar; belagatine 'gen' ve 'ecdad' referanslarıyla asalet eklediğini düşenecek kadar kendinden geçer. Kendini tutamaz; Alparslan, Fatih, Yavuz olur.  Mezopotamya'yı yeniden fethedecek Neo Osmanlı'nın 'Akıncı' lideri olur.
Koşaner, "Bireysel hak ve özgürlüklerde yapılan her iyileştirme, örgüt sayesinde kazanılmış bir hak olarak algılanmıştır" diye çıkışınca Erdoğan ve cümle avanesi, bize "algı yanlış"ı ıspat derdine düşer. Halbuki yaratılanı sevmiştir yaradandan ötürü, dolayısıyla lütfettikleri örgüt olmazsa da bakiydi.
Koşaner, Federe Kürdistan Yönetimi, Irak, ABD ve AB'den yeterli desteği görmediklerinden yakınır. Erdoğan, "dahası da var" diyerek, kendisini yaşatan prizin ABD ve AB'de olduğunu unutmadan "dürüst olun ey Batı dürüst" diye çıkışır.
Koşaner, "Yurt içinde, ikinci bir idari yapılanma tesis etme girişimlerine karşı etkili yasal önlemlerin süratle alınması" direktifini kulağına fısıldamakla kalmaz. Erdoğan, 'evet'ini referandumla pekiştirmeyi sağlar.
Koşaner, "Irak merkezi hükümeti ve bölgesel yönetimin Irak kuzeyinde yuvalanmış terör örgütüne karşı etkin tedbirler almasının bir an önce sağlanması" ister. Erdoğan, bu isteminin sahadaki unsurudur.
Koşaner, AB devletlerinden kendi hukuklarını çiğnemeleri ve Kürt diasporasını kriminalize ederek, kurumsal yapılanmalarının tasfiyesini ister. Erdoğan, bununla yetinmediklerini diasporayı içerden de darmadağan edeceklerini taahhüt eder.
Koşaner, önümüzdeki dönemde kapsamlı sınırötesi hava destekli kara savaşını haber verir. Erdoğan, "yeni tezkereyi cebinde bil" teminatı verir.
Koşaner, demokrasi ve hukuk devletinin sağladığı bireysel haklar ve özgürlüklerin; ulus devlet anlayışlarını, üniter yapılarını, güvenliklerini tehdit edecek şekilde kullanılmasına "müsamaha gösterilemez"i bağırır. Erdoğan vokal yapar.
Koşaner, 'Türklük', 'Türk devleti', 'Türk ordusu' ve 'Atatürk' kutsal dörtlüsünün oluşturduğu Tanrı'ya itaatın zorunluluğunu,1923 zihniyetinin aşınmasının öyle göstermelik rötuşlarla olamayacağını gözümüze sokar. Erdoğan, şerh koyar ama huşuyla bakar, sonra genizden gelen bir ses tonuyla gözbebeği orduya dönerek, "Şehidimin bir damla kanını 550 milletvekiline değiştirmem" der ve 4 defa 'tek'leyerek kolektif biat makamının keyfini çıkarır.
Muhafazakar-demokrat ve büyük reformcu, zevcesigillere kapalı kamu alanının tamamını kapalı tutmaya yemin eder; insanlığımızı alıp Kürtlüğümüzü mahkum edenlere ilham olur; bireylerden oluşan bir yığın olduğumuza inanmamızı ister; Ağrı'da büyük dağa göz kırpar, Amed'de zindanı öznesiz anlatır. Öyle bir anlatır ki zindan yaşanırken Finlandiya'da; şimdi de konuk Başbakan olduğunu sanırsınız. 
Erdoğan şahsındaki Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, iki elimizi, ağzımızı bağlayıp beynimizi zedeleyen Türk-İslam süngerine sarılı Türk çekicini görmediğimizi sanarak kirli bir masanın üstüne koyduğu birlik kontratına "Evet" dememizi istiyor. Hükümet taliplileri de "Hayır' dersen kurtarırız" diye etrafımızda turluyor. 
Sizi ve kendimizi tanıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder