6 Ekim 2010 Çarşamba

Hakkari'ye neşter hazırlığı!

Başbakan Erdoğan, referandumun ardından Türk medya temsilcilerine konuşurken, boykotun yüksek çıktığı illerle ilgili diş bilediğini şöyle ifade etmişti: "Farklı bir çalışma halindeyiz. Şırnak ve Hakkâri ile ilgili özel bir çalışmamız da var..."
Zaten o farklı çalışmanın ilk tezahürü, 9 kişinin katledilmesi ve devletin çekincesiz ağız birliği olmuştu. Bu katliamın Kürt gerillalar tarafından gerçekleştirildiği iddiası, kendi kendini yalanlayan içerikte haberlerle Başbakan'ın damadının yönetimindeki grubun gazetesi olan Sabah aracılığıyla sunuldu. Bütün haberleri yalanlanan Sabah, sonuçta işi 'PKK içindeki çatışma' şeklindeki devlet ajansının bayat senaryosuna dayandırıp, hayali bir savcılık fezlekesiyle taçlandırdı. Damadın kapıkulu Erdal Şafak da gurur duydu...
Fakat aynı günlerde medya üzerinde yürütülen paralel çalışmalar da dikkat çekti. Yıllardır PKK'ye küfür ettiği halde bir kez bile olsun yüzüne tükürülmeyen 'Kürt aydın kontenjanı'nın sinek ası Ümit Fırat’ı konuşturan t24.com.tr'den Selin Ongun, heybesinde "PKK bütün Kürtlerin üzerine karabasan gibi çökmüş" önkabullüyle Hakkari yollarındaydı. Fizibilete uğraşlarının ardından Hakkari'de karşımıza çıkan Selin Ongun, Fethullah Gülen Cemaati'nin 'bölge müfettişi'nin hoperlörü oldu. Çizdiği Hakkari'ye uygun olsun diye adından ve fotoğrafından bizi mahrum eden müfettiş, mealen 'bunları adam etmeye çalışıyoruz ama zor' diyordu... Ona göre Hakkari, artık PKK'nin denetimindeydi. Devlet acizdi. Hakkarililer korkak, menfaatçi ve devlete düşmandı. Hatta müslüman damarları da pek zayıftı. PKK kaynaklı her türlü kirlilik ve terör vardı. PKK, 10 gerillasını ateşkesi bozmak için öldürebilir; asker ile tabanı karşı karşıya getirmek için Peyanis Katliamı’nı gerçekleştirebilir tıynetteydi. "Devletin eksikliğini iliklerimize kadar hissediyoruz" diye açık davetiye çıkaran 17 yıllık müfettiş, artık azametli devletin kadife eldivenli Cemaat ile birlikte çaresine bakması gerektiğini salık veriyordu. Devlet isterse Hakkari’yi iki yılda rehabilite edebilirdi. Mesela Sungurcuların yurduna saldırdığı öne sürülen çocuklardan biri kısa süre sonra bir ordu mensubu tarafından vurulmuştu(Enver Turan yaşamını yitirdi)... Bu yayınların hepsi anılan Cemaat'in diğer organlarında da tekrarlandı. Selin Ongun, zahmet edip gittiği Hakkari’yi bir de kentin İlahiyat doçenti olan Belediye Başkanı’ndan dinleme gereği duymamıştı.
Bu kez Zaman'ın deneyimli röportajcısı Nuriye Akman devreye girdi. 26 Eylül’de röportaj yaptığı İrfan Aktan'ı ustalıkla konuşturarak gerekli lojistiği sağladı. İrfan Aktan, dürüst bir insan ve gazeteci olmasına rağmen tuzağa düşmüştü. Selin Ongun'a konuşan müfettişin anlatımları, İrfan Aktan tarafından "Hakkâri'de hacca gitmek için uyuşturucu ticareti yapan çocuklarından para alanlar var" cümlesiyle teyid edildi. Elbette buna, örgüt mahkemeleri, yardım-yataklık, katılım vesaire de eklendi...
Başbakan’ın danışmanıyla aynı gazetenin ekinde yazma şerefine nail olan 'Kürt aydın kontenjanı’nın karo ası Muhsin Kızılkaya, aynı gün Hakkari’yi yazdı. 12 Eylül 1980 öncesinde DDKD’nin bildirilerini ezberleyen, 12 Eylül’den sonra Atatürkçülük ve Milli Güvenlik seminerleri veren, 1990’larda PKK’ye sırnaşan, 2002’den sonra da artık AKP limanına demirleyen Kızılkaya, maalesef yine kötü ve taklit bir edebiyat karikatürü çizdi. Bir yanında Sedat Laçiner’in dehşet senaryosu diğer yanında Yalçın Akdoğan’ın Kürtlere beleş danışmanlık lütfu ile bize Hakkari’yi anlatmaya çalışan Kızılkaya, "Annem de AKP’ye oy verdi" ve "terör örgütü“ bileşimiyle başladığı yolculuğunu "halkların kardeşliği değil, sevgililiği“, "Kürt burjuvazisinin zenginleri hop dedi" gibi dahiyane buluşlarından sonra "15 Ağustos felaketimiz oldu" vıcıklığıyla taçlandırdı. Muhsin’e göre de artık Hakkari, PKK’nindi…
Hakkari kurtarılmalıydı…
Tam bu sıralarda 'özel tedbirler’den sorumlu İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Hakkari ve Şırnak seferine çıktı. Güvenlik birimleri, kendi parti teşkilatları ve devlet yanlıları ile toplantılar yaptı. O da kentlerin seçilmiş belediye başkanlarını es geçti. Devletin gücünü göstereceğini duyurdu...
Son iki gündür Fethullah Gülen'nin medya grubunun yavru gazetelerinden Bugün bayrağı devraldı. Yine kentteki müfettiş ve devlet içindeki hücrelerine dayanılarak tabloya katkıda bulunuldu. Bunun üzerine de Hakkari Valisi ile Zeydanların şimdiki vekili Rüstem Zeydan eklendi. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Erhan Başyurt da Türk Hükümeti'ne çizdikleri tablonun vehametini hatırlattı. Haberlerinin yeterli psikolojik zemini sunduğuna inanan Başyurt, derhal müdahale isteyerek, önerisini patlattı: "Türkiye içeride tam güvenliği sağlamadan ve Kandil'e müdahale kabiliyetini geliştirmeden, kalıcı barış beklentisi pek anlamlı değil. Öncelikle içte ve dışta güvenlik zaafları aşılmalı..."
T24 başladı, diğerleri eşlik etti, Bugün kampanyaya çevirdi, Zaman senkronize devam ediyor. Artık çok net anlaşılıyor ki Hakkari yeni konsorsiyumun hedefinde...
Eski devlet ile yeni ortakları, Hakkari merkezli 'diz çökmeyen Kürt'e saldırının hazırlığında...
Konsorsiyumun özellikle F halinin karşılarındaki insan iradesini yanlış okuduğu görülüyor; devletlerine diz çökmeyenleri küçümsüyor...
Barış süreci tamamına ermezse galiba Türk-İslam yapılanmalarının canı da epey yanar. Kemalizm gölgesindeki tırmıkları görülür...
Osman Pamukoğlu ile ortalama bir Türk, iki saat aynı ortamda oturamaz. Hakkari ve elbette Kürtler, Pamukoğlu komutasındaki ordu badiresini bile atlattı...
200 yıllık Hakkari tarihi şahittir ki bu yolun sonu yok. Cemaat, kurnaz bir manevra yaptığını sanıyor. Yanılıyor...
Devletin silahlı güçlerine ve yargısına ortak olmanın keyfinde olsalar da karşılarında deri toplama yarışına girenler yok...
Kürtler, İran’daki monarşiyi ve İslamın şia yorumunu; Irak’taki Sünni, Suriye’deki Nusayri BAASçılığını; Türkiye’deki Kemalizm ve türevi Türki İslamcılığı; Sovyet cumhuriyetlerindeki reel sosyalizmi yaşayarak bildi/biliyor…
Kürtlerin sizin kurtarıcılığınıza ve yaşam formlarınıza ihtiyacı yok. Bırakın kendileri karar versin. Kürtler de "Acaba neden MedZehra etkili değil de diğer cemaatler üşüşüyor" sorusuna doğru yanıt arasın…

