8 Ekim 2010 Cuma

Klonlanmış balıkçı!..

Gecikmiş birliği ve millet olma bilinci, Ehmedê Xanî'nin feryadındaki gerekçelerde saklı olan Kürtlerin, küçük adacıklar halindeki toplumsal yapısı, her zaman onları hükümranlığı altında tutan ve bunu ilelebet sürdürmek isteyen komşularına en büyük nimet olmuştur. Köklü devlet geleneklerine ve egemenliklerini koruma yeteneğine sahip komşular, bu nimetten alabildiğine semirmiş/semiriyor... 
Kürtlerin dayatılan statüleri ret mücadelesinin 4 parçadaki gücü, konumlanışı, itiraz gerekçesi, silahlı hali, ittifakları ve düşünsel formasyonuna bakıldığında yukarıdaki temel yoksunluğun mağduru olduğu görülür... 
Zaten yüzyıllardır Kürtlerin de hükümran olmak gibi bir dertleri olmamış. Hatta yakın geçmişe kadar yönetime ortaklık ve eşitlikten ziyade gönüllü aidiyetin koşullarını istemişlerdir. Bunun bile reddi, kopuşu öngören toplu intiharlara yol açmıştır...
Bu trajik ve büyüyerek aktarılan mirasın şu son 200 yıldaki hacmini artık ne komşuları ne de dünya taşıyor. Dolayısıyla herkes bir çıkış arıyor. Şimdi bu arayışın, sancılarına tanıklık ediyoruz...
Tarihi, en çok ihtiyacı olanlar okur. Eğer 2. Mahmut ile birlikte başlayan ve 1912'ye kadar süren isyanların bastırılma stratejileri iyi bilinseydi, 1938'e kadar yayılan karabasının ardından çelikten bir örtünün altına sürülen Kürtler olmazdı... Güney ve Doğu Kürdistan için de aynı durum sözkonusu...
Kürdistan'ın bütün parçalarındaki siyasal yapıların diyalog ve müzakere tarihi derslerle doludur. Devletler, en büyük ve öldürücü darbelerini, böyle dönemlerle birlikte daha iyi dokumuş; hazırlıklarını tamamlamış ve nihayet sorunu biraz daha ertelemeninin keyfini sürmüştür...
PKK, Kürtlerin bütün acı tarihinin bir bileşkesidir. Onun için Kuzey merkezli olmasına rağmen bütünlüklü bir formdur... Gürcü Raşit Paşa'nın Rewanduz harekatını, Lozan'ı, Mahabad sürecini, Cezayir Anlaşması'nı, Şeyh Said ve Seyid Rıza'nın neden farklı dönemlerde ve aynı metodlarla asıldığını, İhsan Nuri'nin bir sokakta öldürülecek hale gelişini ve PJAK'a kadarki Acem şalını biliyordu. Bütün bu bagaja rağmen 93'le başlayan 94 konseptini; 97 ile başlayan 9 Ekim ve 15 Şubat ana istasyonlarıyla devam eden süreci engelleyemedi... Ama egemen devletleri ve ittifaklarının da heveslerini kursağında bırakacak kabiliyetini gösterdi...
Barıştan ve eşit koşullarda birliktelikten yana tercih yapan Kürt hareketi, Türk devletinin diyalog istemiyle yeni bir sürecin içinde. Hepimizin beklentisi ve umudu temel hakların iadesi üzerine bina edilecek barışın tez gelmesi... 
Yarın (bugün) 9 Ekim, yani Öcalan'ın Suriye'den çıkmak zorunda bırakılmasının 12. yıldönümü... 9 Ekim'den önce Türk devleti beş koldan PKK ve Öcalan'a koşmuştu. Bu koşuşturmanın ana güzergahı, bir süredir Taraf gazetesi, ardından bir defa da NTV üzerinden mesajlarını kamuoyuyla paylaşan; kendisine 'balıkçı' kod adını uygun gören zat üzerinden yürüyordu... 