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com/

2 yorum:

  1. İrfan Aktan'ın ANF üzeri gönderdiği yanıt:

    Tuncel Fikret’in bloğunda yayınladığı ve ANF’nin alıntıladığı “Hakkâri’ye Neşter Hazırlığı” başlıklı analizindeki paragraftan birine itirazım olduğu için bu yazıyı yazıyorum. Paragrafı hatırlayalım: “Bu kez Zaman’ın deneyimli röportajcısı Nuriye Akman devreye girdi. 26 Eylül’de röportaj yaptığı İrfan Aktan’ı ustalıkla konuşturarak gerekli lojistiği sağladı. İrfan Aktan, dürüst bir insan ve gazeteci olmasına rağmen tuzağa düşmüştü. Selin Ongun’a konuşan müfettişin anlatımları, İrfan Aktan tarafından "Hakkâri'de hacca gitmek için uyuşturucu ticareti yapan çocuklarından para alanlar var" cümlesiyle teyid edildi.”

    Ne yazık ki analiz yazılarında çoğunlukla kişilerden ziyade “dengelerin akışı” esas alınıyor. Fikret de bu hataya düşüyor. Buna göre eğer devletin veya belli bir cemaatin yüksek çıkarlarına uyuyorsa, dürüst de olsa herhangi bir gazeteci “tuzağa” düşürülebilir.

    Lafı uzatmayacağım. Fikret’in söz konusu analizinde şahsıma dair değerlendirmelerini üç yanlışa bağlıyorum.

    1- Adı geçen gazeteciye verdiğim mülakatın tümünü okumamış ve benim orada hem cemaate hem devlete dair eleştiri ve değerlendirmelerime dikkat etmemiştir. Bunu yapmak yerine, benimle mülakat yapan gazetecinin, yaklaşık iki saatlik konuşmamızdan, “işine yarayan” cümleyi tarihsel bağlamdan kopararak başlığa çektiği gibi, Fikret de tek bir cümlemle beni “büyük plana alet olmakla” itham etmeye yelteniyor. Üstelik söyleşinin “Hakkâri’de hacca gitmek için uyuşturucu ticareti yapan çocuklarından para alanlar var” cümlesi bana ait değil. Söyleşiyi okuyanlar, 1990’lardan söz ettiğimi ve şu cümleleri sarf ettiğimi görür: “Hacca gitmek için insanlar eroin kaçakçılığı yapan çocuklarından para alırdı. Bu parayla koyun satın alırlardı. O koyunları götürüp kasaba satardı. Ve parayı böylece “helalleştirip” hacca giderdi. Şimdi siz 90’larda çöpten beslenen çocukları düşünün, bunlar hâlâ var. Hatta yaygın olarak var. Böyle bir topyekûn yalnızlık hissine kapılmış insanların etrafında sürekli döne duran panzerler ve tankları düşünün. O yüzden Gazze benzetmesi biraz daha makul görünüyor.”

    2- Benim yıllardır Hakkâri’deki temel sorunlara dikkat çektiğimi, bu konuda onlarca yazı yazdığımı ve bu yazılarının hepsinin “Hakkâri perspektifli” olduğunu bilmiyor olabilir Fikret. Fakat bunu bilmesine de gerek yok. O söyleşiyi okuyan herhangi biri, benim cemaat ve devletin olası Hakkâri planını daha baştan eleştirdiğimi, açık ettiğimi görür. Ayrıca dengelerin nasıl değişip dönüştüğü, açıkçası bir gazeteci olarak benim hakikatlerle ilişkimi değiştirmiyor.

    3- Fikret, Hakkâri’ye devletin ve cemaatlerin kapsamlı bir “neşter” vurmaya hazırlandığını savunuyor. Oysa ben, hem adı geçen söyleşide hem de başka pek çok yazımda Hakkâri’ye zaten bu neşterin vurulduğunu, devletin Hakkâri’yi tamamen yalnızlaştırıp Gazze’leştirdiğini vurguluyorum. Adı geçen söyleşide, tüm askerî kurumların Yüksekova’dan çekildiğini ve böylece aslında bir kuşatma yapıldığını anlatıyorum. Bu anlatımların hangi mecrada yayınlandığının bence bir önemi yok. Hakikat her yerde hakikattir. Hakikati kendi mecralarına akıtmak isteyenler hep yanılır.

    Elbette birbirimizi eleştiririz. Fakat eleştiri ve ithamı birbirine karıştırmamaya özen göstererek. En azından benim “tuzağa” düşürülebilecek biri olup olmadığımı iyice tarttıktan sonra analizlere girişmeniz beni bu açıklamaları yapmaktan kurtarırdı.

    YanıtlaSil
  2. Tuncel Fikret imzalı analizde talihsiz bir şekilde adıma birtakım ithamlar yapılmıştır. Sayın Fikret’i tanımam, bana özel bir düşmanlık besleyip beslemediğini de bilmiyorum. Ben uzun yıllardan beri gazetecilik yapan, yazarlık yapan, Kürtçeden Türkçeye çevirin yapan, televizyonlara çıkıp görüşlerini ifade eden bir insanım. Hiçbir gizli yapılanmayla, hiçbir cemaatle, hiçbir örgütle, hiçbir siyasi partiyle bağlantım yoktur.
    Sayın Tuncel’in analizinde benim için, “12 Eylül 1980 öncesinde DDKD’nin bildirilerini ezberleyen, 12 Eylül’den sonra Atatürkçülük ve Milli Güvenlik seminerleri veren, 1990’larda PKK’ye sırnaşan, 2002’den sonra da artık AKP limanına demirleyen Kızılkaya…” demektedir. Bunlar ağır ithamlardır. Ben hayatımın hiçbir döneminde ne Atatürkçülük ve milli güvenlik semineri” verdim, ne de PKK’ye “sırnaştım.”
    Bu analizi yapan kişiyi mahkemeye verme imkanım olmadığı için bu açıklamayı yapmaktan başka hiçbir şey gelmiyor elimden.
    1990’lı yıllarda Kürt olduğum için Babıali’den aforoz edildim. Tam o sırada Özgür Gündem gazetesinin kuruluş çalışmalarına profesyonel bir gazeteci olarak katıldım. Sahipleri tarafından gazete kapatılıncaya kadar orada çalıştım. Gazetede çalışırken, yazarken de PKK’ye yakın olmadım, ama onlara da hiçbir zaman hakaret etmedim. Zaten birilerine hakaret etmek mizacımda yok. Görüşlerini beğenmediğim zaman çıkar bunları eleştirir, yazarım. Zaten bunu hep yaptım. Bunu yaptığım için de acısını çektim. Başka türlü özgür düşüncenin gelişeceğine inanmıyorum. Tek seslilik, otoriter zihniyet benim kendime yakın bulduğum bir zihniyet değil.
    Her defasında Tuncel Fikret gibi insanların hakaretlerine ve mesnetsiz suçlamalarına muhatap olmak gerçekten beni çok üzüyor artık.
    Ben sizler gibi düşünmek zorunda değilim. Kendi fikirlerim sadece beni bağlar. Bunun dışında her türlü fikrin özgürce tartışılıp konuşulmasından yanayım. Her defasında demokrasi, fikir özgürlüğü gibi kavramları dillerinden düşürmeyenlerin kendileri gibi düşünmeyenlere karşı uyguladıkları bu entelektüel şiddet, yarın bir yerlerde birilerinin elinde fiziki bir şiddete dönüşürse bunun vebali çok ağır olur.
    Benim sözlerimden başka hiçbir savunma aracım yoktur.
    Saygılar sunarım.

    Muhsin Kızılkaya

    YanıtlaSil