Öcalan, kaygılarını iletmekle birlikte "Başarırsak rolünüzün daha da anlamlı olduğu ortaya çıkar" diyerek onure ettiğinde o Öcalan'ın durum değerlendirmelerine aynen katıldığını ifade ediyor; "Mücadele pratiğinden süzülüp gelen rafine açıklamalar olduğu açık" gibi afilli bir karşılık veriyor ve ekliyordu: "Şahsımıza yönelik değerlendirmenize de minettarlığımı iletmek istiyorum."
"Umarım alnımız dik çıkarız bu süreçte" diyordu ama maalesef Kürtlere bakan alnı dik çıkmadı... 
Taraf üzerinde yeni dönemi paylaşırken eskiye dair bilinenleri tekrarladı ancak iki tezi de kanıksatmaya başladı:
* Öcalan'ın Suriye'den çıkışı, ortak bir prodüksiyondu ve Türk devletinin Suriye manevrası mizansendi.
* Öcalan, Avrupa yolunda "devletleşmeye gidiyoruz" deyince ipler koptu. İtalya yolunda da başka bir el devreye girdi...
Bu iki tez de hem dönemin ilişkileri hem de sonradan ortaya çıkan bilgilere bakıldığında kadük kalıyor. Bu iddialarıyla bir yandan kendisini aklarken diğer yandan dönemin devletinin parçalı yapısını işaret ederek, bugüne umut veriyor. Bununla da yetinmiyor, barışa giden yolda kural ihlalini Öcalan'a yüklüyor ama İtalya yolunda başka bir el gizemini katarak uluslararası yapılar ile Türkiye'deki kliklerine dikkat çekip Öcalan'ın sonraki okumalarına hak verir gibi yapıyor...
Taraf Koordinatörü Yıldıray Oğur'un kendisinin 'sırrı' marifetiyle bir 'okçu' titizliğiyle klonladığı zatın profili şu:
Gerçekçi, Başbakan ve Öcalan'a güvenen, kolektif hakların şimdilik mümkün olmadığını kabullenmiş, devletin bu eşiğe gelen politika değişikliğini önemseyen, artık silahlı mücadelenin adil bir şekilde devre dışı bırakılması gerektiğine ikna olan, iki taraftan da çok korkan, biraz mahçup ama biraz da yaptıklarının doğruluğuna inanan, tecrübesine kibir bulandırmadan anlatan biri... 
İki arada kalmışlığın tedirginliğini, bir gün ödüllendirileceği umuduyla sarmalamış bir ümitvar...
Makul şeyler söylüyor ama büyük devleti tanımış olmanın avantajıyla ortalama bir Kürt için çok önemli olan ayrıntıları atlamamızı salık veren bir naif mi veya oyuncu mu? sorusunu muğlak bırakıyor...
Mehmet Ağar, 'tuğlayı çekersem duvar yıkılır' diyordu. Türk devletinin 1997'den beri tanıdığı ve tamamlamasına bile ayak dirediği bireysel haklarla yetinilmesini isteyip kolektif haklardan tedirginliğinin sebebi bu korkudur...
Kürtlerin gaspedilen haklarının iadesi 'miş gibi' adımlarla veya kozmetik fırçalarla olmuyor. Devlet aklı da duvarın yıkılmasını göze alamıyor...
Duvar yıkılmasın; dış sıvasını yenileyelim ama bu arada yıkmak için taş atanlar da bölgeyi terketsin, içine de Allah kerim, havasında...
'Balıkçı'nın 'selim' halinin şunu idrak etmesi gerekir: Kürtlerin artık asla "çaresizlik" girdabına girmeyi öngörecek seçenekleri kaldıracak mecali yok. Türk tarafını, soyadının azameti ölçüsünde buna ikna ederse Kürt tarihindeki yeri de Binbaşı Kasım ile Ali Saib arasında olmaz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder